
Hayatta kalanlar bana güç veriyor
Hiç kimsenin omuzlamak zorunda kalmaması gereken şeyleri omuzlarken bile bu kadar acıya katlanıp yine de gülümseyebilme, yine de ileriye bakabilme yeteneğimizi bir kez daha hatırladım ve derinden etkilendim.
Sara Awad’ın Electronic Intifada’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Her zaman hastanelere karşı bir fobim olmuştur ve bu yılın ocak ayına kadar, belki de aynı koşullar altında yaşadığım için onlardan biri olabileceğim korkusuyla, kendimi yaralılardan bile tamamen uzaklaştırmıştım.
Ancak bir anda annemin sağlığı kötüleşti - birkaç kez düştü ve biri bacağından diğeri omuriliğinden olmak üzere iki büyük ameliyat geçirmek zorunda kaldı.
Ben de anneme üç ay boyunca hasta refakatçisi olarak eşlik ettim. Her ikisi de Gazze Şehri'nde bulunan Al Helou Uluslararası Hastanesi ve Vefa Hastanesi adlı iki hastanenin aşırı kalabalık koğuşlarında onun yanındaydım.
Bana her zaman gösterdiği sevginin bir kısmını geri vermek için bunu Allah'ın bana sunduğu bir fırsat olarak görerek ona destek oldum ve onunla ilgilendim.
Ama bunlar sınanma zamanlarıydı. Annemin küçük odasında, eskiden dört yatak olan yerde tek başına yedi hasta vardı.
Diğerleri daha az şanslıydı. Aynı büyüklükteki odalarda 13 kadar hasta olduğunu gördüm.
Yeterli personel yoktu ve elektrik olmadığı için odaları soğutmanın da bir yolu yoktu ve sıcak boğucuydu. Sürekli bombardıman pencerelerin camlarını patlatmış, bunun yerine bazen plastik bir örtü ile kaplanmıştı ve hasarlı tansiyon aletleri hasta yataklarının yanında kullanılamaz halde duruyordu.
Fobimin üstesinden geldikçe ve ister çocuk ister yetişkin olsun tüm hastaların İsrail'in soykırımcı savaş makinesi hakkında kendi hikâyeleri olduğunu öğrendikçe yepyeni bir dünya keşfettim.
Zaman aldı.
İlk başta hastanede kimseyle tanışmamaya karar verdim. Evdeki işlerden, yedi kişi için yemek ve temizlik yapmaktan bunalmıştım.
Ama sonra, henüz 21 yaşında olduğum ve hastanede geçirecek çok vaktim olduğu için, özellikle çocuk hastaları merak etmeye başladım, küçük bedenleri büyük hastane yataklarında daha da küçük görünüyordu.
Şımarık çocuk
Özellikle bir çocuk beni etkiledi – “Yazan Daloul”
Yazan'ın soyadı Daloul, Arapça'da şımarık çocuk anlamına geliyor.
Bu yüzden ona “Yazan al Daloul” ya da “şımarık çocuk Yazan” derdim.
10 yaşındaki Yazan, Aralık 2024'te İsrail'in ailenin sığındığı bir binaya düzenlediği hava saldırısında babası Mahmud ve kardeşi Tamer ile birlikte beş akrabasını kaybetti.
Annesi leğen kemiği, omurilik ve ayağındaki kırıklarla zar zor hayatta kaldı. Yazan yaralandı ve bilinci kapalı olarak hastaneye getirildi.
Tam 56 gün boyunca komada kaldı.
Uyandığında, 22 Şubat 2025'te, hiçbir şey hatırlamıyordu. Şimdi tekerlekli sandalye kullanıyor.
Onunla tanıştığım günü hatırlıyorum. Hastanedeki rutin işlerimden sıkılmıştım ve koridorlarda yürüyüşe çıkmıştım.
Koridorlar uzun zamandır sadece geçiş yolları olmaktan çıkmıştı. Bunun yerine hastalar ve ailelerle, ağlayan çocuklarla ve hepsinden önemlisi kaçınılmaz bir kan ve ölüm kokusuyla doluydu.
Yanından geçerken Yazan'ın, sonradan teyzesi olduğunu öğrendiğim 56 yaşındaki Rawya Daloul'a bağırdığını duydum.
“Babam neden hastanede yanımda değil?”
