
Gazze’de eğitimin gücü
Üniversiteler bombalanırken, profesörler öldürülürken ve kampüsler yerinden edilmiş aileler için sığınaklara dönüştürülürken, okumayı seçmek bir direniş eylemidir.
Huda Saik’in We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
5 Nisan 2025 Cumartesi günü, Gazze İslam Üniversitesi'ndeki diğer binlerce öğrenci gibi ben de hayatımı değiştiren bir karar vererek eğitimime geri döndüm. İki uzun yıl süren sancılı aranın ardından bir kez daha kaydımı yaptırdım. Sonunda bu kararı verdim çünkü hayatımda istikrar istiyorum. Şu anda büyüdüğüm yer olan Gazze Şehri'nde kiralık bir evde yaşıyorum. Ne bir çadırdayım ne de Gazze Şeridi'nin güneyinde yerimden edilmiş durumdayım. Özellikle Gazze Şeridi'nin kuzeyine döndükten sonra ruh sağlığım düzeldi.
Bu kez çevrimiçi dersler aracılığıyla eğitimime geri dönme kararı sadece anlık bir karar değildi; bu meydan okuyan bir direniş eylemiydi. Etrafımdaki koşulların geleceğimi belirlemesine izin vermeyi istemememdi. Soykırımın, yerinden edilmenin ve Gazze'nin yıkımının öğrenmeye olan bağlılığımı yok etmesine izin vermeyeceğim.
Nelson Mandela bir keresinde şöyle demişti: “Eğitim, dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silahtır.”
İsrail için kitaplar silahtır ve eğitim onun en büyük düşmanıdır.
Filistinliler için ise eğitim sadece kişisel gelişim için bir araç değil; hayatta kalma, direniş ve umut aracıdır. İsrail'in korktuğu güçlü bir silahtır.
Bombardıman altında ders çalışmak
Şu anda dilbilgisi, kısa öykü, edebiyat eleştirisi, dilbilim ve çeviri dersleri alıyorum. Bu dersleri, kaydedilmiş dersler, ödevler, slaytlar ve hocalarım ve diğer öğrencilerle etkileşime girebileceğim tartışmalar içeren “Moodle” üzerinden alıyorum.
Her yerdeki pek çok üniversite öğrencisi gibi ben de her gün nasıl ve ne zaman çalışacağımla mücadele ediyorum. Örneğin, saat gece yarısı 12 ve ben yatağımın kenarında oturuyorum; kitaplarım soluk bir ışığın altındaki küçük plastik bir masanın üzerinde duruyor. Telefonumun şarjı %50 civarında. Kardeşlerim uyuyor. Düşüncelerimi yapışkan notlara ve kitaplarımın kenarlarına karalıyorum, sayfalar köşelerden kıvrılıyor. En azından el yazım güzel; bu bana profesörlerimin her zaman söylediği şeyi hatırlatıyor.

Çalışma masam yatağımın üzerindeki küçük plastik bir masa
Gazze'deki pek çok üniversite öğrencisi gibi ben de ani bombalama ve hava saldırılarının yanı sıra vızıldayan insansız hava araçlarının seslerini duyabiliyorum. İnternet bağlantım çok zayıf. Dosyalarımı yüklerken ve “Moodle'a” giriş yaparken sabırlı olmak zorundayım.
Her hafta üç sabah iyi internet bağlantısı olan bir yer bulup tüm derslerimi, videolarımı ve slaytlarımı indiriyorum, böylece geceleri dinleyebiliyorum. İnternete bağlandığım yerin yakınlarında her zaman hava saldırıları duyuyorum.
Derslerimin çoğunda okuduklarımla çevremde olup bitenler arasında bağlantı kurmanın yollarını buluyorum. Çeviriyle ilgileniyorum ve bu derste ABD Başkanı Trump'ın konuşmalarını çevirdim. Dilbilim dersinde dilin özelliklerini öğrendim; beni en çok cezbeden şey dilin “bir sistemin sembolü” olmasıydı. Örneğin, profesörüm “Hanzala” sembolünün Filistin kimliğinin ve meydan okumasının nasıl ikonik bir sembolü olduğu üzerinde durdu.
