
İlahiyat ve diyanet eğitimlerinde İslami özgünlük geliştirilebilir mi?
20. yüzyıldan itibaren bizlere dayatılan ulusal dindarlıktan veya post-İslamcı melez ve kirli kimliklerden arınmanın veya hicretin zorunluluğunu belirtmeli ve uygulamalıyız.
Hamza Türkmen / Haksöz Haber
Geçen haftaki yazımızda dinimizin temel kitabı Kur’an’ı talim etmemizden (3/79), onun açık ayetleriyle amel etmemiz ve kapalı vahyi lafızları ise başta Resulullah (s) olmak üzere yetkin bilginlerin, rasihunun delillerini tahkik ederek öğrenmemiz gerekliliği üzerinde durmuştuk. Çünkü Zuhruf sûresindeki açık olan iki ayeti hatırlatmıştık ki bu ayetlerde Rabbimiz Haşr günü bizlere “vahyedilen Kur’an’dan sorulacağını” açıklamakta (43/43-44) olduğunu vurgulamıştık.
Tevbe sûresinde belirtildiği üzere “rabbler edinilen ahbar ve ruhban” (9/31) gibi İslamî kavramlarda din adamlığı sınıfı yoktur. Herkes dininin adamı, uygulayıcısı ve şahidi olmalıdır. Allah’a iman edip gereği gibi haşyet duyup salih amel işleyen bütün müminler zaten “âlim”dir (35/28). Çocukluk, ergenlik, rüşd ve olgunluk yaşlarımızın her birinde ayrı ayrı Kur’anî ve İslamî eğitimin ve talimin düzeyi de formu da gelişen bir merhale izler.