Onun sözlerini duyunca kalbim paramparça oldu.
Yazan'a söylememem gereken bir şey söyleyebileceğimden korkarak önce mesafemi korudum. Durumuyla ilgili bazı sağlık personelinden - travma nedeniyle - çabuk öfkelenebildiğini öğrenmiştim.
Ama bir gün tesadüfen onu ilk kez gülerken ve gülümserken gördüm. Fizik tedavi seansını yeni bitirmişti ve değişiklik olsun diye iyi bir ruh hali içinde görünüyordu.
Ona nasıl olduğunu sorma cesaretini gösterdim ve kendimi tanıttım. “Elhamdülillah” diye cevap verdi.
Bu bana teyzesine onunla konuşup konuşamayacağımı sorma cesareti verdi. O da bunu sıcak karşıladı.
İlk sohbetimiz kısa sürse de, takip eden günler ve haftalar boyunca bu güzel çocukla arkadaş oldum, göz kirpikleri o kadar uzundu ki sık sık onları almak istediğime dair şaka yapardım.
Her seferinde bu fikri kesin bir dille reddediyordu ama öz çekimi sevdiğini fark ettim.
Hayatıma mükemmel bir anda girmişti. Hastanede çok fazla zaman geçirdiğim için depresyonda ve endişeliydim.
Birçok acı kaybına rağmen gülümsemesi bana, başımıza ne gelirse gelsin her zaman Allah'ın planına güvenmemiz gerektiğini öğretti.
Sevgi iyileştirir
Sabreen al-Khairy ve nişanlısı Tamer Dieb
27 yaşındaki Sabreen al-Khairy de bana yenilenmiş bir umut ve güç duygusu verdi.
Sabreen'le tanıştığımda evlenmiş olması gerekiyordu.
Ancak 18 Mart'ta, mübarek Ramazan ayı sırasında İsrail, Gazze Şehri'nin Tel el-Hava mahallesinde - alışılmadık bir şekilde - kaldığı amcasının evini bombaladı.
Bir konuşmamızda bana “Hayat rutin devam ediyordu ama sonra her şey değişti” dedi.
Sabreen'in kuzeni 10 yaşındaki Maryam al-Khairy saldırıda öldürüldü. Sabreen'in kendi yaraları o kadar ağırdı ki sağ bacağı diz altından kesilmek zorunda kaldı.
Sırtında birkaç kemiği kırıldı ve felç olmaktan kurtulduğu için şanslıydı.
Düğün hazırlıkları devam ediyordu - bir savaş bölgesinin ortasında bile, o ve ailesi neşe katmanın yollarını bulmaya kararlı görünüyordu. Akrabaları, kız kardeşleri ve kuzenleri her zaman onu ziyaret ediyor, onunla konuşuyor ve şakalaşıyorlardı.
Nişanlısı 27 yaşındaki Tamer Dieb, ona olan bağlılığını hiç yitirmedi ve her gün onu ziyaret ederek cesaretlendirdi ve hediyeler verdi.
Hatta bir gün ona Gazze'de nadir ve pahalı bir lüks olan tavuk ve sebzeden oluşan bir yemek getirmeyi bile başardı.
Sabreen ile konuşmakta tereddüt ettim. Hastaneye ilk getirildiğinde çok acı çekiyordu ve ben de rahatsız etmek istemedim.
Onun için çok üzüldüm ve çektiği acı karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Ama sonunda onunla konuştum, gerçi acısı arttığında yalnız kalmak istiyordu.
Bana her şeye rağmen hayatından memnun olduğunu söyledi. Bana “Allah'ın beni mutluluk ve sevgiyle ödüllendireceğinden” şüphesi olmadığını söyledi, şüphesiz Tamer'in bariz bağlılığı inancına yardımcı olmuştu.
Onun tavrına, yaşadığı trajediyi zarafetle ele alışına ve acısını anlamlı kılmaya çalışmasına hayran kaldım.
Hiç kimsenin omuzlamak zorunda kalmaması gereken şeyleri omuzlarken bile bu kadar acıya katlanıp yine de gülümseyebilme, yine de ileriye bakabilme yeteneğimizi bir kez daha hatırladım ve derinden etkilendim.
*Sara Awad, Gazze'de yaşayan bir İngiliz edebiyatı öğrencisi ve yazar.
HABERE YORUM KAT