Ayrıca bir kısa öykü dersi de aldım. Profesörüm bize Ghasan Kanafani'nin “Gazze'den Mektup” adlı ilk öyküsünü verdi. Bu öykü 1956'da yazılmış ama Gazze'deki mevcut durumumuzla çok alakalı. Büyük yıkıma rağmen şehrime ve insanlarıma bağlanmama yardımcı oldu; bu da Filistinliler olarak hayatlarımıza anlam katıyor.
Edebiyat eleştirisine giriş dersinde eleştirinin tanımı, eleştirmenin görevi, Platon'un mağara alegorisi ve Aristoteles'in olay örgüsü üzerinde çalıştım. Ayrıca Sophokles'in Oedipus Rex'ini de analiz ettik. Trajedi üzerine çalışırken, soykırım trajedisinin ortasında Gazze'de bulunma deneyimim ile dünyanın dört bir yanında bu trajediyi okuyan bir izleyicinin deneyimi arasındaki farkı keşfettim. Bu, katlanmak ve gözlemlemek arasındaki farktır; cehennemi yaşamak ve ona uzaktan tanık olmak arasındaki farktır.
Bu soykırımın sonuçlarını her nefes alışımızda yaşıyoruz - sirenler, dronlar, çığlıklar, kayıplar, kalıntılar, kan, yıkım. Açlığı, korkuyu ve hayatlarımıza yönelik sürekli tehdidi hissediyoruz. Bu bizim için bir manşet değil; soluduğumuz hava, üzerinde yürüdüğümüz molozlar, sevdiğimiz insanlar İsrail işgali tarafından teker teker öldürülüyor. Zaman yavaşlıyor, travma bedenlerimize yerleşiyor ve hayatta kalmak günlük direnişimiz haline geliyor. İzleyici için bu bir ekran, bir parşömen, belki bir öfke ya da keder dalgası ama sonra hayat devam ediyor. Bizler bomba sesleriyle uyanık kalırken, seyirciler başka tarafa bakabilir ve güvenle uyuyabilir.

Dersleri, videoları ve slaytları indirmek için iyi bir internet bağlantısı olan bir yer bulmak oldukça zor
Gazze'de yaşamanın zorluklarına rağmen hala sesimi duyurmanın yollarını bulmaya çalışıyorum. Electronic Intifada, The Intercept, Middle East Eye, The Nation, The New Arab ve Washington Report'un yanı sıra We Are Not Numbers'a da makale ve raporlarımla katkıda bulunuyorum.
Küllerden özlemlere
Bir zamanlar özlemlerimin sembolü ve anılarımın çekirdeği olan kampüs, yerinden edilmiş aileler için bir sığınak haline geldi. Ders anlatım sesleri ve öğrenci sohbetlerinin yerini çocuk ağlamaları ve etraflarında yaşanan çılgınlığı anlamlandırmaya çalışan yerinden edilmiş ailelerin konuşmaları aldı. Bir zamanlar içinden geçtiğim binalar şimdi geleceğimizin yok edilişinin sessiz tanıkları olarak duruyor.
Bunu yazarken, kısa bir süre önce sosyal medyada gördüğüm bir şeye tepki gösteriyorum: Gazze İslam Üniversitesi'nin, ailelerin hayatta kalmak için yemek pişirmek amacıyla kitapları yakmak zorunda kaldığı bir sığınağa dönüştürüldüğüne dair görüntüler. Mezuniyet töreni salonunun yanmış ve simsiyah görüntüsü aklımdan çıkmıyor ve bana meslektaşlarımın ve benim sürekli karşılaştığımız zorlu çalışma koşullarını hatırlatıyor. Bu olaya bizzat şahit olmadım, ancak görüntüler hem eğitim altyapımızın hem de entelektüel direnişimizin sembollerinin yok edilişinin keskin bir hatırlatıcısı olarak aklımdan çıkmıyor.
Yeniden inşa edildiğinde Gazze İslam Üniversitesi'nde profesör olmayı hayal ediyorum ve bu benim yol gösterici ışığım olmaya devam ediyor. Bir gün muhabir olma, halkımın hikâyelerini anlatma, ezilenlerin sesi olma ve iktidara karşı doğruyu söyleme hayalim de öyle.
Çalışmalarıma geri dönme kararımın arkasındaki en önemli ilham kaynaklarından biri, çalışmaları beni derinden etkileyen bir akademisyen ve yazar olan Dr. Refaat Alareer'dir. Dr. Refaat bana zorluklar karşısında eğitimin önemini ve Filistin anlatısını korumanın önemini öğretti. Bana en karanlık zamanlarda bile eğitimimizin bizim silahımız olduğunu ve onu cesaretle kullanmamız gerektiğini gösterdi.
Öğrenciliğimin ilk yılında Dr. Refaat'ın bana şiir ya da Shakespeare öğreteceği günü bekliyordum ama ne yazık ki bu asla gerçekleşmeyecek çünkü İsrail onu 6 Aralık 2023'te öldürdü. İsrail işgali, sesimizi susturmak için yürüttüğü sistematik kampanya ile eğitimli bireyleri ve profesyonelleri hedef alıyor. Bilgiyle güçlenenlerden korkuyor, çünkü eğitim özgürleşmenin anahtarıdır.
Ölmeyi reddeden sesler
Dr. Alareer'in yanı sıra Hind Khoudary ve Anas Al-Sharif gibi Filistinli gazetecilerden de derin ilham alıyorum. Onların cesareti soyut değil. Anas Al-Sharif'in Gazze'nin kuzeyinde ağır bombardıman altında çektiği bir haberi izlediğimi hatırlıyorum. Patlama sesleri zorlayıcı olsa bile sesi hiç titremiyordu. “Geriye kalan son sesler olsak bile ve Filistinli gazetecilerin öldürülmesine rağmen konuşmaya devam edeceğiz” diyordu.
Bu isimlerle ilgili bana en çok ilham veren şey, akıl almaz baskı ve tehlikeler altında bile hakikate olan sarsılmaz bağlılıkları. Onlar sadece haber yapmakla kalmıyor, aynı zamanda haberleri yaşıyorlar - çoğu zaman etraflarına düşen bombalar, elektriğe veya internete sınırlı erişim, hayatlarının ve ailelerinin sürekli tehdit altında olması ve açlığa maruz kalmaları. Bu gazeteciler bana, her şeye mal olsa da sesinizi kullanmanın ne demek olduğunu gösteriyorlar. Onların haberlerini sadece haber olarak değil, cesaret, hassasiyet ve güç dersleri olarak inceliyorum. Bana neden yazdığımı, neden çalıştığımı ve neden gazeteci olma hayalim için mücadele ettiğimi hatırlatıyorlar.
Bu acımasız işgalin koşullarının geleceğimi belirlemesine izin vermeyi reddediyorum. Eğitim sadece kişisel bir uğraş değil; kolektif bir direniş eylemidir. Silinmeyeceğimizin bir ifadesidir. Susturulmayacağız. Sesimiz yükselmeye devam edecek ve bilgimiz bizi direnmek, mücadele etmek ve daha iyi bir gelecek hayal etmek için güçlendirmeye devam edecek.
Devam eden soykırıma ve engellere rağmen öğrenmeye devam etmeyi seçiyorum.
Yazmaya devam etmeyi seçiyorum.
Profesör ve gazeteci yazar olma hayallerime tutunmayı seçiyorum.
* Huda Saik, Gazze İslam Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı öğrencisi. Profesör, şair ve yazar olarak bir gelecek hayal ediyor.
Adı ve doğası gereği sakin olan Huda'nın varlığı tutkuyla tanımlanıyor ve çalışkanlığı, azmi ve sarsılmaz odaklanmasına yansıyor. Yürümeyi ve güzel şeylerin fotoğraflarını çekmeyi, karşılaştığı her ayrıntıda güzelliğin özünü yakalamayı seviyor. Gaza City'nin A-Rimal'inin kalbinde yaşıyor ve burada doğanın sayısız harikasına - kışın kucaklaşması, gün batımının senfonisi, ayın nazik ışıltısı ve sakin geceler - duyduğu sevgi ruhuna ilham veriyor ve onu büyülüyor.
Hikâye anlatımının gücüne inanıyor ve Filistinlilerin ruhunu yansıtan kelimeler ve cümleler kaleme alıyor. Gazze'nin özünü aydınlatmaya ve onun derin anlamını dünyayla paylaşmaya çalışıyor.
Çatışmanın kargaşasının ortasında, yazmak onun tesellisi. Günlerini bir amaç ve anlamla dolduruyor. İUG İngilizce Bölümü'nün koridorlarında, şiir ve öykülere duyduğu derin sevgiyle sadece edebiyatı değil, hayatın kendisini de öğreniyor.








HABERE YORUM KAT