1. YAZARLAR

  2. Halit Çağdaş

  3. Üslubun Benzeşmesi ve Müslümanların Durumu

Üslubun Benzeşmesi ve Müslümanların Durumu

Mayıs 2007A+A-

GİRİŞ

İnsanlar erkek ve dişiden yaratılmış, birbirlerini tanımaları için kabilelere ayrılmışlardır. Yaratılıştan verilen tanıma, tanımlama, tanınma benzeri istek ve arzular teknolojik gelişmelerden hayli etkilenmiştir. Önceleri kısıtlı araçlarla sağlanan iletişim; imkanların gelişmesiyle geneli şamil bir hal almıştır. Bu yaygınlık bireylerin etkileşim ve benzeşme halini hızlandırmış ve günümüzde doruk noktaya ulaştırmıştır.

Gerek gelenek içerisinde toplumların ürettikleri kutsanmış kültür ve bilginin, gerekse de yine benzer yollarla üretilmiş modern bilgi ve yaşantının etki alanına girmiş olan insan farklılaşmakta, fıtratına aykırı bir üslup kazanmakta; temiz, saf, duru akıl yerini kirlenmiş akla terk etmektedir. Çağdaşı olduğumuz toplumlar o kadar birbirine benzeşme gerçeğiyle karşı karşıya kalmışlardır ki; tamamen zıt fikir ve yapı sahiplerinin üslupta ayniyle hareket ettikleri, aynı dili konuştuklarına şahit olduk. Maalesef bu etkileşim kendini İslam'a nispet edenlerde de fazlasıyla görülmektedir.

ÜSLUP NEDİR?

Üslup üç ayrı şekilde tanımlanmaktadır. Birinci tanımda "anlatma, oluş, biçim ve tarz"; ikincide "bir sanatçıya, bir çağa veya bir ülkeye özgü teknik, renk, biçimlendirme ve söyleyiş özelliği, biçem, stil"; üçüncü tanımda ise "sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatıştaki özelliği veya bir türün, bir çağın kendine özgü anlatış biçimi" olarak ifadelendirilmektedir. Arapça kökenli ve isim olan üslup; herhangi bir nesne, kişi veya olgunun durumunu, tavrını, edasını anlatmak için sıkça başvurulan bir tanımlama olarak kullanılmaktadır. Bu kullanımlar incelendiğinde özellikle tartışma, münazara ve fikir alışverişlerinde eleştirmek ya da takdir/övgü amaçlı kullanımların ön plana çıktığı gözlenmektedir. Üslup mesajın niteliğini ve netliğini, olumlu ya da olumsuz anlamda etkileme gücüne sahiptir. Muhataba bir şeyleri anlatmada kullanılan jest ve mimikler, ses tonu vb. etkenler üslup sorunu olduğu için bundan verilen mesajın algılanması da direkt olarak etkilenmektedir. Özellikle insanlar arasındaki iletişimin, algılamanın, anlamanın, kabul etmenin başlangıcı ya da sonu olabilen üslup; bütün çıkışların varış noktasındaki görüntüsünün starttaki yansımasıdır.

BİREYSEL ÜSLUBUN TOPLUMA ETKİSİ

Bireyin fıtratına aykırı bir üslupla bütünleşmesi, bu bütünleşmenin topluma yayılması kitlesel bir girdaba, anafora sebep olabilmektedir. Bazen bir kişinin üslubu tüm yeryüzünü topyekün ıslah etme ya da fesada uğratma niteliğine sahiptir. Islah etmek ne kadar zor ise fesada uğratmak da o kadar kolaydır. İnsanın şeytanın vesveseleri ile imtihanı beşerin şaşırmasını o denli ince bir çizgi etrafında şekillendirmektedir ki, bu şaşırma aynı anda yeryüzünün küresel bir fesada sürüklenmesine de sebep olabilmektedir. (Hitler'in üslubu milyonlarca insanın kanının akmasına, Bush ya da ABD'nin üslubu Ortadoğu'nun kanla yıkanmasına sebep olabilmiştir. Peygamberlerin ilahi mesajdan beslenen üslupları ise insanları aslına rücu etmeye, fıtratına uygun yaşamaya, ezmemeye, horlamamaya, korumaya, düzeltmeye, adalete, özgürlüğe sevketmiştir.)

