1. YAZARLAR

  2. Haşim Ay

  3. “Vefatının 5. Yılında Uluslararası Aliya İzzetbegoviç”

“Vefatının 5. Yılında Uluslararası Aliya İzzetbegoviç”

Kasım 2008A+A-

 

Geçtiğimiz Ekim ayı içerisinde İstanbul’da önemli iki sempozyum gerçekleştirildi. Bunlardan “Vefatının 5. Yılında Uluslararası Aliya İzzetbegoviç Sempozyumu” 11–12 Ekim tarihlerinde Bağcılar Belediyesi tarafından düzenlenirken “Balkanlarda Gelecek Tasavvuru” adını taşıyan sempozyum ise 18–19 Ekim’de İHH tarafından gerçekleştirildi.

Aliya İzzetbegoviç Sempozyumu

11–12 Ekim tarihleri arasında Bağcılar Belediyesi tarafından "Vefatının 5. Yılında Uluslararası Aliya İzzetbegovic Sempozyumu" adıyla çağdaş İslami uyanışın öncü isimlerinden Aliya İzzetbegoviç’i konu edinen bir sempozyum düzenlendi. İstanbul Mahmutbey’deki Holiday İnn Oteli’nde gerçekleştirilen ve iki gün süren sempozyuma Bosna, Makedonya ve Türkiye'den çok sayıda yazar, akademisyen, siyasetçi konuşmacı olarak katıldı.

Sempozyum "Bir Devlet Adamı", "Bir Düşünür", "Bir Özgürlük Aşığı", "Doğu Batı Arasında" ve"Bosna'yı Kur(tar)mak: Diplomasi ve Hukuk" başlıkları altında öngörülen beş oturum halinde gerçekleşti. Ana oturumlar öncesinde yapılan protokol konuşmaları sırasında Başbakan R. T. Erdoğan’ınmesajı okundu.

Farklı Perspektiflerin Muhtelif Aliya Betimlemeleri

Katılımcıların kahir ekseriyeti İslami uyanışı ve ümmet perspektifini esas alan yaklaşımlar ortaya koydular. Ancak bilinç ve perspektif düzeylerinde farklılıklar taşıyan bazı konuşmacılar Bosna ve Aliya'ya yaklaşımlarında farklı yaklaşımlar ortaya koydular.

Bosna-Hersek Eski Savunma Bakan Yardımcısı Hasan Cengic, Dr. Bahadır İslam, Doç. Dr. Berdal Aral veDr. Levent Korkut gibi katılımcılar ve oturuma müteakiben söz alan konuşmacılar daha çok Bosna'daki tarihi süreci ve Batılı tutumun hukuki ve ahlaki açılardan değerlendirmesini yaparak belgesel nitelikli birer sunumda bulundular. Bu kategorideki konuşmacıların çoğunun paralel tespiti uluslararası toplum denilen emperyalist odakların Bosna trajedisinin dolaylı ya da doğrudan sorumlusu oldukları vurgusuydu. Bu vurguyla birlikte yapılan Aliya değerlendirmesi ise daha ziyade duygusal bir çerçevede kaldı. Bunlar haricindeyse sempozyumda öne çıkan perspektifler şöyle sıralanabilir:

1-Postmodern-çoğulcu perspektif:

Türkçeye çevrilen kitapları ve emperyalistlere karşı ezilenlerden yana tavırlarıyla tanıdığımız Amerikalı sosyolog Prof. Dr. Stjepan Gabriel Mestrovic, Aliya'nın Avrupa-merkezciliğe ve faşizme karşı tutumlarını överek çoğulcu bir toplumun oluşturulması, hoşgörü ve ahlaki değerler temelli bir siyaset bağlamında Batı'nın da onun düşüncelerinden çok şey öğrenebileceğini söyledi.

2-Muhafazakâr-demokrat perspektif:

Prof. Dr. Şaban Çalış'ın Bosna'ya bakışı muhafazakâr-demokrat AK Parti'nin yaklaşımını yansıtıyordu. Çalış'a göre Osmanlı'nın çözülüşünün merkezinde Balkanlar ve dolayısıyla Bosna vardı. Osmanlı mirası üzerine kurulan Türkiye ise uzun bir zaman boyunca Bosna'yı ihmal etmekle yanlış yaptı. Dolayısıyla Türkiye Osmanlı'nın mirasçısı olarak Bosna'ya ve Balkanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmeli. Yanı sıra Yarın dergisinde çıkan yazılarından tanıdığımız Ahmet Demirhan da Çalış ile paralel serdettiği görüşleri dolayısıyla bu kategoride konumlandırılabilir.

3-Bâtıni/Tasavvufi, Modernist İslamcı ve Ulusçu Perspektifler:

Sempozyumda birer sunum yapan Bosna-Hersek Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Dr. Kasım Trnka, Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün ve Sadık Yalsızuçanlar da birbirleriyle çelişen üç ayrı Aliya portresi çizdiler.

Yalsızuçanlar estetik bağlamında bâtıni/tasavvufi bir Aliya portresi çizerken, Ş. Ali Düzgün’ün de 'Medine Vesikası' üzerinden 'Müslüman modernist' bir Aliya prototipi çizmesi ilginç idi. Düzgün, bazı Batılı akademisyenlerin Aliya'yı 'İslamcı radikalizm' ile irtibatlandırmalarını da eleştirdi. Ona göre ümmet tanımı Medine ve çevresinde ittifak halinde olunan Ehli Kitab’ı, müşrikleri ve Maniheistleri de kapsıyordu. Bu form Aliya'nın Bosna tasarımında ifadesini buluyordu. Kurucu irade olarak İslam evrensel ahlakî değerleri kapsıyordu ve İslam siyasi anlamda özgün bir yönetim formunu önermemiş, dahası böyle bir misyon da yüklememişti. Düzgün'ün bu çerçevede ele aldığı birçok konu ve kavram etrafında yaptığı açılımların çoğunda kısmi doğrular vardı ancak tespitleri üzerine bina ettiği ve dolayısıyla Aliya ile de temellendirdiği çoğu önermesi parçacı ve sorunluydu.

Nitekim başta Senadin Lavic ve Cemalettin Latic olmak üzere Aliya'ya İslami uyanış merkezli ve daha bütüncül bakan çoğu kimse de konuşmasında Boşnak Müslümanların İslami kimliğinin güçlendirilmesi ve yeniden İslami dirilişin Aliya’nın temel hedefleri olduğunu; düşüncelerinin çatısının bütün Müslüman halkların yeniden uyanış özlemini içerdiğini; Bosna özelindeyse acil bir durumun söz konusu olduğunu ve dolayısıyla pratikte realiteyi ve Bosna-Hersek halkının insani bakımdan önceliklerini gözettiğini belirtmek suretiyle dolaylı da olsa Düzgün'ün yaklaşımını cevaplandırdılar.

Kasım Trnkaise Bosna'nın uzak ve yakın siyasi tarihine ve bağımsızlık mücadelesi sürecine dönük değinilerde bulunduğu konuşmasında "Boşnak ulus kimliği inşacısı" bir Aliya portresi çizdi. Kasım'a göre Aliya'nın sayesindedir ki bugün Bosna-Hersek devletinden ve 'ulusal bir Boşnak kimliğinden' söz edilebilinmektedir! Anlaşılan o ki Kasım, İslam dünyasındaki çoğu kişi gibi kavim ile ulusu birbiriyle özdeşleştirmişti ve millet/nation kavramını da bu anlamda kullanmaktaydı. Aliya'nın demokrasi, ulus-devlet ve ulusal kimlik olgularına yaklaşımlarının nasıllığının üzerinde durulmaması ise çoğu dinleyicinin yanlış bir Aliya imajına kapılmaları ihtimaline sebebiyet vermesi bakımından üzücüydü. Yine de daha sonra söz alan Cemalettin Latic'in dinleyicilerce yoğun bir alkışla karşılanan "Biz sadece Müslümanız; dinimize sadık kaldık ve sadık da kalacağız!" sözü adeta Kasım'a verilen bir yanıttı.

