1. YAZARLAR

  2. Cengiz Çandar

  3. Sivilleşme için EMASYA'ya, 'Kırmızı Kitap'a, 35. Madde'ye son
Cengiz Çandar

Cengiz Çandar

Yazarın Tüm Yazıları >

Sivilleşme için EMASYA'ya, 'Kırmızı Kitap'a, 35. Madde'ye son

03 Şubat 2010 Çarşamba 10:50A+A-

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’na Ak Parti Antalya Milletvekili Mevlût Çavuşoğlu’nun seçilmesi önemsendi. ‘Ulusal gururumuz’un okşandığı anlaşılıyor. Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülke arasında son 30 yılda başkanlık 10 ülkenin dışına çıkmamış.
Mevlût Çavuşoğlu’nu, ‘Fırat’ın doğusu’ çağrışımından olsa gerek, ‘Tuna’nın doğusu’ndan seçilen ilk başkan olduğu için kutladım. Gülümseyerek düzeltti, ‘Viyana’nın doğusundan’ dedi. 2002’de ilk kez milletvekili seçildiği sırada Ak Parti’nin dış dünyaya dönük az sayıdaki ve o alandaki en enerjik milletvekillerinden biriydi.
Ve de gösterişsiz ama çalışkan.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’na seçilmesi, ‘ulusal gururumuz’ kadar onun ‘kişisel ödülü’ sayılmalı.
Mevlût Çavuşoğlu’nun Avrupa Konseyi Parlamenterler Başkanı sıfatıyla EMASYA Protokolü’ne ilişkin soru üzerine söyledikleri şu:
“Avrupa Konseyi olarak sivilleşmeye çok önem veriyoruz. Sivilleşme, demokrasinin en önemli şartlarından bir tanesidir. Türkiye’nin her şeyden önce sivil bir Anayasa’ya, yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var. Sivilleşme konusunda Türkiye’nin çabalarına da destek veriyoruz. AKPM olarak, hükümetin sadece Kürtlerle ilgili değil, Aleviler, gayrımüslim azınlıklar, Roman vatandaşlar konusunda başlattığı çabalara da tam destek veriyoruz.”
Çavuşoğlu, AKPM’nin Tuna’nın ya da Viyana’nın doğusundan ilk başkanı; Türkiye ile gururlanabiliriz ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm olma rekoru da Tuna’nın ya da Viyana’nın doğusunda; Rusya ile Türkiye’ye ait.
30 yıldır AİHM’den Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine ilişkin Türkiye aleyhinde verilen
karar sayısı 2295!
Konu insan hakları ihlali olunca, Türkiye’nin ‘ulusal gururu’nu okşayacak bir bilanço yok.
***
Türkiye’nin utanç verici insan hakları ihlali sicilinin düzelmesi ile ‘sivilleşme’si, bununla eşanlamlı olarak ‘askeri vesayet rejimi’nden kurtulması ve demokrasinin yerleşmesi için, ‘Kürt sorunu’nun çözüm rotasına girmesi şart. İnsan hakları ihlallerinin çok büyük ölçüde ‘Kürt sorunu’yla ilgili gelişmelerden kaynaklandığını dünya âlem biliyor.
Bu nedenle, ‘Kürt sorunu’nun çözüm girişimleri, doğrudan doğruya Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesiyle bağlantılı. Adına ister ‘Demokratik Açılım’ deyin, ister
‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’, Türkiye ‘askeri vesayet rejimi’nden çıkarılmadan ve Damokles’in kılıcı gibi ülkenin üzerinde sallanan ‘darbeci zihniyet’in köklü tasfiyesi sağlanmadan, ‘Kürt sorunu’ da çözülemez. Çözüm, açılım, vs. ülkenin demokratikleşmesi ve sivilleşmesi ile iç içe.
EMASYA Protokolü’nün kaldırılması, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi adlı ‘Kırmızı Kitap’ın ‘iç tehdit’ kavramından arındırılması, yasal dayanağa ve TBMM denetimine açık hale getirilmesi ve giderek TSK İç Hizmetler Yönetmeliği’nin ‘darbeye hukuki kılıf’ olarak kullanılan 35.maddesinin iptali ise bu yönde atılması gerekli ilk adımlar.
Ankara’nın Güneydoğu’ya ve soruna bakış açısını değiştirmesi ne kadar şart ise, soruna askeri yöntemler ve şiddet dışında demokratik-sivil çözümler arayan ‘Kürt siyaseti’nin de kafasını ‘Fırat’ın doğusu’ ile sınırlamaması ve ‘Fırat’ın batısı’ndaki gelişmelere duyarlı, kendisini oradaki gelişmelerin bir parçası haline getirmesi de şart.
Türkiye’nin sivilleşmesinin yönünde atılması tasarlanan her adımın önüne önce ‘üniformasız askerler’ ya ‘militarist zihniyetli siviller’ dikiliyor. Son haftalarda ‘sivil darbe’, ‘tek parti diktatörlüğüne gidiş’ gibilerinden psikolojik savaş araçlarını ateşleyip, ‘Balyoz Darbe Planı’nın ortaya çıkmasının, Dördüncü Ergenekon iddianamesinin ve yoldaki beşincisinin altında kalanlardan söz ediyoruz.
Bunlar ve parlamentodaki uzantıları, ‘psikolojik savaş oyunları’ bozulunca, ortaya saçılan ‘darbe iddiaları’na ilişkin ‘Neden şimdi?’ sorusunu ortaya atıp, saçma sapan tezlerine cephane arıyorlar. Bunlara en kestirme cevap Başbakan Tayyip Erdoğan’dan dün geldi. ‘Çünkü’ dedi ‘Türkiye bu demokratik olgunluğa bugün ulaşmıştır. Tabu sayılan meseleleri konuşuyoruz.’
***
Turgut Özal da ‘tabular’a dokunduğu vakit canhıraş feryatlar yükselmişti. Şimdi de öyle. Şimdinin bir temel farkı var: Ankara bürokrasisinden yargı erkine, oradan en önemlisi- toplumun zihin kalıplarına nüfuz etmiş olan ‘askeri vesayet alışkanlığı’nın hukuk çerçevesinin kırılması zamanı şimdi geldi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de dün ‘EMASYA Protokolü’ne gerek olmadığı kanaatindeyim’ diye konuştu. 28 Şubat ‘postmodern darbesi’nin ürünü EMASYA Protokolü’nün artık lâfı uzatmadan, konuyu sündürmeden kaldırılması için beklemek gereksiz.
Cumhurbaşkanı Gül, ‘Kırmızı Kitap’ için ise “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi bugünün şartlarında yeniden hazırlanabilir. Bunda bir anormallik söz konusu değil” de dedi. Başbakan’ın Pazar günü bir televizyon programında söylediği kimilerince ‘demokratik devrim’ niteliğinde algılanan ‘iç tehdit’ kavramına yer verilmeden hazırlanacak yeni bir belgeyi kastediyor olmalı.
Oysa ‘anormallik’ var. Söz konusu ‘anormallik’, belgenin hiçbir yasal dayanağı olmamasında ve TBMM
denetimine kapalı olmasında.
Belgeyi, ‘Bakanlar Kurulu’nun görüşü de alınarak’ MGK hazırlıyor. Belge, MGK’nın tavsiyesi ve Bakanlar Kurulu kararıyla güncellenebiliyor.
Bunun böyle olacağı hangi yasada yazıyor? Belgenin içeriğinin ne olduğunu kim biliyor? Kaldı ki, MGK’nın ne derece gerekli bir organ olduğu bile tartışmalı. Netice itibarıyla o da bir askeri darbe ürünü. Mesele, siyasi iktidarın komuta heyeti ile temasta bulunması ise, bunun MGK’nın düzenli toplantıları aracılığıyla olması şart değil. Hiçbir sivil ve demokratik ülkede böyle bir kurul yok; bu kurulun işlev ve yetkisine ilişkin yapılan tüm yasal değişikliklere rağmen, özü itibarıyla Türkiye’de ‘askeri vesayet rejimi’nin varlığını ifade ediyor.
‘Tabular’a dokunduğumuzun farkındayız.
‘Tabular’a dokunmadan sivilleşme de yok, demokratik bir Türkiye ulaşma şansı da.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT