1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. “Sığınmacıları kabul etmek bir lütuf değil ödevdir”
“Sığınmacıları kabul etmek bir lütuf değil ödevdir”

“Sığınmacıları kabul etmek bir lütuf değil ödevdir”

Özgür-Der tarafından organize edilen Aylık Paneller Serisinin sekizincisi “Irkçılık ve Muhacir Düşmanlığı” başlığı altında Ali Emiri Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.

29 Mayıs 2022 Pazar 13:46A+A-

Muhacir düşmanlığının tarihi kökleri, günümüze yansımaları, çözüm önerileri ve ırkçılık düşüncesi hakkındaki değerlendirmelerin yapıldığı programda Bekir Berat Özipek ve Kenan Alpay değerlendirmelerde bulunurken, Ömer Faruk Şeker programın editörlüğünü üstlendi.

Muhacir düşmanlığı ve ırkçılık kavramlarının bazı noktalarda benzeştiğini bazı noktalarda ayrıştığını ifade ederek giriş yapan Ömer Faruk Şeker, “İnsanlık tarihinde göç bir olgu olarak önemli bir yere sahip. Coğrafyamız da göçlerle şekillenen bir tarihe sahip. İlticanın, tercihten ziyade bir zorunluluk olduğu hakkında 2014 yılında Halep’teki şu duvar yazısı çok çarpıcıdır: ‘Gitmeden önce kalmak için elimden gelen her şeyi yaptığımı bil.’ Osmanlı’dan bu yana Kafkas ve Balkan göçmenlere ve diğer göçmenlere yönelik kimileri destekleyici, yardımsever olmuş kimileri ise ayrımcı ve nefret dolu olmuş. Günümüzde ise muhacir düşmanlığı esasında ülkenin ana muhalefet partisi önderliğinde dezenformasyon, algı yönetimi ve manipülasyonlar eliyle çoğaltıldı. Ne yazık ki dindar, muhafazakâr kesimlerde bile artış gösteriyor bu çarpıtma haberlerle. Bu kesimler de artık ‘gönüllü ve onurlu bir şekilde güvenli bölgelere geri dönüş’ şeklinde kulağa hoş gelen tekliflerde bulunuyorlar. Fakat bu bile aslında muhacirlere ‘sizi istemiyoruz gitmelisiniz’ demenin yumuşatılmış versiyonu olmuş oluyor.” dedi. Şeker, ırkçılığın Kemalist ve Türkçü eğitim sistemiyle beraber bu toplumda yer ettiğini, muhacirlerle alakalı çarpıtma haberlerin de bu anlayıştan neşet ettiğini, bu çarpıtma haberlerle birçok insanın zihnini ve kalbini örttüğünü ifade ederek sözü Bekir Berat Özipek’e verdi.

Sığınmacı olmanın dünya üzerinde yaşayan herkesin hayatının bir anında kullanabileceği evrensel bir hak olduğunu; insanların tarih boyunca çeşitli sebeplerle evlerini, yurtlarını terk ederek başka diyarlara, başka ülkelere savrulduklarını; aslında göç ve mültecilik konusunun değişen zamanların değişmeyen sınavı ve iki farklı insanlık durumu arasındaki bir tercihin tarihi olduğunu ifade ederek sözlerine başlayan Özipek, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Mültecilik bir tercih değil zorunluluktur. İnsanlar evlerinden, ailelerinden, hayatlarından, gündelik ilişkilerinden koparak kitleler hâlinde başka ülkelere, hiç bilmedikleri coğrafyalara gönüllü olarak savrulmazlar. Bir hak olduğu için sığınmacıları kabul etmek bir lütuf değil ödevdir. Hem ahlaki bir ödevdir, hem doğal/tabii hukuktan, hem evrensel hukuktan hem de pozitif hukuktan kaynaklanan bir ödevdir. Tarihle övünmeyi sevmem ama Çanakkale Savaşı’nda Halepli, İdlibli insanların buralara kadar gelip savaştığını ve can verdiğini görüyoruz. Evet, Suriyelilerin dedeleri buraya savaşmaya gelmeselerdi bile sığınmak onların yine hakkı olacaktı ama ortada tarihi bir gerçeklik bulunuyor.”

Özipek konuşmasının devamında başlangıçta tarih boyunca bütün muhacirlere yönelik önyargı olduğunu, Suriyeli muhacirlerin aynı kaderi paylaşmaktan ziyade farklı ve ilave bir dizi olumsuzluğa maruz kaldıklarını belirtti. Kendisini çeşitli sebeplerle Suriye’de rejimden yana taraf olarak görenlerin ve bu yüzden Suriyeli muhacirlere tepkili olanların, Baas rejimine karşı mücadeleyi bir mezhep savaşı olarak algılayarak mültecileri de esas olarak mezhep üzerinden ötekileştirenlerin, yüz yıllık bir ulus-devletin resmi tarihine dayalı eğitimin Arap düşmanlığıyla enfekte olanlar ve gelenlerin onların Arap olmasından dolayı tepki verenlerin; hükümetle mücadelelerinde avantaj sağlamak için, canıyla uğraşan sığınmacıları hedef haline getirmeyi içine sindirebilecek ilkesiz partiler ve siyasetçilerin; Türk, Kürt veya Çerkez milliyetçiliğiyle malul bir tepkisellikle, “ülkenin demografik yapısının bozulacağı” kaygısını taşıyanların varlığının bu olumsuzlukları ortaya çıkardığını ifade etti.

“Ayrımcılık kamusal algıya nasıl egemen oldu?” diye soran Özipek “Suriyeli sığınmacılar, siyasi kavgada iktidarı mahkûm etmek için muhalefet partileri tarafından krizin başladığı 2011 yılından itibaren sürekli olarak araçsallaştırıldı ve buna karşı etkili bir bilgilendirmenin yapılmadı. Özellikle siyasi partiler ve siyasetçiler tarafından, Batı’daki ırkçı, yabancı düşmanı ve aşırı sağ partilerden yer yer daha keskin ayrımcı ve ırkçı söylemlerle onların ‘bela oldukları’, iktidarın onları ülkeye doldurduğu, kaynakları onlara akıttığı, onların kendi ülkelerini savunmak yerine kaçan hainler oldukları, çok ‘üredikleri’ veya genç erkeklerinin kadınları taciz ettiği gibi yargıları yaygınlaştırmak için ahlaki olmayan bir propaganda yürütüldü.” dedi.

Son olarak Özipek bu konuyla alakalı yapılması gerekenlerin olduğunu, öncelikle sığınmacılarla alakalı kirli hafızanın düzeltilmesi gerektiğini, doğruların daha güçlü bir şekilde hiç usanmadan ifade edilmesi gerektiğini, sığınmacılar hakkında çalışma hakkı anadili koruma ve vatandaşlık gibi taleplerin netleştirilip kamuoyu oluşturulması gerektiğini söyledi.

Ardından Kenan Alpay sözlerine insanlığın çoğunlukla farklı olanı küçük görme, alay konusu yapma, tuhaf görme ve tehdit olarak algılama gibi düşüncelere daldığını, aslında insanın tabiatı icabı farklı olduğunu, bir elde beş parmağın bir olmadığını, yaratılış farklılıklarının olduğunu ifade ederek başladı. Alpay, “Bu farklılıklarla ilgili yüce Rabbimiz Hucurat Suresi 13. Ayette şöyle buyuruyor: ‘Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’ Bu Kur’an hakikati ortadayken farklılıkları alay konusu etmek, tehdit unsuru olarak görmek Müslüman kimliğine yakışmaz. Hele zulümden, savaştan, işgalden, katliamdan, işkenceden, tecavüzden ve yoksulluktan sığınan insanlara bu kötülükleri yapmak doğru değildir. Nitekim yine Rabbimiz Hucurat 11. Ayette ‘Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler, …, Birbirinizi ayıplamayın; birbirinizi incitici, aşağılayıcı kötü lakaplarla çağırmayın.’ buyuruyor. Nitekim muhacir kardeşlerimizin ırkçı tezviratı yaygınlaştıranlardan iyi ve hayırlı olduklarını görüyoruz.” dedi.

Alpay konuşmasının devamında Hucurat Suresi 6. ve 12. ayetlerin meallerini okuyarak Müslümanların bir fasık haber getirdiğinde o haberi araştırması gerektiğini ve zannın birçoğundan sakınmaları gerektiğini hatırlattı. Müslümanların muhacirlerle alakalı yoğun çarpıtma, yalan, iftira haber ve bilgilerin bu ayetler kapsamında değerlendirmesi gerektiğini, Müslüman kardeşine yönelik bu bakış açısına ve yalan kampanyalarına daha dikkatli davranması gerektiğini belirtti. Hucurat 13. ayete ters olarak insanlık tarihi boyunca bazen dil-kültür, bazen sima-davranış, bazen de renkler-coğrafyaların diğer insanlara tepeden bakmak için bir ayrıcalık olarak görüldüğünü, bu tarihi hatadan dönülmesi gerektiğini söyledi. Muhacirlerin kötü, çirkin, yanlış ve tehdit unsuru olarak öne çıkarıldığını belirten Alpay,  biz Müslümanlar olarak onların iyi, güzel, doğru, dost olanlarını öne çıkarıp yaygınlaştırmamız gerektiğini zaten de muhacirlerin çok büyük kısmının böyle olduğunu ifade etti.

Alpay konuşmasını şu sözlerle sona erdirdi: “Bu ülkede çoğumuz göçmen kökenliyiz. Hepimiz bir yerlerden bir yerlere göç etmişiz. Şu yaşadığımız İstanbul’da kimimizin dedesi Sivas’tan kimimizin ninesi Erzincan’dan, kimimizin babası Erzurum’dan, kimimizin annesi Aydın’dan gelmiş. Ben 35 yıldır İstanbul’dayım ama çocukluğumun geçtiği Sapanca kültürüyle davranıyorum bazen. Ve insanlar şaşırabiliyor. Biz 35 yılda çocukluğumuzdan getirdiğimiz kültürel farkları korurken muhacirlerden çok kısa süre önce geldikleri bu ülkede kendi kültürlerini bırakmalarını istemek ne vicdani ne İslami ne de gerçekçidir. Bu sebeple batı şehirlerine göç eden Kürtlerin dili, müziği, yemeği, çiğ köftesine karşı yapılan ırkçılığa karşı durduğumuz gibi muhacir kardeşlerimize yapılan ırkçılığa karşı durmalıyız.”

Panel soru-cevap kısmı ile sona erdirildi.  

img-6835-1.jpg

img-6894.jpg

img-6865-renamed-19445.jpg

img-6900-renamed-20018.jpg

img-6901.jpg

 

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT

7 Yorum