1. HABERLER

  2. HABER

  3. 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ

  4. “Onur Gecesi (1) Atlattığımız Badire”
“Onur Gecesi (1) Atlattığımız Badire”

“Onur Gecesi (1) Atlattığımız Badire”

Halil Berktay yazısında, dün gece yaşanan darbe kalkışmasına dair değerlendirmelerde bulunuyor, “Hükümet de sağlam durdu, devlet aygıtı da sağlam durdu, medya da sağlam durdu, halk da sağlam durdu.” diyor.

16 Temmuz 2016 Cumartesi 14:56A+A-

Onur Gecesi (1) Atlattığımız Badire

Halil Berktay / Serbestiyet

Evet, bir darbe girişimi yaşadık. 12 saat kadar sürdü ve altedildi. Hem ciddiydi, hem değil. Bir ölçüde planlıydı, ürkütücüydü, ama son tahlilde zayıf güçlerle yapılmıştı. Başından itibaren herkesin gördüğü ve söylediği gibi, emir-komuta zinciri dışındaki bir azınlığın işiydi. Daha ziyade albay ve aşağısı (ve kalabalık bir üsteğmenler grubu) düzeyinde örgütlenmişlerdi (bir habere göre, 29 albay ve 5 general görevden alınmış). Bu kademelerin kapasitesi itibariyle, durumun bütününü görmeleri mümkün değildi.Ankara ve İstanbul dışında bir varlıkları da, eylem hazırlıkları da pek görünmüyor. Birleşik bir önderlikleri, tek ve net bir kumanda merkezleri olduğundan dahi emin değilim. Bunun ötesinde, ne bir darbe ortamı vardı, ne bir ideoloji ve programları, ne de halktan en ufak bir destek beklentisi. Son tahlilde, tam anlamıyla umutsuz bir çılgınlıktan ibaretti.

Böyle şey olur mu demeyin; pekâlâ olur. 27 Mayıs’tan çıkılırken, 14’lerin askerî rejimi sürdürme özlemini hatırlayın. Talât Aydemir’in aynı doğrultudaki 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 girişimlerini hatırlayın. İspanya’da, Franco diktatörlüğünden demokrasiye geçiş sürecinde, monarşi yanlılarının 23 Şubat 1981’deki darbe girişimini, Yarbay Antonio Tejero Molina’nın 200 askeriyle parlamentoyu basmasını hatırlayın. Sovyetler Birliği çökerken, Komünist Partisi içindeki sertlik yanlılarının 19 Ağustos 1991girişimini hatırlayın.

15-16 Temmuz gecesi maruz kaldığımız tehdit de, bunlar kadar koftu aslında. Öte yandan, ellerinde tank vardı, top vardı, uçak vardı, helikopter vardı. Anlıyoruz ki özellikle (daha önce MİT tırları operasyonlarını gerçekleştirmesiyle ünlü) Jandarma’da ve ayrıca Hava Kuvvetleri’nde etkiliydiler. Sınırlı vizyonları ve mobilizasyon kabiliyetleri nedeniyle, hükümetin ve devlet teşkilâtının sinir merkezlerinden birçoğunu (ve bu arada medyanın neredeyse tamamını) atlamışlar; diğerlerine ise ancak 50-100-200 asker tahsis edebilmiş ve bunun da yeterli olacağını sanmışlar veya daha fazlası ellerinden gelmemişti. Gene de vurdukları, en azından hedef aldıkları yer az değildi: Genelkurmay, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Ankara’daki Özel Harekât Komutanlığı, TRT, Türksat, İstanbul Atatürk Havalimanı, Boğaz köprüleri… Akıncı (Mürted) hava üssü ile bazı kışla ve karargâhlar ellerindeydi. Belirli bir kararlılık ve gözü kara gidişleri de vardı. Özel Harekât’ı, MİT’i, Meclis’i, İçişleri Bakanlığı’nı, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni bombalayacak; Boğaziçi Köprüsü üzerindeki tanklardan, ya da Genekurmay veya Atatürk Havalimanı önünde toplanan halka helikopterlerden ateş açacak kadar da amansız olduklarını, olayların seyri içinde herkese gösterdiler.

Kazanabilirler miydi? Şimdi, 16 Temmuz sabahı saat 10-11 itibariyle, aralarındaki sınırlı bağlantılar da tamamen koptuktan ve sadece orada burada, izole edilmiş birkaç küçük macera odağı kaldıktan sonra, hayır, mümkün değildi demek çok kolay bir bakıma. Ama insan faktörünü unutmayalım. Böyle baskın teşebbüslerinde, pek çok şey liderliğe, cesarete, basirete, hükümetin ve devlet aygıtının kilit noktalarındaki insanların direnme iradesine bağlıdır. Buna bağlı olarak, halk da harekete geçebilir (veya geçmeyebilir). Hemen terörize olup boyun mu eğeceksiniz, yoksa korkmayı reddedip üzerlerine mi yürüyeceksiniz? Talât Aydemir’in sonunu İnönü, İspanyol monarşistlerinin sonunu bizzat Kral Juan Carlos, Rusya’da 1991 darbecilerinin sonunu da Boris Yeltsin böyle getirdi. Türkiye toplumu ise, geçmişte maalesef yamyassı olurdu, asker kışlasından çıktığı anda. 27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti, 12 Mart 1971’de Adalet Partisi, 12 Eylül 1980’de hemen herkes yerlerde süründü. Hattâ Demirel “şapkasını alıp gitme”nin teorisini bile kurdu.

Ama bu sefer öyle olmadı işte. Hükümet de sağlam durdu, devlet aygıtı da sağlam durdu, medya da sağlam durdu, halk da sağlam durdu. Bir utanç ve zillet gecesi değil, tam tersine büyük bir onur gecesi yaşadık. İleride bunu, Türkiye’nin kaderinin değiştiği an olarak hatırlayacağız.

- - - - -

Yazı dizisinin ikinci bölümü için tıklayın: Onur Gecesi (2) Diren Türkiye!

Yazı dizisinin üçüncü bölümü için tıklayın: Onur Gecesi (3) Utan BBC!

HABERE YORUM KAT