4-İslami uyanış perspektifinden bakanlar ve paralel vurgular:

Bunların dışında kalan hemen diğer tüm konuşmacılar ise çeşitli bağlamlarda inceledikleri Aliya'yı ve Bosna'yı İslami uyanış ve bilinçlenme sürecine katkıları bağlamında ve ümmet merkezli olarak ele aldılar. Bu perspektifin belirleyiciliğinde birbirine paralel olan şu özet vurgular dikkat çekici idi:

- Çoğu Boşnak'ın dini telakkileri geleneksel muharref ve mitolojik unsurlar barındırmanın yanı sıra aynı zamanda da çağdaş ideolojik kuşatma altındaydı. Boşnaklar Aliya'nın geliştirdiği kültür devrimi sonucunda İslami kimlikleriyle yeniden dirilme imkânı elde ettiler. Onun ideal düzlemdeki teorik açılımları dünya Müslümanlarının yeniden diriliş ve kurtuluşlarını hedeflerken reel ölçekte oluşturduğu pratik ise Bosna Müslümanlarının bugün karşılaştığı sorunların aşılması noktasında da öğreticidir. Ancak mevcut Bosna yöneticileri bu yönüyle Aliya'nın mirasını yeterince değerlendirememiş görünmektedirler. Tiranlığa, devlet terörizmine, mustazafların savunulması ve Makyavelizm karşısında onurlu ve ilkeli bir mücadele noktasında onun mesajı bütün insanlığa dönüktür. (Senadin Lavic, Adamir Jerkovic, Adnan İsmaili)

- İslam, Aliya için her zaman belirleyici önemdeydi ve kimliğini hiçbir ortamda gizlemedi. Diplomatik ilişkiler ve uluslararası ortamlarda bulunurken bile dilini eğip-bükmedi, yönetici elitler karşısında eğilmedi. Coğrafik bakımdan kısmen Avrupalı olmasından bile bir vaziyet çıkararak Doğu-Batı arasında çizilmiş suni ayrımların ötesinde onların İslami değerler temelinde buluşması konusunda bir aracı konumundaydı. Uluslararası diplomatik planda 'kadeh bağı'nı kıran tek önderdi. (Muharrem Sevil)

- Aliya, İslami aidiyetini belirleyici kılması dolayısıyla Batılılar onu ve Bosna tasarımı karşısında genellikle Sırpların lehine tutumlar takınmışlardır. Aliya'nın İslam dünyası ile yakınlaşmayı önceleyen tutumu sebebiyle de Batılı egemenler onu tecrit etmeye ve böylece Bosna'nın Müslümanlarla irtibat kanallarını kurutmaya çalışmışlardır. O, bütün zorluklara rağmen insanın özgürlüğünü savundu, asrımızda İslam düşüncesinin canlandırılması ve Müslüman halkların yeniden dirilişini temel amacı olarak belledi. Aliya, İslam'ı salt bir ferdi inanç değil, sosyal boyutu ağırlıklı bir yaşam biçimi olarak algılamıştır. Düşüncesinin eksenine Allah'ın kitabı Kur'an'ı ve Peygamber’in sünnetini koymuştur. (Prof. Dr. Cemalettin Latic, Prof. Dr. İsmail Bardhi)

- Aliya, geriye önemli bir fikrî miras bırakmıştır. Müslümanlara ait sorunlar onun temel ilgi alanlarıdır ve bu yüzden de o İslam âleminin temel figürlerinden olmayı hak etmektedir. Şahsiyetlerin ikonlaştırılmasını insan onuruna hakaret gördüğü gibi kendi şahsiyeti etrafında bir kültün oluşturulmasına da karşıydı. 'Aliyacılık yapmak' anlamına gelebilecek hamasi bir Aliya-sevicilik her şeyden önce Aliya'ya saygısızlıktır. Aliya'nın paradigması İslam ve bundan mülhem ahlak ve insan anlayışıdır. Özgürlük, adalet, eleştirellik/sorgulayıcılık, tevazu ve ilkeleri ile tutarlılık paradigmasının temel özellikleridir. (Mahmut Akın)

- Batı kapalı medeniyet tasavvurunun bir sonucu olarak tahakkümcü bir çehreye sahiptir. Bosna ise bu çehrenin sistematik bir vahşetle kendisini gösterdiği bir alan… Aliya açık bir medeniyet tasavvurunun sözcülüğünü yapmıştır ki bunun temel karakteri 'öteki'ye saygıdır. Onun hayat serüveni geçirdiği evreler itibariyle en çok da Yusuf'u andırmaktadır. Medrese-i Yusuf'u yaşamış ve büyük Bosna trajedisine şahitlik ederken de Eyyüb'ün sabrını kuşanmıştır. İdeolojik kuşatmalar altında Doğu ve Batı'yı sistematik bir değerlendirmeye tabi tutmuş ve Avrupa'nın göbeğinde 'üçüncü yol' olarak İslam'ın da var olduğunu ve gelecek vaat ettiğini kanıtlamıştır. (Dr. Hilmo Neimarlija, Recep Şentürk, Lütfi Sunar)

- Aliya, ataerkil olmayan, farklı topluluklara ve kültürlere açık ve tahammüllü olan ve özgürlüğü insanı insan yapan temel bir değer olarak herkes için öngören ve bunu bir toplum tasarımı biçiminde ortaya koyan geniş kapsamlı bir özgürlük perspektifinin inşacısıdır. Her koşulda haykırdığı "Allah'a söz veriyoruz ki asla esir olmayacağız!" sloganı Müslümanlarca örnek alınması gereken çağrısının ve kararlılığının özüdür. Çok-kültürlü, çok-dilli, çok-etnili bir toplumda nasıl var olunacağı noktasında, kolektif haklar ve özgürlükler alanında da Müslümanlarca ders çıkarılması gereken bir örnektir. (Alev Erkilet)

Aliya'yı konu edinen bu sempozyumda her tebliğci görmek istediği Aliya portresini anlatmaya çalıştı. Bu bağlamda İslami bilinç ve duyarlılığa sahip bazı Müslümanlar da daha sağlıklı ve adil bir Aliya portresinin çizilmesi yönünde ciddi saptamalarda bulundular. Bu açıdan sempozyumun kitaplaştırılmış olması olumlu bir katkı olmuştur. Bu vesileyle umulur ki her kesimin kendi perspektifince yarattığı Aliya portrelerinin hangisinin hakikati yansıttığı anlaşılır ve Müslümanlar da kendilerine ait olan bu değeri daha bir derinlikle kavrayıp gündemleştirirler.

Balkanlarda Gelecek Tasavvuru Sempozyumu

Dikkat çekici bir diğer program ise 18–19 Ekim tarihleri arasında İHH tarafından Cevahir Otel’de gerçekleştirilen “Balkanlarda Gelecek Tasavvuru” isimli sempozyumdu. Balkanlardan gelen çeşitli konuşmacılar bu vesileyle Balkanlardaki durum hakkında Türkiye kamuoyunu bilgilendirdiler ve ortak bir gelecek tasavvurunu tartıştılar. Başta Bosna, Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Gümülcine baş müftüleri olmak üzere Balkanlar’dan ve Türkiye’den de pek çok akademisyen, STK temsilcisi ve siyasetçi sempozyuma katıldı.

“Balkanlarda İslam'ın Geleceği ve Birlikte Yaşam”, “AB Sürecinde Balkanlarda Gelecek Perspektifi” ve “Eğitim, Örgütlenme ve İşbirliği Alanları”olarak üç oturum halinde gerçekleştirilen sempozyumda başta Balkan Müslümanlarının tarihi olmak üzere, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik durum etraflı bir şekilde incelenerek Balkan Müslümanlarının kendi aralarında, Türkiye ve İslam dünyasıyla ilişki, işbirliği ve gelecekleri tartışıldı.

