1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Endülüs tecrübesinden edinmemiz gereken dersler
Endülüs tecrübesinden edinmemiz gereken dersler

Endülüs tecrübesinden edinmemiz gereken dersler

Taha Kılınç, Endülüs'te kurulan İslami yapının tarihsel, kültürel ve siyasi birikimini inceliyor.

01 Mayıs 2022 Pazar 11:05A+A-

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Endülüs dersleri 

Tam 1311 yıl önce, 711’in bir Nisan günü, Târık bir Ziyâd’ın komutasındaki Müslüman birlikler Mağrib’den İber Yarımadası’na (bugünkü İspanya) geçerken, tarihte yepyeni bir sayfayı açmışlardı. Hristiyanların kendi aralarındaki çatışmalardan yararlanarak kolayca ilerleyen Müslüman fatihler, kısa zaman içinde geniş bir coğrafyada İslâm hâkimiyetini tesis ettiler.

Abbâsîlerin Emevî hanedanına uyguladığı kapsamlı yok edişten kurtulmayı başaran bir prensin -Abdurrahman ed-Dâhil bin Muâviye- 755’te Kurtuba’ya geçişi ve arkasından kurduğu devlet ise, İslâm ve dünya tarihinde “Endülüs Emevîleri”nin sahneye çıkışıdır. Bundan sonrası hem ihtişamlı hem de karmaşıktır. Müslümanlar bir yandan Hristiyanlarla mücadeleyi sürdürürken, diğer yandan da kendi içlerindeki boğuşmalara esir düşmeye başlamışlardır çünkü. Derken, en son, 1492’de Gırnata Nasrîlerinin Katolik hükümdarlara teslim olmasıyla, Endülüs tarihinde bir devir kapanır. İlk fetihlerden son perdeye kadar geçen zaman tam 781 yıldır. Uzun ve ibret dolu, yaklaşık 8 asır…

Müslüman fatihlerin İspanya’ya ilk ayak basışlarının yıldönümünü idrak ederken, Endülüs serüvenimizden çıkarılabilecek başlıca 8 dersi şöylece sıralamak mümkün:

1. İlk nesillerin İslâm’ı yayma gayreti, çağlar boyunca hepimize örnektir

Târık bin Ziyâd’dan çok önce, Kuzey Afrika’yı fetheden meşhur komutan Ukbe bin Nâfi’nin Atlas Okyanusu kıyısına geldiğinde, atını denize doğru sürüp şöyle yakardığı rivayet edilir: “Ya Rabbi, eğer karşıma şu deniz çıkmamış olsaydı, senin adını duyurmak için dünyanın öbür tarafına giderdim!” O dönemin şartlarını düşündüğümüzde kat edilen mesafeler ve katlanılan meşakkatler, akılları durduracak seviyededir.

2. İç çatışma tuzağına Müslümanlar da düşmüştür.

Müslümanların Avrupa içlerine doğru ilerlemesi, Hristiyanların kendi aralarındaki çekişmelerden faydalanmak suretiyle olmuştu. Sonraki dönemlerde ise, aynı rekabet ve çatışmalar Müslümanlar arasında da patlak verdi. Böylece terazinin kefeleri yer değiştirirken, adım adım başlayan fetihler, adım adım geri çekilişle sonuçlandı.

3. Gırnata Nasrîleri, kendi devletlerini İşbiliyye ve Kurtuba’nın düşüşüne borçluydular. Ancak kendileri de yok olmaktan kurtulamadılar.

Hristiyanlar hükümdarlar, Müslümanların elindeki Kurtuba’yı 1236’da, İşbiliyye’yi de 1248’de ele geçirirken, Müslüman kabile Benî Ahmer’den destek almışlardı. Kabilenin reisi Ebû Abdullah Muhammed, bu yardımlarının karşılığında Gırnata’ya hâkim olmakla ödüllendirildi. Ne var ki, 260 yıl sonra, kurduğu Nasrî hanedanı da Hristiyanlara yem oldu.

4.Endülüs’te meydana getirilen medeniyet, ihtişam ve mimarî harikalar, Müslümanların cephesinde “cihad ruhu”nun yok olmasıyla eş zamanlıdır.

Elhamra Sarayı başta olmak üzere, bugün Endülüs dendiğinde akıllara gelen birçok eserin inşa edildiği dönemlerde, Müslümanların kendi aralarındaki çatışmaların da zirveye ulaştığı görülür. Kuvvet ve öfke ortak düşman yerine, kardeşlere yöneltilmiştir. Böylece birbirine düşman kale şehirlere hapsolan Müslümanlar, estetik ve süse yoğunlaşmış, daracık alanlarda olağanüstü eserler vücuda getirmiştir.

5. Endülüs’ün yetiştirdiği birçok ismin kıymeti, çok sonraları anlaşılmıştır.

Endülüs’ün uzun ve bol serüvenli tarihi boyunca yetişen ve eser veren birçok isim, yaşadıkları dönemden çok zaman sonra kıymetlenmiştir. Bu kategorideki belki en önemli isim, Gırnatalı meşhur fıkıh âlimi ve usulcü Şâtıbî’dir (1320-1388). Günümüzde kabri bile belli olmayan Şâtıbî, kendi zamanında kıymeti bilinmeyen bir şahsiyetti. Bugün ise, kaleme aldığı ölümsüz eseri Muvâfakât ile dünya çapında şöhrete sahiptir.

6. İnsan tarihin hangi döneminde yaşayacağına karar veremediğine göre, her dönemin sınavına hazırlıklı olmak gerekir.

Târık ve askerlerinin imtihanıyla 1200’lerin Endülüs’ündeki şartlar çok farklıdır. Hristiyanlar için “asla bitmeyecek” gibi görünen 8 asrın sonunda İslâm hâkimiyeti sona ererken yaşananlar ise, Endülüs medeniyetinin en acı sayfalarını oluşturur. Bir zamanın hâkimleri artık mahkûm olmuş, esir düşmüş, din değiştirmeye ve sürgüne zorlanmaya başlamıştır.

7. Tarihi tek bir düzlem üzerinden okumamak gerekir.

Müslümanların Endülüs’teki hâkimiyeti sona ererken, doğuda Osmanlılar yükselecek, onları da daha doğuda Bâbürlüler takip edecekti. Gırnata’nın son sultanı Ebû Abdullah, sürgün bir kral olarak Mağrib’in Fes şehrinde son nefesini verirken, İstanbul’daki Osmanlı tahtında Kanûnî Sultan Süleyman oturuyordu.

8. Her İslâm toprağı, bir gün elden çıkabilir. Sürekli tetikte olmak gerekir.

Endülüs tecrübesinden çıkacak belki de en önemli ders budur. Endülüs yaklaşık 800 yıl, Hindistan 600 yıl, Balkanlar 600 yıl tamamen İslâm’ın hâkim olduğu topraklardı. Sonrasında yaşananlar malum. Tarihi ibret almak için okuyacaksak, meselenin bu yönüne ağırlık vermek en doğrusu olacaktır.

HABERE YORUM KAT

5 Yorum