1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Annelik hiç bitmeyen bir cenazeye dönüştüğünde
Annelik hiç bitmeyen bir cenazeye dönüştüğünde

Annelik hiç bitmeyen bir cenazeye dönüştüğünde

Katliamlar sırasında annelik dönüşür: şefkatten yasa, beslemekten hayatta kalma mücadelesine, bir kayıp dersine ve ölmek gibi hissettiren bir hayatta kalmaya dönüşür.

18 Haziran 2025 Çarşamba 22:42A+A-

Mohammed Abu Muheisen’in palestine-studies’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.


Felaket zamanlarında ölüleri sayanlar, belgeleyenler, çetele tutanlar ve feryat edenler vardır. Ancak felaketin kalbinde, geride kalan kan lekeleri, yatak kalıntıları, bebek dişleri ve minik ayakkabılarla çevrili - defteri ya da kamerası olmadan, sadece kanayan bir hafızayla - duran her zaman “annedir.” Sadece bir anne bilir ki katliam bombalar düştüğünde değil, çocuğunun sesi artık evde yankılanmadığında, hikâyesi yarıda kesildiğinde, çocuğunun alnındaki teri silerken hayali ellerinden alındığında başlar.

Bombalar düştüğünde, sadece evlerin üzerine düşmezler. Yazılan hikâyeleri, söylenen şarkıları ve asla tam olarak tutulamayan kucaklaşmaları da vururlar. Ve annelik en acı verici haliyle orada başlar.

Gazze, 2023

Hastanenin girişinde bir anne durmuş, zar zor gökyüzüne ulaşan bir dua fısıldıyordu: "Allah’ım, kızımı iyileştir. O benim tek kızım. O şehit oldu... Ama onu iyileştir." Küçük bedeni çoktan morga kaldırılmış olsa da, sözleri umutsuz bir umutla doluydu.

Burada acı, bombaların sayısıyla değil, haber bültenlerinde asla yer almayan bu tür kırık dökük yakarışlarla ölçülüyor. Gerçek acı çığlık atmaz; fısıldar. Ve daha büyük felaket çocuğun ölümü değildir. Annesinin hala onun dönüşünü bekliyor olmasıdır.

Gazze'de dualar umduğumuz şekilde yanıtlanmaz ve zaman gerçeğe yer bırakmaz. Kaybetmekten daha zor olanı, kalbin hala sevilenin henüz gitmediğine inanmasıdır - bir zamanlar ellerinizden geçen bir hayatı beklerken, ölümün onu tamamen alıp götürmediğinde ısrar ettiğinizde.

Gazze, Kış 2024

Ambulans kameraları tarafından çekilen bir sahnede, çıplak ayaklı bir kadın yerde oturmuş, kana bulanmış bir bez parçasını tutuyor ve üzüntüyle fısıldıyordu: “Kollarımda uyuyordu.” Çocuk görünmüyordu - vücudu bombardıman tarafından tüketilmişti - ama annesi onu hala görüyordu. O anda onunla konuştu, nazikçe uyanmasını istedi. Bunun gibi sahneler katliam zamanlarında nadir değildir; bunlar günlük, tekrarlanan gerçekliktir. Burada anne annelik yapmıyor, anneliği bitmeyen bir cenaze olarak yaşıyor.

Annelik sadece doğum değildir. Küçük bir bedenin sıcaklığını kontrol etmek için gecede beş kez uyanmak, bir şişe süt hazırlamak, bir çocuğu silah seslerinden ve kaostan korumaktır. Ancak Gazze'de annelik bir direniş eylemine dönüştü; kayıplara ve unutkanlığa direnmek. Ev bir kratere, kucak bir tabuta dönüştüğünde annelik içgüdüsünün ne anlamı kalır?

Bu kararlı annelik biçimi, yıkıntılar arasında yaşamın nabzını tutan şeydir. Etrafında dönüp duran ölüme meydan okuyarak yumuşak bir sesle dualar fısıldamaya devam eden şeydir.

Rana; üç çocuk annesi, 34 yaşında

Rana bir ses kaydı paylaştı:

"Mermi isabet ettiğinde kaçmadım. Çığlık atmadım. Yaptığım ilk şey çocuklarımı kucaklamak ve onları vücudumla örtmek oldu. Yaşayıp yaşamayacağımıza dair hiçbir fikrim yoktu. Birinin ölmesi gerekiyorsa bu ben olayım diye düşündüm."

Bu, medyanın sıklıkla tasvir etmeyi sevdiği gibi bir kahramanlık değil. Bu, katliamların yaşandığı bir dönemde annelik: bir annenin çocuğu yaşasın diye ölmesi, çocuğu kurtulanlar listesine yazılırken kendi adının unutulması.

Ancak tüm çocuklar hayatta kalamıyor.

Du'a - Tek kızı Hala'yı (4 yaşında) kaybeden bir anne

Acılı bir anne bir gazeteciye şunları söyledi:

"Sandaletlerini giyme şansı olmadı... Yalınayak öldü. Bir dakika önce gülüyordu. Bana bisküvi istediğini söyledi."

Bir anne böyle bir sahneden sonra kalbini nasıl iyileştirir? Artık bedeni olmayan bir çığlıktan nasıl kurtulur? Annelik burada hayatta kalmanın laneti haline gelir. Bir anne çocuğunu kaybettikten sonra asla eskisi gibi olamaz. İkiye ayrılır: bir yarısı molozların altında gömülüdür, diğer yarısı ışıkta parçalanmıştır.

Katliam zamanlarında annelik anlamından sıyrılır. Rutin kontroller yok, güvenli hastaneler yok, aşılar yok, okullar yok, hayaller yok. Bugün Gazze'deki anneler çocukları için eğitim ya da aşı istemiyor. Onlar sadece bebekler ve savaşçılar arasında ayrım yapmayan bombardımandan saklanacak güvenli bir yer istiyorlar.

Keder bile ondan esirgenen bir lüks. Hala gömülmesi gereken cenazeler, teselli edilmesi gereken başka çocuklar, bir şekilde bulunması gereken ‘su’ var. Dünya, iki çocuğunu kaybetmiş ve geri kalanını hala büyütmekte olan anneyi görmüyor. Kimse bu kadının aldığı her nefesin bir kahramanlık eylemi olduğunu ve evinin yıkıntıları arasında attığı her adımın bir direniş sahnesi olduğunu görmüyor.

Hamile Anneler: Daha Karmaşık Bir Hikaye

28 yaşındaki Samar, Şucaiye'deki evi bombalandığında yedi aylık hamileydi. Enkazdan ağır yaralı olarak çıkarıldı, ancak doğmamış çocuğu geçici olarak hayatta kaldı.

Samar, okula dönüştürülen bir sığınağın zemininde yatarken konuştu:

"Bana dinlenmem gerektiğini söylediler... Ama nerede? Yatak yok, çatı yok, bombalama sesinden başka ses yok... Nasıl dinleneceğim?"

Bebeği iki ay sonra düşük kiloda doğdu ve sadece bir hafta yaşayabildi.

Dünyanın birçok yerinde bir anne doğum yaptığı için onurlandırılır.

Gazze'de ise adı ölüler, yerinden edilenler ya da şehit anneleri siciline kaydediliyor.

Mayıs 2025: Devam Eden Soykırımın Ortasında

Gazze'deki soykırım devam ederken ve ben bu makaleyi yazarken, her biri sivil trajediyi, özellikle de yıkım anlarında sevdiklerini kaybeden kadınların ve annelerin acılarını yansıtan daha üzücü hikâyeler ortaya çıkıyor.

Han Yunus'taki Nasır Tıp Kompleksi'nde çalışan Dr. Alaa Al-Neccar, insani görevini yerine getirirken, evlerini yerle bir eden bir hava saldırısında on çocuğundan dokuzunun öldüğü haberini aldı. Kocası ve onuncu çocuğu ise ağır yaralanmıştı. Alaa çocuklarına asla veda edemedi; bedenleri tanınmayacak şekilde yanmıştı. Yine de, bu tarifsiz kaybın ardından şöyle dedi: “Onlar Rableri ile birlikte yaşıyorlar, rızıklandırılıyorlar.” Sözlerinde sabır ve inanç yankılanıyordu. Onun hikâyesi Gazze'de tek değil; Filistinli kadınların çektiği acıların derinliğini yansıtan binlerce hikâyeden biri.

Tüm bunlar olurken dünya tartışıyor: Bu savaş haklı mıydı? Verilen karşılık orantılı mıydı? Sanki anneler sadece tali hasarmış gibi, sanki insan hayatları siyasi bir terazide tartılabilirmiş gibi. Ancak bir anne tek bir gerçeği bilir: Kaybettiği bebeğinin sıcaklığının yerini hiçbir şey tutamaz - ne bir BM kararı, ne bir soruşturma komitesi, ne de bir dayanışma konuşması.

Katliam zamanlarında annelik tek dürüst anlatı haline gelir, çünkü kimse çocuğu için ağlarken yalan söylemez. Bir anne savaş alanı değildir, ancak işgalin vahşeti, siyasetin soğukluğu ve artık insanı görmeyen ideolojiler arasında, çocukların yatak odalarından uzakta alınan kararlarda zorla merkeze yerleştirilir.

Bir fotoğrafta, bir anne sanki çocuğuymuş gibi bir okul çantasını tutuyor. Birisi fotoğrafın altına şöyle yazmış: “Bu kadının nelere katlandığını anlamak için belki de bir yüzyıl geçmesi gerekecek.” Ancak gerçek daha basit: bir yüzyıla ihtiyacımız yok. Bir vicdana ihtiyacımız var.

Katliamlar sırasında annelik dönüşür: şefkatten yasa, beslemekten hayatta kalma mücadelesine, bir kayıp dersine ve ölmek gibi hissettiren bir hayatta kalmaya dönüşür. Hayatta kalanların ille de hayatta olmadıklarını ve çocuğunu kaybeden bir annenin dilinin, zihninin ve kalbinin bir parçasını kaybettiğini her gün hatırlatan bir şey haline gelir.

Gazze'de her anne göğsünde bir mezarlık ve bir çocuğun ayakkabısı büyüklüğünde minik anılar taşıyor. Ve geriye kalanları kucaklamaya yönelik her girişimde annelik çığlık atıyor: “Bu dünyada sevgi için güvenli bir yer kalmadı.”

 

*Mohammed Abu Muheisen, Gazze'deki kolektif hafızayı ve gündelik hayatı belgeleyen Filistinli bir eczacı.

HABERE YORUM KAT