1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Her Şeyi Alemlerin Rabbi Allah İçin Kılmak!
Her Şeyi Alemlerin Rabbi Allah İçin Kılmak!

Her Şeyi Alemlerin Rabbi Allah İçin Kılmak!

Müslümanlar olarak sürekli imtihan içindeyiz. Gündelik hayatımız, farklı insanlarla alışverişlerimiz, kurduğumuz ilişkiler, aile içinde, işyerinde, akrabalarla veya eş dost ile birlikteliklerimiz hep büyük bir imtihan alanının parçalarıdır.

04 Ağustos 2011 Perşembe 01:50A+A-

Her Şeyi Alemlerin Rabbi Allah İçin Kılmak!

Rıdvan Kaya

Kur'an-ı Kerim'de Müslümanın hayata, dünya ve içindekilere, ezelden ebede aleme bakışının ne olması gerektiği Enam Suresinin 162. ayetinde gayet açık ve özlü biçimde hatırlatılmaktadır:

"De ki: 'Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir.'"

Burada dikkat edilecek olursa hiçbir istisna olmaksızın, var olan ve tahayyül edilebilecek her şeyin Allah için olması gerektiği, Allah'a adanması gerektiği vurgulanmaktadır.

Allah'ın dinine tabi olmak ve buna uygun bir hayat sürmek bir Müslümanın her şartta ve zamanda benimsemesi gereken temel prensip, değişmez bakış açısıdır. Bununla birlikte şu da bir gerçek ki, içinde bulunulan koşulların etkisi, dünyevi bir takım hesaplar, kitaplar ve elbette hepsinin temelinde yatan iman zafiyeti bizleri zaman zaman inandıklarımızdan farklı pratiklere sevkedebilmekte, inandıklarımızla birebir örtüşmeyen tutumlar takınmayı getirebilmektedir.

Müslümanlar olarak sürekli imtihan içindeyiz. Gündelik hayatımız, farklı insanlarla alışverişlerimiz, kurduğumuz ilişkiler, aile içinde, işyerinde, akrabalarla veya eş dost ile birlikteliklerimiz hep büyük bir imtihan alanının parçalarıdır. İslam'ın siyaseten, ahlaken, kültürel açıdan, sosyal ve eğitimsel açıdan hakim olmadığı; mevcut toplumsal yapıya hakim renk olarak yansımadığı ortamlarda imtihan şüphesiz daha bir zorlu ve sıkıntılı geçer.

Bu yüzdendir ki, örneğin Resulullah (s) efendimizin ashabını düşündüğümüzde, Mekke şartlarında iman etme olayı, mesela bir Medine'ye göre daha az tercih edilen bir şey olmuştur. Yine örneğin Habeşistan'a, yani farklı bir kültürel coğrafyaya hicret etmek zorunda kalan müminler arasından zaman içinde o toplumun hakim kültürünün etkisinde kalarak eriyenler çıkabilmiştir. Bu doğaldır da! Çünkü kişi çevresinden çok farklı etkileşimlere açıktır. Ve gayrı İslami, gayrı ahlaki ve insani etkilerin yoğunlaştığı ortamlarda insanların buna karşı zaafları belirebilir, dirençleri ise azalabilir.

Bu tehlikeden korunmanın yolu direnmek, iman edilen değerlere sıkı sıkıya sarılmak, aynı değerleri paylaşan Müslümanlarla birlikte cemaat sorumluluğunu yüklenmek ve hayırlı ortamları birlikte solumaktan geçer. Kendi aralarında merhametli, düşmanlara karşı ise sert ve şiddetli olma buyruğunun hayatımızda tezahür etmesi şarttır.

Hayat boşluk kabul etmiyor. İlahi olanla, vahye müstenid olanla dolduramadığımız her şey, her mekan ve zaman şeytanın ve dostlarının bize karşı açtığı savaşta kazandığı, ele geçirdiği mevzilerdir. Ve şeytanın ve dostlarının oluşturduğu tahribat ve yıkımı bir çırpıda silip atabilmek çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Kendinden bir eser, bir kirlilik çoğu kez kalabilmekte, bu da İslami kimliği, bünyeyi aşındıran bir zararlıya dönüşebilmektedir. Bu yüzden geldikten sonra tedavi etmekle uğraşmak yerine, mikropların yerleşmesine karşı önceden hazırlıklı olmak, tedbirli davranmak daha anlamlı ve gereklidir.

Bunun önemli taraflarından biri de, hazırlıklı olunduğunda doğruyu yanlıştan tefrik etme kabiliyetinin de korunuyor olmasıdır. Şöyle ki, bir takım yanlışlara göz yumulduğunda, teorik olarak kabul edilmemekle beraber pratikte mecbur kalındığı düşünülerek kimi olumsuzluklar mazur görülmeye başlandığında zamanla duyarlılıklarımızda aşınmalar meydana gelebilmektedir. "Yanlış ama ne yapalım, başka türlü olmuyor!" veya "şu işi yapmamız lazım ama bu şartlarda imkanımız elvermiyor!" türünden yaklaşımlar bünyeyi kemiren kurt misali bizi içten içe çürütür. Sonuçta kendini, hayatı ve toplumu değiştirmeye çalışan bir fert olmaktan çıkıp; rüzgara boyun eğmiş dal gibi eğilip, bükülen, değiştirmek istediği hayat tarafından değiştirilen, kendisine benzetilen bir fert olmaya gidilir. Ki bu bir mümin için felaketlerin en büyüğüdür. Hem dünyayı, hem de ahireti kaybetmek demektir.

Öyleyse yapmamız gereken şey açıktır: iman ettiğimiz değerlere sıkı sıkıya sarılalım; onları sıradan, basit, olsa da olur olmasa da haline getirmeyelim; hayatımız imanımızı değil, imanımız hayatımızı yönlendirsin. Ve unutmayalım ki, küfrün her alanını işgal altında tuttuğu bir sosyal, siyasal ve kültürel ortamda bireysel olarak ayakta durmaya çalışmak, okyanus ortasında sandalla yol almaktan farksızdır.

Son söz olarak dileğimiz, duamız şudur:

Rabbimiz bizleri biz bilincinden mahrum kılmasın!

Kaynak: Haksöz Dergisi 184. Sayı 

HABERE YORUM KAT