Matbaanın icadı, bilginin hızla paylaşılmasına imkan tanıyan radyo, televizyon ve internet gibi araçların yaygınlaşması, insanlar arasındaki iletişim ve etkileşimi doruk noktaya taşımıştır. Bu iletişim sağanağı zihinler arasındaki sınırları ortadan kaldırmış; üsluplar, davranışlar, duruşlar, tavırlar ve yaşayışlardaki benzeşme sürecini de hızlandırmıştır. Hindistan'da üretilmiş felsefi bir düşünce binlerce yıl sadece aynı bölgeyi ya da coğrafyayı etkilemişken çağımızda gerek raflardaki kitaplar, gerekse de her türlü ekran aracılığıyla tüm coğrafyaları etkisi altına alabilmektedir. Bu anlık iletim süreci insanı "fikri sabit" bir yapıdan "fikri değişir" bir noktaya taşımıştır. "Hiçbir şeyin doğru olmadığı", "dün doğru kabul edilenin yarın mutlaka yanlış olacağı", "mutlak doğru diye bir şeyin bulunmadığı" gibi yeni kabuller bu gelişim sonucu ortaya çıkmıştır.

Örf, adet, gelenek, görenek, dinler, inanışlar, politikalar, savaşlar vb. her türlü eylem diğerini etkilemede sınır, mekan ve zaman tanımamaktadır. Bu durum kuzey ya da güney dillerinin, kültürlerinin, yaşam tarzlarının giderek benzeştiğini, aynileştiğini, dün hor ve kötü değerlendirilenin bugün hoş, zarif ve güzel görülebildiği bir ortamı bizlere dayatmakta, üstelik bu hal kendiliğinden de gelişme gösterebilmektedir.  İnsanlık sınır farkı gözetmeksizin ortaya konulan siyasi fikirlerin dahi aynileştiği bir çağı yaşamaktadır. Amerika'da oluşan bir siyasi akım ya da kültürel yapı kısa zamanda dünyanın diğer coğrafyalarını etkisi altına alabildiği gibi, Türkiye coğrafyasında son yüzyılı kavga ederek geçirmiş ideolojilerin dahi aslında birbirlerinden çok fazla ayrılıklarının bulunmadıklarını itiraf ettikleri günler yaşanabilmektedir. Öyle ki dün milliyetçi, muhafazakar, İslamcı, Maocu düşünceye sahip insanlar bugün bir araya gelip aynı fikirler üzerinde ortak kanaatler ve hareket tarzları oluşturabilmektedirler. Şu bir vakıadır ki, herhangi bir fenomen yanındaki diğer fenomenin etkisiyle onunla eşleşmeye ve benzeşmeye başlar. Zamanla üsluplar birbirini öyle etkisi altına alır ki baskın olan diğerini ya asilime eder ya da olması gerekenden tamamen farklı bir hüviyete büründürür. Bu etkileşim içerisinde arada yeni fikirler üretenler de bulunabilir. Temelleri aynı olan düşüncelerin yöntem ve ifadeleri farklı da olsa hizmet ettikleri odak aynı olacaktır.

MODERNLEŞMENİN ÜRÜNÜ "İDE KÜLTÜRÜ"

Modernleşme süreci insanı insanlaştırmayı amaçlamıştır. Fakat sonuçta ulaştığı nokta insanı tanrılaştırmak olmuştur. Yaratıcıya has alanların boşaltılmasıyla kısıtlı aklın ürünü fikir ve ideolojiler bu alanları doldurmuşlardır. Ortaya çıkan garip, ucube yapı fıtratı ile çelişen bireyler üretmiştir. Bedenini, ailesini, toplumunu alçakların en alçağı noktasına indiren kadın ve erkek tipleri, hayvanlara özenen, tercihlerini sapıklıkla eşleştiren, çalmayı çırpmayı, yemeyi, içmeyi, gezmeyi ve benzeri işleri yapmayı seven ama yaratılış gayesini hiç hatırlamayan, bu gayenin farkına varmayan bireyler meydana getirmiştir.

İnsan çok nankördür. Nankörlüğü kendini müstağni görmesinden, "ene"sini doyasıya ifade edebilme arzusundan kaynaklanmaktadır. Sınırsız istek ve arzu ifadesi azgınlaşmaya, fitne ve fücur içerisinde, sapkınlığa götürmektedir. Bu "ide kültürü" insanlar arasında o denli yaygınlaşmakta ki, önlenemez yükseliş insanın tamamen Yaratıcı'sından da kopmasına ve kendine "egosal bir alan" oluşturmasına sebep olmaktadır.

İnsanoğlu ne kadar azgındır ki, bütün uyarılara rağmen tekrar tekrar azgınlaşmış, Allah'ın son mesajı Kur'an'ı da arkasına atarak, kendi heva ve hevesinin esiri olma yolunu tutmuş ve topyekün raydan çıkıp sınırlarını kısıtlı aklın belirlediği açık arazide rastgele savrulmayı yeğlemiştir. Beşer; kendisini var eden, değer ve makam verip şereflendiren Yaratıcısı ile öyle bir ayrılığa düşmüştür ki, insanlaşayım derken üzerine biçilen ilahi gömleği beğenmemeye başlamıştır. Çıkarma ya da rengini değiştirme gayretleri ise her defasında gömleğin biraz daha kürke dönüşmesine sebep olmuştur. Lakin bu dahi onu durdurmamış aksine yeni şeklini kanıksamaya, onunla bütünleşmeye ve hayvanlardan da aşağı bir konuma sürüklenmeye başlamıştır. Yazar bir roman kahramanı oluşturur. İlerleyen sayfalarda bu kahramanın nasıl oluştuğu, neler yapacağı, görevleri, nasıl hareket edeceği konusunda okuyucuyu bilgilendirir. Fakat neden sonra bir şeyler ters gitmeye başlar. Yazar klavyenin hangi tuşuna dokunursa dokunsun roman kahramanı aksi ile hareket eder. Yazarın kendi üzerindeki inisiyatifini kaybettiğini düşünen kahraman ise romanın kurgusunu ve düzenini tamamen farklı bir mecraya sürükler. Lakin fark edemediği bir püf nokta vardır. Her ne yaparsa yapsın son cümle tamamlandığında klavyede noktaya basacak olan parmak yazarınkidir.

Özde yaşadığımız ülke, genelde ise dünya insanının hali maalesef budur.  Bugün batılılaşma/modernleşme aşkıyla yanıp tutuşanlar kapkaçtan, terörden, hırsızlıktan, alkol ve uyuşturucunun yaygınlaşmasından mustariptirler. Ama yazarın aksine de hareket etmeyi bırakmamaktadırlar. Kendilerini sorgulamamakta alabildiğince ısrarlı oldukları gibi, hâlâ modernleşme, hâlâ sekülerleşme, hâlâ laik toplum idealleri ile kör ve sağır yaşamı pisletmektedirler. Son noktanın sahibi uyarmaktadır; körlükleri ve sağırlıkları içerisinde debelendikçe daha da batacaklar. Girdap daha da derinleşecek. Kendileri için dünya ve ahirette rezillikten gayri bir şey de olmayacak. Çünkü azgınlıkları onlara hem güzel görünmekte, hem de artırılmaktadır.

ÜSLUP BENZEŞMESİNDE MÜSLÜMANLARIN DURUMU VE TAVIR

Müslüman birey, aile ya da cemaat için en büyük tehlike egosal alanların yaygınlaşması, bu yaygınlaşmanın oluşturduğu benzeşme, taklit ve üslup birlikteliğinin insanı daha fazla kul olma işlevinden uzaklaştırmasıdır. Geçmiş nesillerin örnekliğine bakıldığında cahili toplumların geçirdikleri evrelerin birbirinden farklı olmadığı görülmektedir. Hemen hepsi aynı bozulma sürecini yaşamış ve bunun ardından Allah onları aslına dönmeleri için uyarmak üzere peygamberlerini göndermiştir. Bugün de kendini İslam'a nispet edenlerin benzerlerini yaşadığına şahit olmaktayız. Özellikle düşünce bazında üretilen milli, demokrat vb. kavramlar etrafında şekillendirilmiş fikirsel olgular bu benzeşmenin ürünü savrulmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her Müslüman kendisinden, ailesinden, yakın akrabasından, çevresinden, yaşadığı toplumdan ve tüm yeryüzünden mesuldür. Bu yükümlülük bozulanı dengeye sokma, beyinlere işlemiş, caddeleri süslemiş, vicdanlara yerleşmiş, cepleri doldurmuş tüm ilahları yok etme ve yalnız bir olan Allah'ı ilah ve rab edinmek üzerinedir. Her açıdan kuşatılmanın ve baskının yoğunlaştığı yeryüzünde vahyin ikame edilmesi, yaşama hakim kılınması, geleceğe taşınması, saf ve temiz bir neslin oluşturulabilmesi oldukça çetin bir mücadele süreci gerektirmektedir. Bu mücadelede üsluplarını benzeştirenler, yolda dökülenler değil, ancak inadına yürüyenler, direnenler muvaffak olacaktır. Üslupları benzeşmiş cahili yapıların anaforuna kıyısından köşesinden bulaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Müslüman bireyi tehlikeden ırak kılmanın tek çaresi radikal tavırlardır. Ancak radikal oluşum ve tavır sahipleri kralın durumuna korkusuzca yaklaşabilirler. Kral çıplak deme cesaret ve kararlılığını gösterebilenler bütün baskı ve dayatmalara karşı dimdik durup, aslıyla devam ederler.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR