
1948'den bugüne, hiç bitmeyen bir Nekbe
Yetmiş yedi yıl önce büyükbabam evinden zorla çıkarıldı. Şimdi aynı travmayı Gazze'nin yıkıntıları arasında yeniden yaşıyorum.
Ghada Abu Muaileq’in al-Jazeera’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
15 Mayıs 1948'de Siyonist milisler Beerşeba'daki köylerine saldırıp ailesini kaçmaya zorladığında büyükbabam Said henüz altı yaşındaymış. Patlamaların ve bombardımanın dehşetinden kaçarlarken annesi onu kucağında taşımış. En yakın sığınak Gazze Şehri'ydi. Birkaç gün derme çatma çadırlarda kalmayı umarak gelmişlerdi, yakında evlerine ve verimli topraklarına döneceklerinden emindiler.
O zamanlar geçici kalışlarının onlarca yıla yayılacağını, çadırların kalıcı beton barınaklara dönüşeceğini bilmiyorlardı. Tutundukları evin anahtarlarının paslanacağını ve nesilden nesile aktarılan bir geri dönüş hakkının sembollerine dönüşeceğini bilmiyorlardı - 77 yıl - ve aynı şey devam ediyor.
Hayatımın büyük bölümünde Nekbe geçmişte kaldı, büyükbabamın anlattıklarıyla bana miras kalan bir trajediydi. Ancak 2023'ten beri Gazze'de kendi Nekbe'mi yaşıyorum - bu kez gerçek zamanlı olarak, akıllı telefon kameraları ve televizyon ekranlarının merceği altında. Bir zamanlar büyükbabamı kovan milisler, dünyanın en gelişmiş ordularından birine sahip bir devlet haline geldi ve sadece özgürlük ve haysiyet talep eden kuşatılmış bir sivil nüfusa karşı ölümcül silahlar kullanıyor.
Ekim 2023'te İsrail, büyükbabamın yaşadıklarını ürkütücü bir şekilde yansıtan bir zorla yerinden etme kampanyası başlattı. Kuzey Gazze sakinlerine güneye doğru tahliye emri verildi - ancak bu bölgeler de bombalandı. Bütün aileler saatlerce yalın ayak, sadece taşıyabildiklerini taşıyarak yürüdüler. İnsanlar bir kez daha kendilerini çadırlarda buldular - bu kez plastikten değil, hurdalardan, kumaşlardan ve onları sert güneşten veya acı soğuktan koruyabilecek her şeyden yapılmışlardı. Kurşunsuz ölümle karşı karşıya kaldık. Yeni doğanlar soğuktan ve susuzluktan öldü. Çocuk felci ve sıtma gibi dünyanın neredeyse kökünü kazımış olduğu hastalıklar sağlıksız koşullar nedeniyle geri döndü. İsrail ablukasını sıkılaştırarak gıda, ilaç ve temel ihtiyaç maddelerinin girişini engelledi. Dünya Gıda Programı'na göre Gazze nüfusunun yüzde 96'sı şu anda orta dereceden felakete kadar değişen gıda sıkıntısı çekiyor. Dünya Sağlık Örgütü beş yaş altı çocuklar arasında yetersiz beslenmeden kaynaklanan en az 32 ölüm vakasını teyit etti ve bu sayının artacağı konusunda uyarıda bulundu.
Şimdi bir zamanlar büyükanne ve büyükbabalarımızın yaşadığı gibi yaşıyoruz: elektrik yok, akan su yok, odun üzerinde veya toprak fırınlarda yemek pişiriyoruz. Çocuklar boş mideyle uyurken duman havayı dolduruyor ve annelerin ciğerlerini tıkıyor. Eşek arabaları, yakıt kıtlığı nedeniyle yok olan ya da kullanılamaz hale gelen arabaların yerini aldı. İşgal bizi sadece topraklarımızdan değil, yaşamın en temel unsurlarından da mahrum bıraktı.
