1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Rota oluşturuluyor: Sefer
Rota oluşturuluyor: Sefer

Rota oluşturuluyor: Sefer

Yazar Adem Özköse farklı bölgelere yaptığı gezileri esnasında; karşılaştığı ilginç olayları, tanıştığı insanları ve şehirlerin dokusunu oraya gitmişiz gibi algılamamızı sağlarken bir yandan da içimizde barındırdığımız gezme arzusunu yeniden canlandırıyor.

28 Kasım 2020 Cumartesi 12:18A+A-

Fatih Demir / HAKSÖZ HABER

Yazar ve seyyah Adem Özköse, Pınar yayınları tarafından basılan gezi türündeki yeni kitabı “Sefer” ile okurlarının karşısına çıkıyor.

Seyyah Adem Özköse, Sefer adlı eserinde; İslami mimari ve sanatın yükseldiği Endülüs'ü, soykırıma maruz bırakılan mazlum Arakan’ı, İlim deryası olan Buhara’yı, Semerkand’ı, Altın Şehir Prag’ı, Gladyatörleri Kolezyum’da katleden Roma'yı, batının tarihi ve turistik kentleri olan Budapeşte, Floransa ve Venedik’i, soğuk ve bir o kadar pahalı Oslo'yu, kötü kokuları ve Notre Dame Katedrali ile Paris'i, Güney Afrika’nın ırkçılık ile boğuşan, sınıf ayrımının belirgin olduğu kadar doğal güzellikleri ile meşhur Cape Town'unu, Orta Asya’nın tarihi ve yükselen şehirleri Bakü, Tiflis, Batum ve Taşkent’i, Arnavutluk’un yaşayan tarihi Tiranı ve İşkodra’sını, denizin üzerinde yükselen Amsterdam’ı, Akdeniz’in kalbi Kıbrıs’ı gezerken aldığı notları ve çektiği fotoğrafları, sayılan şehirlerde geziyor gibi hissettiren diliyle oldukça akıcı bir şekilde okuyucularına sunuyor.

Yazar, gezileri esnasında karşılaştığı ilginç olayları, tanıştığı insanları ve şehirlerin dokusunu, oraya gitmişiz gibi algılamamızı sağlarken bir yandan da içimizde barındırdığımız gezme arzusunu yeniden canlandırıyor. Sade ve yalın bir dil ile, oldukça etkileyici bir seyahate çıkmak isteyenler için, Sefer’in bazı noktalarını okuyuculara aktarmamız gerektiğini düşünüyorum.

Ancak bir seyahat kitabını aktarmanın en zor yanı; hangi şehri anlatmalıyım, nereyi anlatabilirim, en güzeli hangisi, onu mu bunu mu anlatmalıyım, en görülmesi gereken yer neresi gibi “en”lerin tartışmaya açık sübjektif konuları kapsamasıdır.  

Bir seyyah kendi arzuları kendi beğenileri kendi dünya görüşüne göre bakar, görür, koklar, hisseder ve tadar. Sefer adlı eseri aktarırken bu zorlukları yaşamak istemediğimizden dolayı dünyanın en zengin şehirlerinden olan Paris’i, dünyanın en fakir ve mağdur ülkelerinden olan Arakan’ı ve İslam'ın diğer dinlerin müntesipleri ile zenginlerine ve fakirlerine ev sahipliği yapan Endülüs'ü bir arada aktarmayı amaçladık. Sefer’in tamamını okuyacak olan seyyahlar daha önce saydığımız tüm şehirleri ‘görme’ imkânına zaten sahip olacaklardır.

Sefere çıkan yazar, “Eğer gittiğimiz yer içimizdeki merak duygusunu kışkırtıyor ve bize farklı bir bakış açısı sunuyorsa o iyi bir yolculuktur. Tarihin kırılma anlarından çoğunda da bir kişinin veya toplulukların gerçekleştirdiği yolculukların etkisi vardır. Bu anlamda sefer dönüştürücü olduğu kadar inşa edicidir de.” diye aktarıyor.

İnsan, Allah'ın arzında gezdikçe yeni insanlar, yeni şeyler ve yeni şehirler tanıdıkça kendi dünyasında da genişleme hissediyor. İster manevi bir seyahat olsun ister maddi; insanın içine de dışına da yapılan sefer, insana kendi insanlığı ve hayata bakışını yeniden yorumlamasını sağlayacak bir yapıya sahip olmasını sağlayacak imkânı sunuyor. 

Yazar Adem Özköse, bir seyyah olarak kendisine sıkça sorulan “ilk nereden başlayalım” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Bu sorunun yoğun şekilde sorulması bana insanların en çok bir şeye başlarken zorluk çektiklerini fark ettirdi. Hayatta her şey gibi yollar da bizden aşk ve tutku ister. Bu ikisi olduğunda geri kalanlar birer teferruat olur. Yine de önerim Balkanlar'dan başlamak olacaktır.”

Bu önerisini neden yapıyorsun sorusuna da, “Balkan gezisi bize farklı inanç ve kültürlerin bir arada yaşamasında Osmanlı perspektifinin ne denli önemli olduğunu öğretir” diyor yazar. 

Yazar, Neden "Kudüs yok bugüne kadarki gezilerinizde?" sorusuna da, “Benim de rüyalarımı süsleyen bir şehirdir Kudüs. Fakat Mavi Marmara gemisi yolcularından olduğum için İsrail tarafından konulmuş olan Filistin'e girme yasağı nedeniyle Kudüs'ü göremiyorum. Ancak bir gün görürüm hayaliyle Kudüs'le ilgili ne bulursam okuyor, Kudüs'ü görenleri uzun uzun dinliyorum” diyor. 

Arakan

Sefer’de dünyanın en mazlum ülkelerinden olan Arakan, seyyahın anılarında oldukça hüzün ve mahcubiyet hissettiği ve bizimde kanayan bir yaramız olarak dikkat çekiyor.

Şahit olduklarım karşısında artık yavaş yavaş gerçeklik duygumu yitirmeye başlamıştım. Cocx Bazar’da Arakanlı mültecilerin kaldıkları kamplara her gelişimde sanki bambaşka bir gezegene giriş yaptığımı hissediyorum” diyen yazar şu sözlerle Arakan’ın durumunu özetliyor: “Burası insanlık ve vicdan adına ne varsa her şeyin yitip gittiği yer. Bazen usulca bir köşeye çekilip sürgüne uğramış yüz binlerce hayatı barındıran kamplardaki insanları seyrediyorum. İlk olarak ürkek ve düşünceli bakışlar dikkatimi çekiyor. Her yüz sanki Arakan'da yaşanmış acılardan birer haberci gibiydi. Yeryüzünün en acılı kenti olan bu coğrafyada yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, kaybediyor.  Masumiyetin ne anlama geldiğini Arakanlı mülteciler arasında adeta yeniden görüyor ve hissediyorum. Benim için en zor olan ise şahit olduğum acılar nedeniyle içimde oluşan çaresizlik duygusu ile başa çıkmaktı.”

Arakan'daki yaşama değinen seyyah bir toplumun sistematik soykırımlarla nasıl yok edilmeye çalışıldığını, dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu olaylara seyirci kalınmasını Arakan’da bizzat görerek ve bize de göstererek bizi de kendisiyle beraber bu mağdur yaşamlara şahit kılıyor.  

Arakan’daki yaşamın nasıl sürdüğünü anlamamızı sağlamak için seyyah şu gözlemlerini aktarıyor, “İnsan hangi şartlar altında olursa olsun yine de umutla hayata tutunma ihtiyacı duyar. Arakanlı mülteciler de içinde bulundukları zor şartlara rağmen kamplarda yeni bir hayat inşa etmenin peşindeler. Mütevazi pazarlar, derme çatma çadırlar, küçük ayakkabı tamircileri müşteriler hiç eksik olmayan berber dükkanları burada hayata dair ilk gözüme çarpanlar… Kamplarda inşa edilmeye çalışılan hayatın en canlı işareti ise çocuklar…”

“Arakanlılar arasında tam iki hafta geçirdim. Benim için gerçekten zor günlerdi. Türkiye'ye döndükten sonra, uzun bir süre eve kapanmak zorunda kaldım. Kimseyle görüşmek istemiyordum. İçimde adeta bir türlü durduramadığım, engel olamadığım bir kanama vardı. Ruh dünyam alt üst olmuş. Birçok şey gözümde anlamını yitirmişti. Sanki dipsiz bir kuyunun içine düşmüş gibiydim. Bu dipsiz kuyudan çıkabilmek içinse yoğun bir mücadele vermem gerekecekti.”

Bu satırları okuduktan sonra, sadece internet ve kitaplardan bildiğim Arakan’daki yaşamı sıcak odamda otururken gelen bir ürperti ile hissettim.

Roma

Seyyahımız Sefer adlı eserinde, Roma'dan bahseder. Roma'nın geçmişine şu sözlerle bir anlam kazandırır. “İslam şehirleri nasıl ruhunu Medine'den aldıysa, batı şehirleri de ruhunu Roma'dan almıştır. Roma demek tarih demektir. Roma düzendir. İhtişamdır. İtalyan yönetmen Fellini, ‘Roma dünyanın sonunu beklemek için en iyi yerdir’ der.”

Türk ve batılı yazarların birçoğunun zihninde, hayal dünyalarında izler bırakmış bir şehirdir Roma. Kitaplarda bir zamanların küresel imparatorluğu görkemli olduğu kadar tehditkâr bir şekilde dünya tarihine yön veriyordu. Bugün ise zihinlerde yaşayan, filmlere, kitaplara konu olan ve en önemlisi hala zihinsel bir yaşam bulan Roma’dan bahsetmek mümkündür. Tarih sahnesindeki yerini çoktan kaybetmiş koca bir imparatorluğun kalbi Roma, kendisinden geriye Kolezyum'u bıraktı.

Roma'nın belki de en çarpıcı ve en bilinen yeri Kolezyum’dur. Kılıçların, kanın, kumun, bir de kana susamış çığlıkların arenası...

Seyyahımız, “Roma'da soluğu ilk olarak dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen Kolezyumda aldık. Bir zamanlar gladyatörlerin dövüştükleri amfitiyatro şeklindeki Kolezyum'u seyrederken ateşli tezahüratlar arasında gladyatörlerin birbirleriyle yaptıkları dövüşleri hayal ediyorum. Kanlı ölümlerin yüz yıllarca sürdüğü Kolezyum beni, tarihin o vahşi günlerine götürüyor. Kölelerden seçilen, kimi zaman hayvanlarla dövüştürülen gladyatörlerin kılıçlarından kanın damladığı anlar gözümün önüne geliyor. Zaman makinesinde yolculuğa devam ederken sırf hazreti İsa'nın getirdiği dine iman ettikleri için burada hayvanlara yem edilen müminler içimi acıtıyor.”

Paris

Çelişkilerin şehri; kirin ve parfümün, zenginlik ile yoksulluğun, din ve laikliğin birbirine karıştığı, bir zamanlar sömürgelerin piri olan Fransa’nın başkenti.

Paris bir zamanlar aristokrasinin, bir zamanlar kiliselerin, bir zamanlar ihtilalcilerin ve bugünler de ise dünya arenasında kendisine yeni kazanımlar elde etmek isteyen bir ülkenin merkezi. Napolyon gibi bir imparatora, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’ya daha bir çok ünlü ismin bulunduğu kent. Birbirine bu kadar yabancı düşünce, isim ve yaşamların bir arada olduğu şehirle ilgili, yazar şunları notlarından aktararak Sefer’e devam ediyor: “Paris’te uzun uzun yürüdüm. Elimden geldiğince şehri tanımaya çalıştım. Eyfel Kulesi'ne birçok kez gittim. Kuleden ziyade etraftaki insanlar daha çok dikkatimi çekti. Acıktığımda karnımı sokakta kebap satan Faslı ve Cezayirli satıcıların tezgâhlarında doyurdum. Paris'in orta yerinde Arapça konuşarak anlaşmak, Müslüman bir Türk olduğum için Faslı ve Cezayirlilerden özel ilgi görmek öyle hoşuma gitti ki anlatamam. Paris'in parklarına, meydanlarına özellikle de Sen Nehri ve çevresini sevsem de şehrin genel kokusu beni rahatsız etti. Dünyada gezdiğim şehirler arasında Paris kadar kötü kokan bir şehir ile daha önce hiç karşılaşmadım desem sanırım abartmış olmam.” 

“Paris'in içinde bir sürü ‘ben’ çarpışırken, hangisinin kendisi olduğuna bir türlü karar veremediği insanlara benzettim. Evet Paris sanat eserleriyle, müzelerle dolu bir şehir. Fakat aynı zamanda sömürgeci bir şehir. Burada bulunan eserlerin ciddi bir kısmı kolonyalist dönemde Doğu şehirlerinden çalınıp Paris'e getirilmişti.”

Sömürgeci devletlerin en büyüklerinden olan Fransa yıllarca Afrika, Ortadoğu, Hint alt kıtası ve Amerika kıtasında sömürge ve koloniler oluşturarak bugünkü Paris’i inşa etti. İmparatorluğu korumak ve onu yaşatmak için milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Bugün de Avrupa'nın en güzeli, en beğenileni olduğu gibi en zenginlerinden biri olarak kabul edilir. Paris içindeki pisliği kusarken dışarıdan çok güzel görünen bir şehir. Bir yanda varoş mahalleleri ve evsizleri, bir yanda ise ultra lüks yaşamların olduğu, Avrupa'nın incisidir Paris. Batıyı bugünkü batı yapan fikirlerin kaynağı olması, onu Avrupa’nın gözbebeği kılıyor.  

Seferi okudukça gezilerek anlatılan şehirlere gitmiş gibi hissedeceksiniz. Bir yandan tarih bilginizi bir yandan da duygular ile gezilen şehirleri zihninizde yeniden kurgulama imkanına sahip olacaksınız.

Yazar, Sefer adlı eserinin sonuna seyyah adayları için bir okuma listesi ekliyor. Bu liste ile seyyahın gezmiş olduğu yerlere gitmeden veya görmeden, güzel ve keyifli bir okuma olanağına sahip oluyorsunuz. Tabi ki gitmek isteyip gidemeyenler için de bazen kitaplar, bazen hayaller yeterli gelebiliyor.

Unutmayalım ki seferler insanın hiçbir yere gitmesine gerek kalmadan içe dönük de olabilir, dışa dönük de.

 

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT