1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Gaybi Konularda Ölçü

Gaybi Konularda Ölçü

Mayıs 2007A+A-

Yaşadığımız çağda ve yeryüzünde Kur'an'a inandığını belirtip, kıbleye yönelen, "La ilahe illallah" lafzını dillendiren, tevhid akidesine bağlı olduğunu söyleyen milyonlarca insan bulunuyor. Kur'an-ı Kerim, insanları felaha çıkartmak amacıyla Hz. Muhammed aracılığı ile evrenin yaratıcısı Rabbimiz katından insanlığa gönderilmiş ilahi bir kurtuluş rehberidir.  Kur'an'ın mesajı bütün insanlığa akledilip inanılması; cahillikten ve her türlü zulüm, şirk ve tuğyandan arınılması amacıyla gayb katından indirilmiştir. Ama bugün kendisine Müslüman diyen milyonlarca insan sosyal, siyasal ve kültürel bir felah içinde değildir. Kur'an'a inandığını iddia eden kitleler hem geleneksel itikadi yanlışların, hem ulusal/millî kutsalların ve kapitalist yaşam tarzının etkisi veya kuşatması altında bulunmaktadır.

Salihlerden ve adil şahitlerden olabilmek için, Kur'ânî mesajın gereğince akledilebilmesi, bunun için de Kur'ânî mesajın gelenekçi-mezhepçi ve modernist gözlüklerden arınılarak kavranması gerekmektedir. Asıl olan vahyin mesajına, önyargılardan ve aklı mutlaklaştıran yöntemlerden sıyrılarak salim bir akılla yönelebilmek ve kimliğimizi onun açık hükümleri ve ölçüleri ile inşa etme inkılabına ulaşabilmektir. Benliklerinde bu vahiy inkılabını gerçekleştirebilenler, tevhid ve adalet konusunda doğru bir tanıklığa ve ölüm sonrası hayatı da kazanabilme imkanına kavuşabilirler. İki cihan saadetini/dareyni kazanmanın yolu bu dünyada Allah'a çağıran, salih amellerde bulunan Müslümanlardan (41/33) olmakla elde edilebilir. Önemli olan bu çağrı ödevimizin sahihliği ve amellerimizin vahyi istikamet üzerinde olmasıdır.

Muhammed Sûresi'ndeki "Ey iman edenler, eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam tutar." (47/7) ayetindeki fıtratla barışma konusundaki veya vahyi şahitlik ve adaletle ilgili vaad, sûre bütünlüğü içinde sahih bir iman ve amel şartı ile irtibatlandırılmaktadır.

Sahih bir iman ve sahih bir amel, hayatın yaratılışı, anlamı, akıbeti ve mutlak doğrunun nasıl bilinebileceği sorularının aydınlatılması ile gerçekleşebilir. "Bilgi, inanç, eylem" şiarındaki coşkun anlam ise vahyi bilgi temelli iman-amel bütünlüğüne işaret etmektedir.  Rabbimizin razı olacağı bir İslami şahsiyet için, ne vahyin mutlak bilgisine göre şekillenmeyen veya bu bilgiyi aşan veya azaltan bir iman, ne vahyin gaybi bildirim ve ölçüleriyle şekillenmemiş bir amel söz konusu olmalıdır.

Hayatın nasıl yaratıldığı ve nasıl bir anlam taşıdığı, mutlak bilgiye nasıl ulaşılacağı ve ölümün neyi ifade ettiği soruları en temelde fıtrîdir, evrenseldir, kaçınılmazdır. Bu soruların cevabı nasıl olursa olsun, oluşturulan cevap insanın hayat görüşünü ifade eder. Ayrıca bu sorular aklımıza düştüğü zaman Kur'an'la ilişkimizin ciddiyeti belirginleşir. Ayrıca bu soruların cevapları, Kitabımızda olgunluk yaşı olarak belirtilen rüşt yaşına (4/6; 21/51) varıldığında da dikkatle takip edilip araştırılmaya başlanır. Bu temel ve evrensel sorulara ya gereğince akledip tahkik edilerek cevap bulunmaya çalışılır, ya da çevre kültürünü taklit ederek veya aklı kutsayarak cevap üretilmeye başlanır. "Şimdi Rabbından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, hiç o kötü ameli kendisine süslü gösterilmiş de heva ve hevesleri ardına düşmüş kimselere benzer mi?" (47/14) ayeti,  hayat görüşünün oluşturulmasında iki farklı eğilim ve tutuma işaret etmektedir.

Rabbimiz hayatın öncesi, anlamı ve sonrası ile ilgili bu temel soruları, yaratılmış olan sınırlı aklımızı kutsayarak veya üretilmiş çevre kültürünü yahut atalar dinini taklit ederek değil, yaratıcı -öğretici- rızıklandırıcı olan Allah'ın hidayet kitabına kulak kabartıp vahyi mesajı idrak ederek cevaplandırmamızı istemektedir. Bu cevabın kaynağı Rabbimiz katından hidayet rehberi olarak Hz. Muhammed'e iletilen ve "şüphesiz bir gerçek/hakke'l yakîn" (69/51) olan Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an'da hayat görüşümüzü ifade eden en açık ve özet ifade ise kelime-i tevhid lafzıdır. Yani "La ilahe illallah" hitabıdır.

La ilahe illallah hitabını tekrarlayan insanlar gerçekten dünya görüşümüzün (Tevhid'in) bu sembolik lafzını bilerek ve inanarak ifade etseler, sünnetullah gereği Türkiye'deki ve dünyadaki bütün çirkinliklerin, cahiliyyenin, sapkınlıkların tasfiye süreci başlatılmış olur. İçinde yaşadığımız toplumsal zillet ve hastalıklardan,  itikadi, kültürel, siyasi, ekonomik cahiliyyenin bütün türlerinden kurtulmamız; ancak Kur'an temelli bir din anlayışına bağlı olarak, kaynağını ve ölçülerini Kur'an vahyinin gösterdiği sahih bir imana ulaşılarak gerçekleşebilir. Çünkü "iman edenler için hidayet ve şifa" (41/44) kaynağı Aziz Kur'an'dır.

Geleneksel itikadi yanlışların, dayatan kapitalist yaşam tarzının ve ulusal/millî kutsalların Müslümanların kimliğini ve duruşunu bozan ifsadına karşı, hayatın sahibinden geldiği konusunda kesin veya yakîn ifade eden Kur'an bilgisini aklederek doğru bir imana ve bu imanın yönlendirdiği bir pratiğe sahip olunmalıdır. Ancak Kur'an'ın gereğince okunup tahkik edilmesiyle kesin ve sahih bir hayat görüşüne iman mümkün olabilir. Kur'an'ın gereğince okunup tahkik edilmesiyle ulaşılan iman, insanı taklitçilikten, zanni inançlardan, gelenekçi ve modern muharref telakkilerden, vehimlerden ve hurafelerden uzaklaştırır. Ancak Kitabî imanla birlikte sahih bir İslami şahsiyet oluşturulur; haklı bir siyaset, doğru bir eylemlilik ve sosyal şahitlik ikame edilebilir.

Biz Müslümanlar, İslami cemaatler ve Müslüman halklar, Kur'an'a iman ettiğimizi söylediğimiz için Müslümanız. İman esaslarımızı da Rasulullah (s)'ın örnekliğine bağlı olarak, Rasulullah'ın gösterdiği gibi Kur'an'dan öğrenmeliyiz. Zira Rasulde ayette belirtildiği gibi gaybı bilmediğini ve kendisinin de sadece kendisine vahyedilene uyduğunu belirtmektedir. (6/50; 7/188) Rasul ve rasulle birlikte olanların gecenin önemli vakitlerinde Kur'an talimi içinde olmaları (73/3, 20) ve insanları talim ettikleri gibi hakka davet etmeleri (12/108) dinin önceliği konusunda bize öncülük etmelidir.

Ancak Kur'an'ın sünnetullah gereği bildirdiği vaadler çerçevesinde bir durum değerlendirmesi yaptığımızda, şu sorular veya sorgulama keyfiyeti önemlidir: Kur'an'a iman etmesi gereken Müslümanlar gerçekten hidayet üzerinde midirler? Veya Kur'an'a imanları, içinde bulundukları itikadi, siyasi, sosyal, kültürel zaaf ve hastalıklarına şifa olabilmekte midir?

Çağımızda Müslümanlar, seküler toplumlar içinde ve vahiy dışı sistemler altında yaşıyorlar. Kimliğimiz çoğu kez yasaklanıyor, itilip kakılıyor. Örneğin sisteminin demokratik olduğu bildirilen Türkiye'de yaşadıklarımız: Çocuklarımıza özgün İslami eğitim vermemiz, resmi alan ve kuruluşlarda başörtülerimiz, Allah'ın indirdiği hükümlerle yaşama isteğimiz yasak. Yasaklar yanında boyun eğdirildiğimiz zorunluluklar da var. Çocuklarımız laik eğitim için sekiz yıllık zorunlu ilköğretime gitmek zorundalar. Genç erkeklerimiz Türk ulusunu ve laik devleti korumak adına askerlik yapmak zorundalar. Ayrıca temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için bizi ekranlarıyla, eğitimiyle, çarşısıyla kuşatan kapitalist sistemin içinde çalışmak zorundayız.

Tüm Müslümanlar olarak bir buhran, çözülme, zayıflık hali; ama aynı zamanda bir kurtuluş arayışı sürecindeyiz. Yasin Sûresi'nde bildirildiği üzere "Dirileri uyarıp korkutmak için indirilen Kur'an"(36/70) ile Müslümanlar hâlâ sosyal hidayete ve şifaya ulaşabilmiş değiller. Vahiy dışı yasaklar ve dayatmalarla sıkıştırılan, kimlikleri daha da yozlaştırılmak istenen Müslümanlar felaha ermek için hidayet kitapları olan Kur'an'a olan imanlarını gözden geçirmeli, iman iddialarını ve imanlarını yeniden muhkemleştirebilmelidirler.

Kur'an, insanları karanlıklardan aydınlığa ulaştırır. (14/1) Kur'an'ın hitabı şaka veya karşılıksız bir söz değildir. Yeter ki Kur'an'ın umdelerini yeterince kavrayıp imanlaştıralım ve iman etmenin gereğince amel edelim.

KUR'AN'A YAKÎNİ İMAN

İlk önce hayat görüşümüzün ve itikadımızın temel kaynağı olan Kur'an'ın, Rabbimiz katından biz insanlar için indirildiğine ve metninin korunmuş olduğuna gereğince iman etmemiz gerekmektedir. Çünkü Rasulullah'ı tanımak, mükellef olduğumuz gaybi ve fıkhi bilgileri öğrenmek veya İslam hakkında konuşabilmek için Rabbimizin son mesajını, inanç ve akletme ölçülerini içinde barındıran Kur'an-ı Kerim'e yakîni bir iman beslememiz kaçınılmazdır. Bunun için de evrensel bir hitap olan Kur'an'ın tartışmasız olarak vakiliğine yani korunmuş olduğunun kesinliğine ikna olmamız elzemdir. Kur'an'ın korunmuşluğu ile ilgili yakîni/kesin bilgi, onun hakkında yakîni bir iman için kaçınılmazdır.

Kur'an, "şüphesiz bir gerçek/vakii/hakke'l yakîn"dir. O gaybî alanla ilgili olarak da hayatın anlamı ve amacı ile de "kesin ilim/ilme'l yakîn" (102/2) ifade etmektedir. Bu nedenledir ki mü'minler ahirete "yakin olarak/yakinûn"1 inanırlar. Ayrıca Rabbimiz kuşkusuz bilgiye erecekler, yani "ehl-i yakîn/mukinûn" (51/20) için yeryüzünde ve nefsimizde ayetlerin (Allah'ın işaretlerinin) var olduğunu bildirmektedir.

"Yakîn", kuşkusuz olarak tüm sanılardan/zanlardan uzak olarak bilmek demektir. Oysa Rabbimiz inkar edenlerin halini şu ifadeleriyle sergilemektedir: "...Bilmiyoruz saat/kıyamet nedir? Yalnız bir zandır zannediyoruz, fakat biz yakîn edinmiş değiliz!" (45/32) Yakîn kelimesi, marifet, dirayet ve benzeri kavramların taşıdığı anlamın da üstünde bir bilme derecesidir. Yakîn, vakıaya mutabık ve herhangi bir şüpheye düşürme teşebbüsüyle tükenmeyecek biçimde zan ve şüpheden arınmış saf, sabit ve kesin itikad anlamına da gelmektedir.2

Kur'an'dan öğrendiğimize göre bilgi, ayetlerden alınır. Bu ya gayb katından gelen vahyi bilgidir ya da afak ve enfüsteki ayetlerdir. Ancak bilgiyi ikiye ayırmak gerekir: Burhâni (delile dayanan) bilgi; ayâni (apaçık görülen) bilgi. Ayâni bilgi; burhâni bilgide olduğu gibi bir çıkartım değil; apaçık görülen, kuşkudan uzak bir şekilde direk olarak algılanan "ayne'l yakin" (102/7)'dir. Yakîn ifadesi, vakıa/olgu olarak veya bilgi olarak mutlak kesinliği ifade etmek için kullanılır.

Kur'an, mü'minler için Rabbimiz katından gelen bir zikirdir ve onun koruyucusu da Allah'tır. (15/9) O gaybın mutlak haberlerini de, fıtratın ve insanlar arası ilişkilerin ölçüsünü de, ölüm sonrası hayatın bilgisini de bize aktaran ve yakîni iman beslememiz istenen bir hayat rehberidir. Kur'an'da, Rasul (s)'ün ve rasullerin vahyi bildirimlerine ve kendilerine inanmak veya güvenle tasdik etmek keyfiyeti yüzlerce defa "iman" lafzı ile ifade edilmiştir. Ayrıca iman kavramını karşılayan "yakîn" ve "itmi'nan" kavramları da kullanılmıştır. Tasdik etmek, kesin karar vermek manasında "akd" kökünden türeyen "itikad" kavramı da iman yerine kullanılmaktadır.

Rabbimiz, Kur'an'daki ayetleri aklederek/fıkhederek ondaki ilmin Allah'tan olduğuna ikna olarak iman etmemizi ister. Ancak ona henüz iman etmeyenler veya kalbinin Hz. İbrahim gibi ölülerin nasıl diriltildiğini iyice "huzur ve güven bulmak/itmi'nan" için soran (2/260) kişiler, Hz. Muhammed'e inzal olan Kur'an'ın korunmuş olarak bize kadar intikal etmesi hususunda da yakîni bir bilgi sahibi olmak isteyebilirler. Zira Kur'an tarihi üzerine yazılan eserler genellikle ahad haber düzeyinde zannî rivayetlere dayanmaktadır ve bu bilgiler yakîn oluşturmamaktadır.

Takiyuddin Nebhani, düşünce ve yakîni inanç konusunda eski İslam düşünürlerinden de yararlanarak Kur'an üzerinden metodolojik bir çıkartımda bulunur.3 Akletme/fıkhetme fonksiyonlarının yerine gelebilmesi için öncelikle düşünceye konu olan vakıa/olgunun var/vakii olması; yani gerçek olması gerekir. Vakii olan veya düşünceye veya inanca konu teşkil eden bilgi üç halde bilinir:

1- Vakıa bizzat gözlenir. Yanan ateşin varlığı gibi.

2- Vakıa eserinden bilinir. Görmesek de güneşin ışığından güneşin varlığına ve batmamış olduğuna hükmedilir.

3- Vakıa kesin/yakîni haberle iletilir. Vakıa hakkında vakıa ile irtibatlı herkes ve bütün ekoller, vakıa hakkında aynı şeyi söylüyorlar veya vakıa bilgisini aynen aktarıyorlarsa bu bilgi gerçektir. Örneğin aya çıkılmadığını iddia eden, ancak vakıa ile doğrudan ilgisi olamayan kanaatler spekülatiftir. Ama aya çıkılmasını izleyen yani vakıa ile doğrudan irtibatı olan dünyadaki bütün astronomi bilginleri birbirlerini tanımasalar hatta ideolojik kamplaşmalar içinde de bulunsalar bu olayı doğrulamaktadırlar.

Kıyamet Sûresi'nde inzal olan vahyin toplanmasının/cem'inin ve okutturulmasının/kıraatinin Rabbimize ait olduğuna işaret edilir. (75/16) Rasulullah'ın hıfzındaki Kur'an bizim için öğrenilip, fıkhedilip, iman etmemiz gereken vahyi bir bilgidir. Bu bilgi bizim için bir vakıadır. Ancak bu vakıanın bize kadar korunmuş olarak geldiğine inananlar, yani zikrin korunmuş olduğunu  belirten ayete inanıp yetinenler dışında, bu vakıanın bize kadar intikali konusunda soru soran veya inandığı konuyu kalbi tatmin olsun diye izaha kavuşturmak isteyenler için cevap vermek gerekmektedir. Rasulullah döneminde Kur'an muhatapları için sorun yoktu; çünkü vakıayı bizzat algılıyorlardı. Rasulullah'ın vefatından sonraki muhataplar açısından ise Kur'an'ın korunmuşluğunu, vakii bilginin bilinmesinde üçüncü yolla, yani "vakıa, kesin/yakîni haberle iletilir" başlığı çerçevesinde açıklamamız gerekir.

Vakıanın, haberle iletilen kesin/yakîni bilgisine ulaşma keyfiyeti, az miktarda da olsa sanı/şüphe taşıyan ahad haberlerle (galip zan) izah edilemez. Vakıa olarak söz konusu olan Kur'an-ı Kerim'dir. Onu dinlemek ve hıfzetmek konusunda sahabe döneminde herhangi bir sorun yoktu. Ancak Rasulullah'ın irtihalinden sonra Kur'an vakıası ile irtibatlı sahabe ve tabiûn, fikri ve siyasi fırkalara ayrıldılar, çoğu birbirinden koptu ve o zamandan beri varolan fırkaların önemli bir kısmı Kur'an'la irtibatlarını sürdürürken birbirlerine hasım bir şekilde 13-14 asırdan bu yana yaşayıp geldiler. İbadiler, Zeydiler, Fatimiler, İsna Aşeriyye, Mürcie, Eş'ariler, Maturidiler, Hanefiler, Şafiiler, Malikiler, Hanbeliler, Zahiriler o günlerden bu yana yaşayan İslami ekoller olarak varlıklarını şu veya bu şekilde devam ettirdiler. Onların büyük çoğunluğu birbirlerinin hadis kaynaklarını kullanmadıkları gibi, birbirlerinden de din almadılar. Çoğu zaman birbirlerini bid'at ehli olarak suçladılar, tarih içinde de zaman zaman birbirlerinin kanlarını döktüler.4

Ancak 13-14 asırdan bu yana varlıklarını devam ettiren, Kur'an ve Rasulullah'la irtibatlarını kendi nesilleri yoluyla kuran bu ekoller, Müslümanlıklarını, ilk önce sahabe-tabiûn döneminden devralıp kendi ekollerinin ricalleriyle aktardıkları ve koruduklarını iddia ettikleri Kur'an'a dayandırmaktadırlar. Aradan asırlarca zaman geçmiştir. Bu ekollerin Hicri 1. ve 2. asırlardan sonra birbirlerinden Kur'an rivayeti almak konusunda zanni de olsa haberlere rastlanmamaktadır. Ama 13-14 asırlık bu kopuştan sonra kendilerini İslam'a, Hz. Muhammed'e, en önemlisi de Kur'an'a nispet eden bu ekollerin ellerinde ve hıfzlarında taşıdıkları Kur'an'ları alıp birbirleriyle karşılaştırdığımızda hepsinin lafızlarının, ayet sayılarının ve bazı kıraat farklılıkları dışında kelimelerinin aynı olduğu ve tamamen birbirleriyle mutabık olduğu ortaya çıkmaktadır. İşte bu, vakıanın kesin bilgisidir. Yani 14 asır sonra elimizdeki Kur'anlar, Rabbimizin Rasulullah'a inzal ettiği vahiy vakıasının aynısıdır.

