1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Uludağ Üniversitesi'nde "Ortadoğu: Zulüm, Direniş, Umut" Semineri
Uludağ Üniversitesi'nde "Ortadoğu: Zulüm, Direniş, Umut" Semineri

Uludağ Üniversitesi'nde "Ortadoğu: Zulüm, Direniş, Umut" Semineri

Uludağ Üniversitesi İnsani Değerler Topluluğu, bahar yarıyılının ilk seminerini Uludağ Üniversitesi Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde ‘Ortadoğu: Zulüm, Direniş, Umut’ başlığı altında TRT Arapça Koordinatörü Turan Kışlakçı’nın sunumuyla gerçekleştirdi.

30 Mart 2016 Çarşamba 17:07A+A-

Takdim konuşmasını topluluk üyelerinden Gülsüm Güneş’in yaptığı programda Güneş, kısaca konuşmacı hakkında bilgi vererek sözü Turan Kışlakçı’ya devretti.

Sözlerine Ortadoğu isminin 1. Cihan Harbi’nden sonra Osmanlı yönetiminden ayrılan bölgeyi ifade etmek adına batı tarafından verildiğini hatırlatarak başlayan Kışlakçı, program çerçevesinde Ortadoğu’yu Sömürge Dönemi, Diktatörler Dönemi ve Halk Devrimleri olarak 3 süreçte aktaracağını dile getirdi. Süreçlere Sömürge Dönemi’ni ele alarak başlayan Kışlakçı, Napolyon’un 1898’de Fransız ordusuyla Mısır’ı işgal etmesi üzerine başlayan sürecin Hint Kıtası’nın işgali, Cezayir’in işgali gibi Ortadoğu’da ardı ardına gelen bir çok emperyalist kuşatmayla devam ettiğini ifade etti. Kışlakçı, dünya üzerinde önemli bir güce sahip ülkelerin, toplumların nasıl sömürüyü, işgali bu kadar kolay kabul edecek noktaya geldiklerinin sorgulaması gerektiğini ifade ederek ’18 yy.da Müslümanların durumu neydi  ki bu hale geldiler? Nasıl oldu da bir avuç İtalya askeri Mısır’ı işgal etti? Nasıl oldu da bir avuç Hollandalı asker o dönem en büyük oranda Müslüman halkın bulunduğu Endonezya gibi bir ülkeye hakim olabildiler?’ sorularını yöneltti. Bunun sebebinin, aynen günümüzde hakim kılınmaya çalışıldığı gibi, o dönemde de Müslümanların korku ile yönetilebilir hale getirilmesi olduğunu belirten Kışlakçı; bu noktada Süleyman al Halabi, Abdülkerim Hattabi, Abdülkadir Cezayiri gibi önemli direniş aktörlerinin yanı sıra halkın ekseriyetinin tepki veremeyecek noktaya getirildiğini ifade etti.

Kışlakçı, 1940’lara kadar eğitim durumu düşük, geleceğe yönelik öngörüleri ve felsefeleri olmayan -daha doğrusu üretilmesine izin verilmeyen- bir toplum yapısına sahip Ortadoğu bölgesinde; KGB, CIA gibi istihbaratların yönlendirmeleriyle darbelerin başladığını ve Ortadoğu’da Diktatörler Dönemi olarak adlandırabileceğimiz yeni bir döneme geçildiğini dile getirdi. Sömürge ve Diktatör Dönemleri’nin halkın düşünce ve isteklerinin önemsenmediği dönemler olması hasebiyle devrim hareketlerini doğurduğunu belirten Kışlakçı, 2010 yılının sonu itibariyle halkın özgürlük talepleriyle başlayan Direniş Hareketleri Dönemi’nin günümüzde halen devam ettiğini ifade etti. Bu noktada halkın ‘Araplar bu devrimleri yapabilecek kapasiteye sahipler mi? CIA destekli bir proje mi yürütülüyor? Araplar devrimi kendileri mi yaptı, bu sürecin arkasında başka aktörler mi var?’ sorularını sormaya başladığını söyleyen Kışlakçı; en önemli eksikliğin bu soruları cevaplayacak, ABD destekli süreçler yaftalamalarının haksızlığını ifade edebilecek bir felsefeye sahip olamamamız olduğuna dikkat çekti.

Kışlakçı, 1844’te batıda ayaklanmalar başladığında Karl Marx’ın Engels’a bir mektup yazdığını ve mektubunda halkın ayaklanmalarına öncülük etmeleri, halka yöntem sunmaları gerektiğini ifade ettiğini belirtti. Kışlakçı, bu öngörünün ürünü olarak ortaya konan Komünist Manifesto’nun, bugün hala geçerliliğini koruyan bir ideloji olduğunu ve sol devrimlerin bu ideolojiden beslendiğini dile getirdi. Ortadoğu’ya bakıldığında ise halk ayaklanmalarına sadece iki bakışın yöneltildiğini söyleyen Kışlakçı; ‘halklar çok iyi yaptılar, haklıdırlar’ veyahut ‘bunun arkasında Amerika var, bu insanları batı ayaklandırdı’ sözlerini içeren bu yaklaşımların tespitten öteye geçemediğine ve halklara çözüm üretecek bir felsefeyi sunmadığına dikkat çekti.

Kışlakçı, halkın bölünmesinin nedeninin muhalifler değil Suriye’de Esed, Yemen’de Salih, Libya’da Kaddafi’nin oğulları olduğunu vurgulayarak fikrin düşük olduğu, çözümlerin üretilmediği yerlerde halkların katliamları görüp çözüm üretememelerinin sonucu olarak, kabul edilebilir bir sebep olmasa da, keşke hiçbiri yaşanmasaydı bakışıyla Muhalifleri suçlu bulduklarını ifade etti.

Yaşadığımız dönemde halkların entelektüelleri, aydınları geçtiğini belirten konuşmacı, halkların durduğu yer olarak izah edebileceğimiz Sevad’ı Azam’ın önemine dikkat çekti. Yeni dönemde ıslahtan ziyade hicrete ihtiyaç olduğunu ifade eden konuşmacı; an’ı yaşamaya, çağa yönelik felsefeler üretmeye önem vermemiz gerektiğini; bu güne ait düşünürler, mütefekkirler yetiştirebilecek düşünce yapısına, felsefi altyapıya sahip olmamız gerektiğini dile getirdi. Kışlakçı; geçmiş dönemlerin, mütefekkirlerin, direniş aktörlerinin bize önemli bir zemin oluşturacağını ancak bunlar üzerine çalışmalar, tartışmalar eklenerek günümüze ait sorulara cevap verecek, çözümler üretebilecek bir noktaya gelmemizin elzem olduğunu ifade etti.

İbni Tufeyl’in Hayy Bin Yakzan kitabını örnek vererek sözlerine devam eden Kışlakçı;Tufeyl’in vahşi hayatta doğup büyüyen bir çocuğun kendi kendine hayatını sorgulamasıyla aklın felsefe üretebileceğini ifade etmeyi amaçladığı romanının o dönemde felsefeyi önemli oranda etkilediğini ve batılı yazarların Hayy Bin Yakzan kitabından esinlenerek bir çok roman yazdıklarını dile getirdi. Konuşmacı; yeni felsefede ise bilim adamlarının Tufeyl’in ortaya attığı bu savın yerine, insanın toplumun ürünü olduğunu ve felsefenin ancak iyi eğitim alan ve güçlü bir toplumu yaşayan insanlar tarafından üretilebileceğini savunduklarını belirtti. Bu durum Müslüman felsefecileri, kendi felsefelerini üretmek yerine batıdan felsefe ihraç etmek noktasına ittiğini belirten konuşmacı; bu süreçten biliminde etkilendiğini, bilim sürekli gelişirken fikrin geride kalmasının Müslümanların gelişen bilimi açıklayabilecek, destekleyebilecek en önemlisi dinleştirilen, kutsallaştırılan bilimi ve aklı yönlendirebilecek bir fikri altyapıya sahip olmamasının çok önemli bir açmaz olduğunu dile getirdi.

Direniş süreçlerinde, düşünce eksiklğinden ortaya çıkan daha doğrusu batılı erkler tarafından ortaya çıkartılan şiddet boyutunu örnek veren Kışlakçı; Esed’i unutturmak için öne sürülen IŞİD’in bizim açıklama yapmak zorunda olduğumuz bir örgüt olmadığını, Esed ya da IŞİD arasında seçim yapmak durumunda olmadığımızı ifade etti ve ‘Biz biliyoruz ki DAEŞ’i batı üretmiş, Esed desteklemiştir.  Esed giderse DAEŞ de gidecektir.’ dedi. Üniversite öğrencilerinin, aydınların, akademisyenlerin söylemlerine baktığımızda çoğunlukla kin ve nefret ürettiklerini veyahut partizan tavırlar yürüttüklerini görüyoruz diyen konuşmacı; her şeyi eleştiren ve her şeyi öven aklın felsefe üretemeyeceğini vurguladı. Bu noktada dikkat edilmesi gereken hususlardan birinin günümüzde düşünceler , kavramlar yerine akademisyenler, yazarlar üzerine tartışmak olduğunu ifade eden konuşmacı; ‘o ne dedi, bunu nasıl açıkladı, bugün hangi programa katıldı’ gibi sorulara cevap aramak yerine kavramların, metaforların sorgulandığı konuşmalar içerisinde olmamız gerektiğini belirtti.

Son olarak coğrafyamızın başat sorunlarından birinin birlikte yaşayamamak olduğunu dile getiren Kışlakçı; Peygamber Efendimizin (sav) ,münafıkların çoğunlukta olduğu meclislerde dahil, insanlara ‘Ey Müslümanlar!’ diye seslendiğini, yine Allah’ın hitabında ‘Ey Ehli Kitap‘, ‘Ey İnananlar’, ‘Ey insanlar’ isimlerini kullandığını belirtti. Kışlakçı; Müslüman toplumlarda, ümmet kavramının her geçen gün alanı daraltılarak cemaat kapsamına kadar indirildiğini belirtti ve  Müslümanların bütün insanlara seslenebilecek, çözüm sunabilecek fikirler sunması gerektiğini dile getirerek sözlerini sonlandırdı.

Program, soru- cevap kısmının ardından Güneş’in gelecek programlar hakkında bilgi vermesi ve Kışlakçı’ya plaket sunumun yapılması ile sona erdirildi.

img_20160330_165924.jpg

img_20160330_165927.jpg

HABERE YORUM KAT