Başbakan R. Tayip Erdoğan'ın tebrik mesajı gönderdiği ve AK Parti'den de birkaç milletvekilinin selamlama konuşması yaptığı sempozyumun birinci oturumuna Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez başkanlık yaptı. Oturumda söz alacağı söylenen ve Aliya İzzetbegoviç’in de dava arkadaşlarından olan Cemalettin Latiç ise sempozyuma katılmadı.

Sempozyumda sunulan tebliğlerde birbirine paralel ve çakışan çeşitli perspektifler öne çıktı. Bunları şu şekilde kategorize etmek mümkün olsa gerektir:

1-Gelenekçi-Sığınmacı ve Türk-İslam Sentezcisi Perspektifler:

Sempozyumda gerek dini gerek siyasi eklektik yaklaşımlar ön plana çıktı. Bunları kısaca açmak gerekirse mesela Selim Muca, Osmanlı’nın İslam’dan esinlenen eşsiz bir liberalizm politikasına sahip olduğunu ve de İslam’ın demokratik bir inanç olduğunu söylüyordu. Mustafa Aliş, Türklüğü İslam ile özdeşleştirirken, Mustafa Çeriç mevcut TC’yi anavatan addediyor ve bir diğer müftü Süleyman Recebi de Balkan Müslümanlarının dini geleceğini DİB’e eklemliyordu. Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif ise bu eklektizme daha kalın zincirler ekleyerek Pomak ve Romanlar ile Türkler arasında soy bağı kurdu ve onların Türklüğünü inkâr etmenin bir Yunan komplosu olduğunu söyledi. Yanı sıra dini ve ulusal şuur aşılamayı dini faaliyetlerin eksenine oturtan Şerif, bunların işlevselliğini de Türk dili ve kültürüne yapacağı katkı ile ölçüyordu. H. Yıldırım Ağanoğlu ise Osmanlı’nın ve İttihat Terakki’nin İslamcılık ve Osmanlıcılık akımlarını kullandığını itiraf etti ve Türkçülükte karar kılınmasını yücelterek Cumhuriyetin Osmanlı’nın meşru mirasçısı olarak Balkan Müslümanlarının da doğal hamisi olduğunu söyledi. Ağanoğlu Arnavut, Boşnak, Çerkez ve Pomakların Türk soyu ve kültüründen geldiklerini de iddia ediyordu! Ajni Sinani ise İslami mücadele içerisindeki cihadi akımları ‘terörist’ olarak nitelendirirken Balkanlardaki DİB güdümlü geleneksel-mezhepçi dini kuruluşlarının başarısızlığın temelinde bu eğilimlerin bulunduğunu söylüyordu. Öyle ki Sinani, bunları olumsuz bir faktör olarak misyonerlikle yan yana getirebiliyordu. Balkan Müslümanlarının geleceğini ise TC ve DİB ile geniş işbirliğine bağlıyordu. Benzeri yaklaşımları sivil toplumculuk bağlamında dillendiren Süleyman Baki de Türk-İslam sentezcisi bir yaklaşımla bölgedeki Türk STK’larının Türkiyecilik eksenli faaliyetlerini tanıtıyordu.

2-Liberal-Demokrat ve İslam Modernizmi Perspektifleri:

Ortak paydaları AB’ye entegrasyon, NATO üyeliği ve siyasi-kültürel olarak Batı ile bütünleşme olanlar da sempozyumda ilginç tespitler ortaya koydular.

perspektifleri Milazim Krasniqi, Nazmi Maliqi, Fuat Ramiqi, kısmen de Abdi Baleta’nın tebliğlerinde gözlemlemek mümkün idi.

Milazim Krasniqi’nin tebliğinde Balkan kimliğinin heterojen ve kurgusallığını çözümleyen teşhisleri şüphesiz ki ufuk açıcıydı, ancak gelecek tasavvuru bağlamında Balkan Müslümanlarının yetersiz de olsa ortak dini paydalarını önemsizleştirerek Batı’ya ve hatta Batılılaşmaya teslim etmesi düşündürücüydü. Krasniqi, AB’nin ve NATO’nun Balkanlardaki varlığına önem atfederek etkilerini salt askeri, ekonomik, siyasi vb. alanlarla sınırlamasını eleştirdi ve bu etkinliğin kültür-eğitim vb. alanlara da yayılması gerektiğini belirtti. Balkanlardaki kimlik boşluğunun ancak böylece giderilebileceğini, Balkan halklarını bir arada tutmak için bunun zorunlu olduğunu ve dolayısıyla hem coğrafik hem de tarihi açıdan bu sorumluluğun AB’ye ait olduğunu söyledi.

Nazmi Maliqi’nin söylemleri ise bunu formüle edecek nitelikteydi. Maliqi, AB’nin Hıristiyan birliği olarak algılanmasını yerden yere vurduğu konuşmasında İslami kimliğe de çok dar bir çerçeve çizdi. Maliqi’ye göre Avrupa’da Müslümanlar dini kimlikleri hususunda herhangi bir kriz içerisinde değillerdi; kimliklerini İslami kurallarca şekillenmiş bir aile ortamında rahatça yaşayabilirlerdi! Avrupa birçok şehrinde dini merkezlerin ve camilerin kurulmasına izin vermek suretiyle İslam ve Müslümanlara hoşgörülü olduğunu kanıtlamıştı ve dolayısıyla “gelenek İslamı”nı bir yana bırakarak “entegre olmuş bir Avro-İslam”ın teşvikçisi olmak gerekmekteydi(!). Benzeri görüşler serdeden Fuat Ramiqi de coğrafyadan hareketle AB’yi Balkan Müslümanlarının doğal müttefiki ve hamisi ilan etti. Abdi Baleta ise Balkanlardaki laik milliyetçiliğin yadsınamayacağını, çünkü onun “dinsel milliyetçilik” gibi şovenist tehlike arz etmediğini iddia etti! Arnavut milliyetçiliğinin aleyhine olduğu için Kosova’nın bağımsızlığını bu bağlamda eleştiren Baleta, tebliğinin ilerleyen kısımlarında ise reel-politik bir tutum sergileyerek Avrupacılığın Amerikanizm karşısındaki güçsüzlüğüne dikkat çekti ve Amerika’dan yana yer almanın Balkanlara katkıları üzerinde durdu! AK Parti’nin ılımlı/uzlaşmacı İslam imajını ve başdanışman Ahmet Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlıcılık” yönündeki dış politikasının Fuller’in Türkiye’ye dönük yaptığı öngörünün ifadesi olduğunu ima ederek övdü.

3-Ümmet Eksenli Bir Gelecek Tasavvuru Öngören İslami Perspektif:

Sempozyumda Balkan Müslümanlarının gününü ve geleceğini İslam ile ve ümmet perspektifiyle dillendirenlerin sayısı maalesef ki azdı. Bunu konuşmalarına yansıtanlar arasında Muammer Zukorliç, Halil Mehtiç, Adnan İsmaili ve sempozyuma bilfiil katılmayan ancak tebliğ metni sempozyum kitabına eklenen Cemalettin Latiç’in yaklaşımları dikkate değerdi.

“Hakiki birliktelik sadece din ve ümmet birlikteliği temelinde inşa edilebilir.”diyen Zukorliç, İslami yaşam ve güçlü İslami örgütlenmelerin tüm diğer Müslümanlar gibi Balkan Müslümanlarının da varlığını idame ettirmesinin temel koşulu olduğunu söyledi. Zukorliç ayrıca coğrafi konumları dolayısıyla İslami örgütlenmeler ve ilişkilerin niteliğinin Balkan Müslümanlarının yanı sıra İslam’ın geleceği adına Avrupa’da da çok etkili sonuçlar doğurabileceğini hatırlatarak dava bilincinin kuşanılmasına çağrı yaptı. Ulus-kimlik ve devletin, Fransız Devrimi’nin ürünü olduğunu hatırlatan Adnan İsmaili, ümmetin çözülmesi sonucu ulusal devleti bir imkân olarak algılayanların bulunduğunu ancak İslami bir nitelik ortaya koymadığını ve dahası bu süreçlerde yaygınlaşan milliyetçiliğin de ümmeti zehirlediğini söyledi. Bu olumlu teşhislerine rağmen İsmaili’nin Makedonya, Kosova ve Bosna’nın Arnavutluk ve Türkiye gibi NATO ve AB’ye üyelik sürecinin desteklenmesi yönündeki reel-politik çağrısı sorunlar içermekle birlikte ideal politik düzlemde Müslümanlar arası yakınlaşma ve güç birliğinin önemi üzerinde durması da dikkat çekiciydi.

Halil Mehtiç, ulus-devlet ve ulus-kimlikten kaynaklı açmazlara dikkat çekerek birliktelik ve bütünleşmenin yegâne zemininin İslam olması gerektiğinin altını çizdi. Mehtiç, Bosnalı Müslüman aydın Mustafa Busuladziç (1914–1945) ve Aliya İzzetbegoviç’in mirasını da değerlendirdi. Onların “Avrupalı İslam” ya da “Bosna İslamı” yönündeki kavramlaştırmalarının İslam’ı revize etmek ve onun evrensel karakterini olumsuzlamak niyetiyle oluşmadığını, zaten normatif açıdan/ilkesel olarak İslam’a coğrafi, ırksal veya etnik özellikler de atfedilemeyeceğini ifade eden Mehtiç, adeta “Avro-İslam” demagojisi yapan uzlaşmacı modernistlere dolaylı bir cevap verdi. Cemalettin Latiç’in sempozyum metninde Aliya İzzetbegoviç’in birikimi değerlendirilmekte Mehtiç’le paralel saptamalar bulunmaktadır.

Sonuç Yerine

Gerek bilgilendirme gerekse de Balkan Müslümanlarının iç irtibatı açısından önemli faydalar sağlayan bu sempozyumun diğer dikkat çeken olumluluğu tebliğlerin sunulmadan önce kitaplaştırılmasıydı. Ancak bu sempozyum, bazı kaygılar uyandırdı. Sempozyumdaki en önemli sorun, Müslüman halkların problem ve gelecek tasavvurlarının nasıl olması gerektiğinin cevabının verili iktidarların himmetine bağlanmasıydı. Ayrıca bu etkinlikle Türkiye’nin Balkanlar, Asya ve Avrasya vizyonuna bilerek bilmeyerek hizmet edilmiş oldu. Bu boyut düşünüldüğünde sempozyumu düzenleyen İHH, özgün ve bağımsız yapısını gölgeliyor gibiydi.

Sorun organizasyondan ibaret değil! Bu ve benzeri organizasyonların ne tür bir kimliksel perspektif ve stratejinin belirleyiciliğinde yapılacağıdır asıl sorun. Diğer yandan sempozyumda reel-politik refleksi aşarak konuşmacıların çoğunluğunca düpedüz ideal-politiğe dönüştürülen TC sığınmacılığı ya da TC-DİB, AKP-ABD veya AKP-DİB-AB güdümlü gelecek tasavvurunun fütursuzca dillendirilmesi dikkate alındığında, “acaba bu yaklaşımlar önceden bilinmiyor muydu?” soruları ister istemez insan aklına düşüyor.

Tekrarlayacak olursak bu tür fonksiyonel sempozyumlar elbette yapılmalı ve desteklenmeli ama belirttiğimiz gibi bunun ölçüleri, zemini ve muhtemel yansımaları da mutlaka ama mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR