1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. "PKK'nın Kendisiyle Savaşı"
"PKK'nın Kendisiyle Savaşı"

"PKK'nın Kendisiyle Savaşı"

Taha Özhan, yazısında "2009’dan beri ‘silahsız bütün çözüm yollarını’ ya provokasyonlarıyla ya da kendisini konforlu hissettiği silahlara ‘öğrenilmiş bir cehaletle’ sarılarak tıkayan PKK" hakkında değerlendirmelerde bulunuyor.

09 Ocak 2016 Cumartesi 09:47A+A-

Taha Özhan / Star

PKK’nın, her yanı nihilizmden ibaret olan terörizm dalgasını yükseltirken, ironik bir şekilde en fazla telaffuz ettiği kavram ‘müzakere’. Bu, elbette PKK dünyası açısından içinden çıkamayacakları bir fasit daireye mahkûm olmalarına neden olduğu gibi; kendi kurtulmuşluk illüzyonu içerisinde yaşayan bir örgüt olarak, ‘müzakere etmek için terörizme müptela olan’ garabet bir profilin ortaya çıkmasına yol açıyor. 2009’dan beri ‘silahsız bütün çözüm yollarını’ ya provokasyonlarıyla ya da kendisini konforlu hissettiği silahlara ‘öğrenilmiş bir cehaletle’ sarılarak tıkayan PKK’nın, içine düştüğü krizden çıkması bir muammaya dönüşüyor.

Bu bağlamda, PKK dünyasının ‘müzakereye’ yüklediği formel anlamın ötesindeki mucizevi beklentinin ne olduğunu da anlamak mümkün değil. Gelinen noktada, PKK’nın konusu olmaktan çoktan çıkmış başlıkları bir kenara ayırdığımızda, PKK’nın ‘müzakereden’ beklentilerinin, tam anlamıyla ram olduğu terörizmden amaçladıklarından daha fazla naif ve sürreel olduğu görülecektir.

Bu durumun en açık delili; PKK ve müzahir organizasyonların metinlerinde, deklarasyonlarında net bir şekilde görülebilir. Kendine özgü bir kavram seti içerisinden, yine ancak kendilerinin çözebildiği bir gramer ile konuşan bu dilin, ‘müzakereye veya çözüme’ yüklediği anlamlar ile makul bir yaklaşım yoluyla siyasal ve toplumsal vasatın sindireceği çözüm arasında kapanması zor bir mesafe bulunuyor.

Kürt meselesinde, -neredeyse bir mesleğe dönüştürecek şekilde- sorunun temel sorumluları, acı tarihi ve kaynağına dair neredeyse dokunulmamış başlık bırakmayanların, bir kez bile PKK’yı masaya yatırmadıkları sürece yukarıdaki mesafenin kapanması da mümkün görünmüyor. Kürt Meselesi’ne entelektüel soytarılığa varacak düzeyde her türlü ‘kültürel çalışmalar kadavrası’ muamelesi yapanlardan, Kürtleri ve sorunu en bayağı oryantalist antropolojinin malzemesine dönüştürenlere varıncaya kadar, icat edilen başlıklar ve çalışmaların PKK’yı kategorik olarak ıskalamasını açıklamak imkânsızdır.

Daha kötüsü, sorunu iğdiş etmeye varan entelektüel ilginin ürettiği literatür, PKK’yı kamufle etmek için kullanılmaktadır. PKK’ya dair objektif ve ciddi bir literatürün ortaya çıkmaması, vesayet rejiminin yıllarca Kürtleri de, Kürt Meselesi’ni de sahte bir tarih yazımı literatürüne mahkûm etmesine benzemektedir. Nasıl vesayet rejiminin resmî tarih yazımında işlenen cürümleri bulmak imkânsız idiyse, PKK dünyasının ürettiği literatürde de PKK’yı bulmak imkânsızdır. Üstelik resmî tarih yazımına alternatifler her zaman olmuşken, PKK için bu alternatif de ciddiye alınacak düzeyde bulunmamaktadır.

PKK’nın bugün sürdürdüğü terörizmin ve savaşın hedefi Türkiye olsa da, özünde PKK, yukarıda aktarmaya çalıştığımız zindanın içerisindeki bir iç savaşla meşgul. Tam da böyle olduğundan; kendisiyle savaşan PKK, yine kendi kendisiyle müzakere ediyor. Bu sebeple, her seferinde müzakerelerini çökertince yeniden silaha sarılmaktan geri kalmıyor. Bu noktada devrimci halk savaşı, sebep olduğu terörizmden daha önce PKK’nın içine düştüğü trajediyi, anakronizmi ve irrasyonaliteyi teyit ediyor.

PKK böyle bir kararı alırken sürdürülen müzakere ve istişare süreçlerini bir an için tahayyül edin. Hendekler, mayınlar, suikastlar, bombalar... Bütün bunların içinde olduğu bir karar alma sürecinin aklı başında bir müzakereye denk gelmesi mümkün müdür?

İşte bu dünyanın içerisinde yaşayan PKK ve müzahir unsurların, ‘yeniden müzakerelere dönülmesinden’ anladıkları da, bir çözümden ziyade PKK’nın son hâlinin müzakere edilmesidir. Oysa bu durum, PKK’nın akla ziyan terörizmi yoluyla ‘esasa müteallik siyasal bir sorun’ olmaktan çıkarılmıştır.

Bu noktada HDP’nin varlığı ve belli bir kesimden her şeye rağmen destek alıyor olmasının ise ne siyasal ne toplumsal ne de ahlaki bir katma değeri kalmamıştır. Zira vesayet rejimi de tefessühün zirvesine çıktığı dönemlerde, Mecliste, toplumda ve farklı zeminlerde muhakkak bir destek imkânı bulmuştu!

HABERE YORUM KAT