1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Ali Bulaç: Hem Nalına, Hem Mıhına!
Ali Bulaç: Hem Nalına, Hem Mıhına!

Ali Bulaç: Hem Nalına, Hem Mıhına!

Gezi Parkı olaylarının muhasebesi salim kafayla yapılmazsa çıkacak sonuç isabetli olmaz!

27 Haziran 2013 Perşembe 16:29A+A-

HAKSÖZ-HABER

Gezi Parkı olayları tartışılmaya devam ederken, birileri de günah çıkarma seanslarına başlamış görünüyor. Zaman yazarı Ali Bulaç çalıştığı gazetenin yayın politikasına da uygun olarak hem nalına hem mıhına vurmaya devam ediyor. Bugünkü yazısı bu tutumun tipik bir örneği. Süreci doğru tespit eden cümleler ile kafa karışıklığını yansıtan, hatta kafa karıştırmaya yönelik ifadeler yan yana.

Yazar hadisede üç önemli boyut sıralıyor. Kalkışmaya katılan, yönlendiren kesimleri güzelce sıralıyor. Ama tespiti içinde ilginç bir de yaklaşım sergiliyor. İkinci boyutta sıraladığı Kemalist darbesever kesimleri tanımlarken, bunların eylemlerinin sürece desteği azalttığını ifade ediyor.

Bundan ne anlıyoruz? Bir, bu kesimi olaya sonradan katılan bir zararlı güruh olarak görüyor. İki bunların katılımının “hükümetin yanlış politikalarına iyi niyetle tepki gösterenleri”n eylemini zayıflattığını vurgulayarak sonuç olarak olayın kendisini olumlamış oluyor. Oysa kirli olan, yanlış olan, karşı çıkılması gereken şey, Kemalist darbeseverlerin süreçte icra ettikleri bazı eylemler, kimi aşırılıklar değil sadece, kirli olan olayın bizatihi kendisidir. Çünkü olayın kendisi zaten darbeci, İslam düşmanı ruh hali üzerinde şekillenmiştir. Yine olaya sonradan katıldığı iddia edilen güruh bu olayın tam merkezindedir, bizatihi sahibidir. Tabi olayı hala ağaç sevgisi ile açıklamaya çalışan basiretsizlere diyecek söz yok elbette.

Yazar ayrıca AK Parti yi hedefe koymuş uluslararası bir iradeden söz ediyor. ABD ve AB’yi sayıyor. Güzel ama eksik. Rusya nerde burada? İsrail nerede? Ya İran ve peyki konumundaki Suriye? Bu kirli ittifakta bunların durduğu yeri görmek bu kadar zor mu? Yoksa gerçeği itiraf etmek ağır mı geliyor?

Ne enteresandır ki, Ali Bulaç yazısının sonunda getirip yine hükümetin Suriye politikasının yanlışlığını sıkıştırmış! Bunca sözden sonra bunca tehlike alarmından sonra hala Suriye politikası üzerinden hükümeti eleştirmek gerçekten akıl almaz bir vicdansızlık. Ne yazık ki, Ali Bulaç artık şaşırtmıyor!   

***

Üçüncü hamle

Ali Bulaç / Zaman

Taksim-Gezi Parkı merkezli kalkışma provası sosyolojik temelini kaybedip belli odaklarla ilişkili örgütlerin alışageldiğimiz şiddet yüklü eylemlerine dönüştü.

Bu forma dönüşmesiyle “tehlike”nin de önemli ölçüde ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Şimdi olayın çok yönlü boyutları üzerinde soğukkanlı düşünüp gerçekçi analizler yapmanın, doğru sonuçlar çıkarmanın zamanıdır. Kişisel değerlendirmeme göre olayın üç önemli boyutu var:

a) Sosyolojik boyut. Bu boyutu 6 Haziran tarihli yazımda bireysel mutsuzlar, gayrı memnunlar, kızgınlar, iyi niyetli çevreciler; orta sınıfın mağduriyetini öne çıkaran çarşı; ve haklı gerekçelerle tedirgin olan Aleviler.

b) Siyasi boyut. Eski Türkiye’nin özlemi içinde olan ulusalcıların, örgütlerin, paramiliter güçlerin, Ergenekoncuların AK Parti hükümetine karşı şiddete dayalı yürüttükleri eylemler.

c) Küresel boyut. Mısır’dan Brezilya’ya Türkiye’den Endonezya’ya yeryüzü ölçeğinde içten içe başlayan kaynamalar, giderek daha da büyük şiddetle ortaya çıkacak olan kent merkezli sosyal patlamalar.

Taksim kalkışmasını kadük hale getiren önemli faktör (b) şıkkında zikrettiğimiz koalisyonun yürüttüğü şiddet eylemleri, babadan kalma eylem alışkanlıkları; Türkiye’yi tekparti veya 28 Şubat sürecine geri götürme niyetleri; muhafazakâr-dindar geniş çevrelere karşı kontrol edemedikleri öfke ve husumetleri ile iktidarların ancak seçimle/sandıkta tayin edildiği demokrasilerde “sokak gösterileri ve kalkışması”nı kullanmak suretiyle yönetim değişikliğine gitmeleri. Bu geniş halk kitlelerinde büyük kaygılar uyandırdı, dindarlara olan husumetleri açığa çıkanların sokakta başörtülülere başlayan aleni tacizleri Gezi Parkı’nın sosyolojik desteğini zayıflattı, ülkede bir anda “Ne oluyoruz, Türkiye Baas tipi cuntacıların eline mi geçiyor?” diye tehdit algılanmaya başladı. Taksim merkezli kalkışmanın doğrudan R. Tayyip Erdoğan’ı hedef aldığı anlaşıldığında -ki yine 6 Haziran tarihli yazımda bunun altını çizmiştim- işin rengi değişmeye başladı. Bu köşede ağırlıklı olarak olayın “sosyolojik ve küresel boyutu” üzerinde durmaya çalıştım. Çünkü siyasi ve uluslararası faktörler, komplolar ve hesaplar büyük ölçüde sosyoloji üzerinden yürütülür. Böylesine önemli olaylar tabii ki komplolardan bağımsız düşünülemez, ama salt komplo teorileriyle de açıklanamaz; dünkü yazısında Mustafa Akyol bu tür olayların toplumsal boyutu ile komplo boyutunu doğru biçimde ortaya koymuştu. Gezi Parkı projesine, hükümetin yanlış politikalarına iyi niyetle tepki gösterenleri komplonun parçası olarak göstermek büyük haksızlık; polisin aşırı şiddetini tolere etmek ayıptır. Uluslararası boyutuyla ilgili şu hususa dikkat çekmek gerekir:

a) Uluslararası merkezi bir irade -ki içinde ABD, AB var- AK Parti ile mücadeleye karar vermiş bulunmaktadır. Kılıçlar çekilmiş bulunuyor, söz konusu irade Türkiye’ye önemli mesajlar veriyor, bazı iç ve bölgesel politik ve stratejik tutumlarından hoşlanmadığını anlatıyor. Bundan sonra iki taraf arasında ciddi güven sorunu yaşanacak, işler eskisi gibi olmayacaktır. b) Birinci hamle Reyhanlı idi; ikinci hamle Taksim üzerinden yapıldı. Şimdi “üçüncü hamle” ne olabilir, ona bakmak lazım. c) Çok yönlü ve gerçekçi değerlendirmeler yapılmadığı, gerekli adımlar atılmadığı takdirde üçüncü hamle yıkıcı olabilir.                                                            

Belirtmek gerekir ki, “dost ve müttefikler” acımasızdır; onlara meydan okurken heybemizin içine çok iyi bakmamız lazım. Eğer güvence “yükselen ekonomi” ise, küresel piyasa ile entegre olmuş ekonomiyi kısa sürede felç ederler; “demokrasi” ise şiddet yüklü örgütlerin provokasyonu ve terörüyle bizi “güvenliği ve asayiş”i özgürlüklerin üstüne geçirmeye mecbur ederler; bir bakmışız sivil siyaset askerin yardımına muhtaç hale gelmiş. Kişisel kanaatime göre olayın bölgesel kalbinde Suriye, son iki yıl takip etmekte olduğumuz yanlış bölge politikası, hâlâ belirsizliğini koruyan Kürt sorunu, bir türlü olacağına ilişkin ciddi belirtilerin görünmediği yeni anayasa yatmaktadır.

 

HABERE YORUM KAT

9 Yorum