
Gazze'de yerinden edilmenin sözlüğü
Bu yazı, Gazze'de yerinden edilenlerin devam eden soykırımın ortasında nasıl bir hafıza, kayıp ve hayatta kalma dili oluşturduklarını inceliyor.
Fatima Skaik’in PC’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Yerinden edilme yolculuğunda aileler sadece eşyalarını taşımaz; yeni kelimeler, acı, şok ve korkudan örülmüş cümleler ve dilden sızan bir coğrafya taşırlar.
Gazze'de yerinden edilme sadece fiziksel bir hareket değil, dilsel, duygusal ve varoluşsal bir dönüşümdü. Okullarda öğretilmeyen ama çadırlarda, merdiven altlarında ve kaldırım kenarlarında konuşulan yeni bir dil -Yerinden Edilmişlerin Sözlüğü- doğurdu.
Harflerin kanın ağırlığı altında çöktüğü Gazze'de, yerinden edilenler paralel bir dil oluşturuyor:
Onların kelimeleri küresel sessizlik duvarını yaran bıçaklar. Sözcük dağarcıkları, şehirlerin enkazı altından akan nehirler, kökünden sökülmüş ağaçların köklerini suluyor.
Şair Fadwa Tuqan'ın bir zamanlar yazdığı gibi:
“Vatanımı kalbimde taşıdım.”
”Ve böylece kalp bir vatan oldu."
Vatan İçinde Sürgün
Buradaki sürgün, yabancı topraklara yapılan bir yolculuk değil, kişinin kendi vatanının tanınmaz hale geldiği bir durumdur: Sürgün sadece dışarıda değil, tanıdık olandan uzaklığın acıyı derslere ve hikâyelere dönüştürdüğü vatanımızın her köşesinde.
Bu, kişinin kendi ülkesi içinde bile zorla yerinden edilmenin ruhuna gölge düşürebileceğini hatırlatıyor.
Sürgün her zaman sınırları geçmek, uzak bir havaalanında uçağa binmek ya da bir mülteci işlem merkezinde beklemek değildir.
Bazen sürgün sokaktan sokağa, mahalleden mahalleye, Gazze'nin kuzeyinden güneyine taşınmaktır. Anavatan içinde bir sürgün daha acımasız, çünkü insanı hayatta kalmak için kendi anılarının üzerinden geçmeye, sadece hayatta kalmak için evinin kapısından ismini silmeye zorluyor.
İronik olan şu ki, yerinden edilen Gazzeliler Filistin'den hiç ayrılmadılar; altı kilometreden daha geniş olmayan bir toprak şeridinde sıkışıp kaldılar.
Ve yine de kendi kendilerine fısıldıyorlar:
"Neredeyim ben? Burası benim yerim değil."
“Bu sokak benim değil. Bunlar tanıdığım yüzler değil.”
“Burada ezan sesi bile garip geliyor. Havası bile farklı.”
Mekânlar sadece isim olarak tanıdık gelir, aidiyetten yoksundurlar. Kahkahalarınızı yankılamayan duvarlar size ait değildir.
Anavatandaki sürgün yurtdışından daha acımasız olabilir, çünkü sizi şu soruyu sormaya zorlar: "Evim nerede? Benim gerçek vatanım neresi?" Doğduğunuz yer sizden çalındığında, sürgün asla iyileşmeyen bir yaraya, sonsuz bir karanlığı aydınlatan bir fenere dönüşür.
Sürgün, anavatanınızdan uzakta olmak değil, anavatanınızın sizden taş taş, anı anı uzaklaşmasını izlemektir.
Özlem Bavulu
Bir bavul asla sadece eşyaların konulduğu bir eşya değildir; yerine ne konulamayacağının kanıtıdır. Yanımızda götürebildiğimiz tek şey, fotoğraflarla, anılarla ve topraklarımızı simgeleyen parçalarla dolu bir özlem bavuluydu.
Bu, zamanın silmeye cesaret edemediği, her nesnenin mekân ve zamanın ötesinde bir anlam taşıdığı bir geçmişin parçalarına tutunmanın bir kanıtıdır.
Yerinden edilmiş her insanın, boyutuyla değil sembollerinin ağırlığıyla ölçülen bir ‘özlem bavulu’ vardır: bir fotoğraf, bir tespih, bir kitap, bir eşarp, eski bir koku. Bunlar bedeni değil ama hafızayı kurtaran küçük şeylerdir.
Özlem bavulu, giysiler ve kâğıtlarla doldurulmuş sıradan bir çanta değildir. O, varoluşun seyyar bir müzesidir. İçindeki her eşya, biçiminden daha ağır bir anlam taşır: paslanmış bir anahtar, solmuş bir fotoğraf, memleket toprağıyla dolu bir kolye, belki de artık yok olmuş bir annenin elbisesinden bir kumaş parçası.
Değerin altınla değil hafızayla ölçüldüğü bu yerde, bavul minyatür bir vatana dönüşüyor; gerçeklik yağmalanırken omuzda taşınıyor.
Denizden Ötesi Yok
Yerinden edilenlerin sözlerinde denizden sık sık bahsedilir, bir gezinti yeri olarak değil, nihai bir çözüm olarak. Denize doğru kaçış bir yüzme arzusu değil, mümkün olan en uzak gökyüzü, hava ve zayıf yaşam şansına ulaşmaktı.
Yeryüzünün küçüldüğü ve duvarların silah sesleriyle sarsıldığı Gazze'de deniz, yaşamdan kaçış değil, yaşamın son eşiği haline geldi. Deniz artık şairlerin şarkılarındaki o mavi enginlik değil; şehri üç taraftan kuşatan, dördüncü taraftan ise ölümün yaklaştığı sulu bir duvar.
Yerinden edilme sözlüğünde “denizin ötesinde hiçbir şey yoktur”.
Deniz bizim son sınırımızdır. Bir çocuk babasına “Çadırı bombalarlarsa nereye gideriz?” diye sorduğunda, cevap her zaman: “Deniz... Onun ötesinde bir yer yok.”
Bu bizim tek yönümüz: Yerinden edilenlerin haritalarında kuzeyi ya da güneyi gösteren oklar yok, sadece bir tanesi batıyı, dalgaların sığınak olmayı reddettiği yeri gösteriyor.
Bu sözlük Gazze'nin yeni kalp atışı: “Ölmeyi reddeden kelimelerden oluşan bir vatan.”
* Fatima Skaik; 21 yaşında, Gazze İslam Üniversitesi'nde bir mimarlık öğrencisi.








HABERE YORUM KAT