İlk Nekbe'ye tanık olan dedem ikinci Nekbe'den sağ çıkamadı. Bir yıl süren acı, açlık ve tıbbi bakım yokluğundan sonra Ekim ayında vefat etti. Birkaç ay içinde vücut ağırlığının yarısını kaybetmişti. Bir zamanlar gururlu bir atlet olan güçlü vücudu bir deri bir kemik kalmıştı. Son günlerinde yatalak bir halde, ilaçsız, doğru düzgün beslenmeden ve hiçbir rahatlama olmadan sessizce felçlere ve acıya katlandı. Hala 11 Ekim'deki son kucaklaşmamızı hatırlıyorum. Sessiz bir vedaydı. Çok fazla savaşa tanıklık etmiş ve çok fazla hayali gömmüş bir adamın buruşuk yanağından bir damla gözyaşı süzüldü. O gözyaşı kelimelerin asla söyleyemeyeceği şeyi söylüyordu: gitme vakti gelmişti. Ve kendime sordum: Savaş olmasaydı hayatta kalabilir miydi? Son aylarını açlık yerine ilgiyle geçirebilir miydi?
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu açıkça iki milyon Filistinlinin Gazze'den sürülmesi çağrısında bulundu. Netanyahu'nun bu söylemi, İsrail'in onlarca yıllık planlarını teyit etmekte ve şimdi ABD'den tam destek almaktadır. Bu planlardan biri “gönüllü göç” diliyle gizlenmiş olsa da gerçek gönüllülükten çok uzaktır. Gazze'de hayat yaşanmaz hale getirilmiştir.
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'ne göre 1 Temmuz itibariyle 36 hastaneden 32'si dâhil olmak üzere Gazze'deki sağlık tesislerinin yüzde 85'i yıkıldı ya da hasar gördü. Eğitim sektörü de aynı şekilde harap olmuş durumda: UNICEF, Gazze'deki okul ve üniversitelerin yüzde 80'inin artık işlevsel olmadığını ve en az 94 akademisyenin öldürüldüğünü bildirdi.
Saldırı, Nekbe'den bu yana Filistinli mültecilere destek veren BM kuruluşu UNRWA'ya kadar uzanıyor. İsrail parlamentosu UNRWA'nın Filistin topraklarındaki faaliyetlerini yasaklarken aynı zamanda gıda depolarını bombalıyor ve bağışçı ülkelere fonlarını kesmeleri için baskı yapıyor. Neden mi? Çünkü UNRWA'nın varlığı dünyaya mültecilerin yasal geri dönüş hakkını hatırlatıyor. İsrail bu hafızanın - ve tüm fiziksel izlerinin - silinmesini istiyor.
Bu hakkın sembolleri olan mülteci kamplarının tamamı bombalarla yerle bir edildi. Kuzeydeki Cibaliye ve Şati ile güneydeki Han Yunus ve Refah gibi kamplar toplu mezarlara dönüştürüldü. Bir zamanlar nesillerin hayallerine ve meydan okumalarına ev sahipliği yapan bu kamplar artık sadece ayrılmayı reddedenlerin kemiklerine beşiklik ediyor.
O yüzden tekrar soruyorum: Büyükbabamın topraklarına dönme hayali gerçekleşecek mi? Yoksa tarih zalim çarkını döndürmeye devam ederek sürgün ve acılarla dolu yeni bölümler mi açacak? Ve bir gün ben de kendi çocuklarıma Nekbe'mizi ve geri dönüş hayallerimizi anlatacak mıyım - tıpkı büyükbabamın bir zamanlar bana anlattığı gibi?
*Ghada Abu Muaileq, Gazze'deki İslam Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı ve çeviri öğrencisi. Gazze'deki savaş hayatından makaleler ve hikâyeler yazıyor, İsrail işgali tarafından kendilerine dayatılandan daha iyi bir hayatı hak eden bir halkın deneyimlerini belgeliyor. Electronic Intifada, We Are Not Numbers, Truthout ve Institute for Palestine Studies gibi çeşitli platformlarda yayınları bulunmaktadır.








HABERE YORUM KAT