
Gazze'deki soykırım sadece bedenlerimize saldırmakla kalmıyor, hafızalarımızı da siliyor
Gazze'de hafıza sadece hafıza değildir. Direniştir. Burada olduğumuzun tek kanıtıdır.
Abdullah Aljazzar’ın Truthout’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
6 Mayıs sabahı, tozlu patikadan el-Şam Kafe'ye doğru yürüdüm - sadece ismen bir kafe. Tıpkı benim uyuduğum çadıra benzeyen sarkık bir çadır. Hayat onlara başka seçenek bırakmadığı sürece kimsenin tercih etmeyeceği bir şey. Hava hâlâ korku kokuyordu. Rüzgârda küller uçuşuyor, gökyüzü alçak, gri ve belirsizliğin hayaletleriyle ağırlaşıyordu.
Sonra o sesi duydum: “Abood.” (Abdullah)
Abood. Bu kelimeyi sadece sevdiklerim kullanır. İçgüdüsel olarak döndüm - karşımda 40'lı yaşlarının sonunda bir kadın vardı, sanki birlikte bir şeyler atlatmışız gibi gülümsüyordu ki Gazze'de bu genellikle atlattığımız anlamına gelir.
"Ameera - Refah'tan. Annenin kuzeni!"
Gözleri dolup taştı. Gülümsemesi anılarla genişledi. Ama benim yüzüm? Boştu. Zihnim sisin içinde karmakarışıktı. Sesini, yüzünü, geçmişini taradım ve hiçbir şey bulamadım.
“Sanki bir ömür önceymiş gibi geliyor,” demeyi başardım.
Güldü. “Küçük bir gazeteci ve program koordinatörü gibi sürekli defterine bir şeyler karalıyor, büyük sorular soruyordun.”
Ben de güldüm. Ama ödünç alınmış gibi hissettim - sanki başka birinin anısında bir rol oynuyordum.
Onlarca yıl sonra yeniden bir araya gelmişiz gibi el sallayarak uzaklaştığında, orada öylece durdum - bomboş. Ya da belki donmuş.
Bu, hatırlamam gereken birini unuttuğum ilk sefer değil. Geçenlerde lise öğretmenlerimden biri bana el salladı - beni tanıdığını biliyordum ama adı zihnimden kaybolmuştu. Geçen gün bir aile üyesine baktım ve hiç düşünmeden “Sen kimsin?” diye sordum.
Savaş böyle bir şey işte. Sadece evleri yok etmez. Zihninizdeki odaları da siler.
Bu yıkık dökük sokaklarda kendi hayatına musallat olan bir hayalet gibi yürüyorum. Açlık, kardeşim Nur'un kayıp olması, nefes almamıza asla izin vermeyen bir savaş peşimi bırakmıyor. Neden ayağa kalktığımı unuttum. Ne yaptığımı unuttum. Ama bir şeyi acı veren bir netlikle hatırlıyorum: Gazze'den ayrılmak istiyorum.
Ve kendime söylüyorum: Bu geçici bir durum.
Bir gün gerçek bir yatakta uyuyacağım - karıncaların derimin üzerinde sanki onun sahibiymiş gibi gezindiği toprakta değil. Sigara için bir kibrit yakacağım, kahve için su kaynatacağım - zar zor yiyecek sayılan ekmeği ısıtmak için odun aramayacağım. Kahvaltıyı hayallerden bahsederek bitireceğim - bir un çuvalının fiyatı için iç çekerek değil. Washington D.C.'de bir sınıfta uyanacağım - gitmemi istiyormuş gibi hissettiren bir gökyüzünün altında değil.
Sınıftaki yerim hala bekliyor. Ama ben hala buradayım - sinekleri kovalıyorum, içme suyu için kuyruğa giriyorum, bugün hangi mutfakta bedava yemek var diye bakıyorum.
Sadece insan gibi yaşamak istiyorum. Bir günlüğüne. Sadece bir gün. Lütfen.
O akşam çadırımızın dışında oturdum - bükülmüş çubukların üzerine gerilmiş yırtık bir çarşaf - beton bir bloğun üzerine tünemiştim. Kız kardeşim Rua yanımda oturmuş, avuç içi büyüklüğündeki ateşi karton parçalarıyla besliyordu.
“Bugün Ameera'yı gördüm,” dedim ona.
Başını kaldırıp baktı. "Refah'tan Ameera mı? Eskiden sürekli konuştuğun kişi mi?"
“Sanırım,” dedim. “Ama onu hiç tanıyamadım.”
Rua irkilmedi. "Artık hiçbirimiz birçok şeyi hatırlamıyoruz Abdullah. Biz yaşamıyoruz. Sadece ölmemeye çalışıyoruz."
Haklıydı. Hafızam aşınıyor - sadece eskiyi değil, yeniyi de. Sesleri unutuyorum. Yüzleri. Kahkahaları.
Geçenlerde bir arkadaşım bir zamanlar Mercy Corps tarafından desteklenen Gaza Sky Geeks'te koordine ettiğim İngilizce beceri kazandırma programından bir fotoğraf gösterdi. Parlak gözlü katılımcıların arasında oturuyordum, herkes gülüyordu. Ama hiçbir şey hatırlamıyordum - ne o anı, ne isimleri, ne de bir zamanlar inandığımız hayalleri.

Bir grup, yazarın (solda) eş başkanlığını yaptığı Gaza Sky Geeks'in İngilizce becerilerini geliştirme programına katılıyor. Program, genç Filistinlilerin uzaktan çalışma ve teknoloji fırsatlarına erişmek için İngilizce becerilerini geliştirmelerine destek oldu.
Belki de unutmak bir kalkandır. Denizatları için Dalış'ta: Hafızanın Bilimi ve Sırları'nda Hilde ve Ylva Østby travmanın hafızayı nasıl parçalayabildiğini ya da tamamen silebildiğini açıklıyor. Beyin korkudan bunaldığında, anıları düzgün bir şekilde depolayamaz veya geri getiremez. Geriye yoğun ama kopuk anı kırıntıları kalır.
Psikanalist Robert Stolorow buna “travmanın zamansızlığı” diyor. Zaman durur. Travma içimizde donup kalır. Ve ona tanıklık edecek, empatiyle sarılacak biri olmadan iyileşemez. Bütünleşemez hale gelir - hafızanın dokunmayı reddettiği bir yara.
Burada Hiba adında bir kız var. Sekiz yaşında. Birkaç günde bir, elinde ezilmiş kır çiçeklerinden oluşan bir demetle çadırımızın önünden geçiyor - yarık toprakta hala açan türden.
Bir keresinde bana “Bunlar senin hikâyelerin için” demişti. “Çiçekler kelimelerin büyümesine yardımcı olur.”
Onları nazikçe çadırın kapısının yanına koyar, karşılığında hiçbir şey istemezdi. Onları nerede bulduğunu bile bilmiyorum - belki de hiçbir çocuğun oynamaması gereken kanalizasyon hendeğinin yanında. Ama her zaman ortaya çıkıyor, elleri yeşil ve umutla lekelenmiş.
“Beni unutma, tamam mı?” diye fısıldamıştı bir keresinde.
“Unutmayacağım,” dedim. Ve ciddiydim.
Çünkü Gazze'de hafıza sadece hafıza değildir. Direniştir. Burada olduğumuzun tek kanıtı.
Eskiden neyi sevdiğimi bilirdim. Şimdi ne hissettiğimi bile zar zor biliyorum. Etin tadını hatırlamıyorum - sadece ekmeğin kuruluğunu. Uykuyu hatırlamıyorum - sadece sırtımdaki ağrıyı ve bir sonraki patlamanın korkusunu.
Dışarı çıkmayı başaran arkadaşlarım - şu anda ABD'de sessiz gökyüzünün altında uyuyorlar - şöyle mesajlar gönderiyorlar: "Yatakta kahve içtim. Tek bir drone bile duymadım."
Orada uyku hayatın bir parçası. Burada ise uyku yalvardığımız ve nadiren bulduğumuz bir şey.
Ve ne zaman kaybettiğimi düşünsem, hep Nur'a dönüyorum.
Nur benim kardeşimdi. Bir polis memuruydu. Sakin. Nazik. Her zaman arkamı kollardı.
Bana takılırdı: “Bizi bu karmaşadan kurtaracaksın.”
“Ben sokakları bir arada tutacağım,” derdi. “Sen kelimeleri canlı tut.”
Mayıs 2024'te Refah ve El-Mevasi arasında bir yerde kayboldu. Ayrılırsak bizi takip edeceğini söylemişti. Ama hiç gelmedi. Ona ne olduğunu hâlâ bilmiyoruz.
Ölenlerin listesinde geziniyorum. Kayıpların bulanık fotoğraflarına bakıyorum. Hafızamın onun sesini tutması için yalvarıyorum.
Gazze'den sadece hayatta kalmak için değil, hatırlamak için de ayrılmak istiyorum. Sessiz bir odada oturmak ve bir sonraki saniyenin onları tekrar çalabileceğinden korkmadan isimleri hatırlamak.
İnsanlar burada sadece bombalardan kurtulduğumuzu sanıyor. Ama aynı zamanda silinmekten de kurtuluyoruz - hikâyelerimizden, umutlarımızdan, tüm benliğimizden.
Nur'un sesini hatırlamak istiyorum. Ameera'nın gülüşünü. Gaza Sky Geeks'in rüyalarını. Hiba'nın çiçeklerini.
Çünkü burada unutmak, tüm bu şeyler iki kez ölmüş gibi hissettiriyor.
Yazıyorum çünkü hikâyelerimizi bizden alan bir dünyada onları geri almanın tek yolu yazmak. Geçmiş parmaklarımın arasından kum gibi kayıp gitse bile, bu kelimeler beni ayakta tutan kökler - olduğumuz her şeyin ve henüz olamadığımız her şeyin bir kanıtı.
* Abdullah Aljazzar, Gazze’de yazarlık yapıyor. Şu anda Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ın biraz kuzeyinde yer alan Han Yunus'ta yaşıyor.








HABERE YORUM KAT