Bizzat kendisinin kesin haber yoluyla (mutlak mütevatir yolla) yakîni bilgi sahibi olduğumuz veya yakîni iman beslediğimiz Kur'an vakıâsının, Allah'tan olup olmadığını ise inananlarını ve karşıtlarını tahkik ederek yakîn bellemeye bizzat Kur'an'ın kendisi davet etmektedir.5 Kur'an bizim için gayb katından iletilen ve gayb konusunda da bildirimlerde bulunan bir kitaptır. Ona Allah katından biz tüm insanlar için iletilen bir Kitab olduğuna, vakıa olarak inanmamız, onun bildirdiği gayb haberlerine ve itikadi konularla ilgili ölçü ifade eden bildirimlerine de inanmamız demektir. Bu anlamıyla Kur'an bilgisi mü'minler için "kesin ilim/ilme'l yakîn" ifade etmektedir.

Kur'an'a iman etmeyenler Rasulullah döneminde, Kur'an vahyiyle yetinmeyip Rasulullah'tan hep bir başka mucize talebinde bulunmuşlardı. Kur'an bilgisi dışında farklı bir arayış içinde olanlara Rabbimiz, Rasulullah'ın şu cevabı vermesini istemiştir: "Gayb ancak Allah'a mahsustur. Bekleyin, ben de sizinle bekleyeceğim." (10/20)

Kur'an tarihi ile de irtibatlı olan bu bölümdeki tespit ve aktarımlarımız, gaybın bilgisi konusunda Kur'an dışında beklentisi olan ve yakîn ifade etmeyen rivayetlere veya kendi vehimlerine tutunarak dinin asıllarını zannileştirmeye yeltenen insanların düşüncelerinin hiçbir kesinliğe dayanmadığını da ortaya koymaktadır.

İslam'da inanç esasları konusunda en kategorik ayet "birr" kavramı ile ilgilidir. (2/177) Daha sonrakilerden büyük bir çoğunluk bu ayetten çıkarak "İmanın Şartları" diye altı maddelik itikad umdeleri belirlemişler; ama bu umdeler içine ayette yer almadığı halde kelami bir tartışma haline getirdikleri "kader" bahsini de eklemişlerdir. Kur'an bütünlüğü içinde iman konularıyla ilgili muhkem ayetler tasniflenerek farklı sayıda umdeler de belirlenebilir. Ama bu tür tasniflerin üstünde imanın esasları konusunda temel bir şart vardır ki, o da Kur'an'ın bildirimlerinin tümüne inanmaktır.

KUR'AN VE GAYB ALANI

İlk inzal olan sûrelerde hayatın öncesi, anlamı ve sonrası ile ilgili temel, evrensel ve kaçınılmaz sorular üç kategoride aydınlatılmıştır. Kur'an bütünlüğü içinde de ele alınan gaybi ve itikadi konularla ilgili ayetler üç başlık altında tasniflenebilir:

1- Doğrudan itikad konusu olarak gaybın haberlerini aktaran ayetler.

2- Şirk koşanları veya gaybi haberlere inanmayanları uyarmaya yönelik ayetler.

3- Gayb alanıyla ilgili ölçü bildiren ayetler.

İlk olarak; ilk inzal edildikleri konusunda üzerinde icma bulunan Alak, Kalem, Fatiha, Müddessir, Müzemmil gibi sûrelerde gaybi bilgiler aktarılmaktadır. Hayatın öncesi, amacı ve akıbetiyle ilgili bu bildirimlerden bazıları şunlardır: Alemlerin rabbinin kim olduğu, insanı kimin yarattığı ve bilmediklerini kimin öğrettiği, cennet ve cehennemin ne olduğu; ibadet edilenin ve yardım istenilenin kim olacağı; Allah'tan başka ilah olmadığı, alemlere hatırlatma için indirilen zikrin O'ndan olduğu vd.  

Müslümanlar için mutlak ve öncelikli gayb haberi ise Kur'an'ın kendisidir. Bakara Sûresi'nin ilk ayetlerinde belirtildiği gibi Rasul'e indirilene iman ettiğimiz için, ahirete de görmediğimiz halde yakîni bir iman besleriz. Çünkü Kur'an'ın tümü veya tüm gaybi bildirimleri mü'minler için kesin bilgi ifade eden temel itikad konumuzdur.

Müşriklerin vahyi bildirimlere itirazları karşısında Kur'an'ın meydan okuyan ayetleri dikkat çekicidir.

İkinci olarak; kafirler "ilimsiz/bigayr-i ilim" (30/29) olarak kendi hevalarının peşinden gidip bilmeden Allah'a oğullar ve kızlar isnad etmişlerdi. (6/100) Ve "zan" haktan hiçbir şey ifade etmezken (10/36) "zanlara ve nefislerinin heveslerine uyuyorlar" (53/23) şefaat, vesile kültürü, azabın kendilerine ancak sayılı günler dokunacağı gibi vehim ve zanlarla kendi konum ve statülerini savunmaya çalışıyorlardı. Allah tarafından yaratılmış oldukları halde cinleri, melekleri, hatta bazı peygamberleri dahi Allah'a ortak koşmaya kalkışarak fıtri ve vahyi yoldan sapanlar mükerreren uyarılıyorlardı.  Sapkınlık içinde bulunan çoğunluk sadece zan peşinden gittikleri ve saçmaladıkları (6/116) belirtilerek uyarılmış ve vahyi aklederek ilk ayetlerden itibaren (74/5) sürekli olarak arınmaya davet edilmişlerdir.

Muhammed (s) ümmeti içindeki siyasi yapıdaki bozulmanın akabinden baş gösteren vahiy dışı kültür ve inançların İslam dünyasına sızması ve tağileşme tutumuyla oluşan cahili sapmaların sonucunda yönetimde ve eğitimde Kur'an'ın ölçülerinden uzaklaşma süreci de başlamıştı. İslam ümmetinin tüzel/kolektif kişiliğinde de 6-7 asırdan bu yana itikadi, idari, siyasi ve kültürel alanlarda Kur'an dışı eğilimler etkin olmaya başlamış ve Kitabi bir ümmet olmaktan uzaklaşılmıştır.

Müslümanların itikadlarına musallat olan ve kurumlaşan yanlışları ve Kur'an dışı bazı sapmaları şu başlıklar altında ifade edebiliriz: Nur'u-Hakikatı Muhammediye anlayışı; Kutup, Gavs, masumiyet telakkileri; şefaat, vesile ve rabıta kültürü; zalim sultana itaat edilmesi ve fasık imamın arkasında namaz kılınması; Rasulullah'a Kur'an'ın dışında bir mislinin veya bir mushafın daha verilmiş olduğu; Hz. İsa'nın diri olduğu, Mehdi'nin ve İsa'nın zuhuru; kabir azabı; sırat köprüsü, Miraç ve Miraç'ta Allah'la pazarlık senaryosu vd. Bu Kur'an dışı gayb bilgilerinin/haberlerinin hemen hemen hepsi tasavvuf kaynaklarında, büyük ölçüde de Sünnilerin Kütüb-i Sitte'sinde ve Şia'nın Kütüb-i Erbâ'sında yer almaktadır. Kur'an'ın bildirmediği gaybi konuların ve rivayetlerin imanın esasları arasına katılması tevhid akidesinin bulanmasına ve Müslümanların tamamen beşeri ve zanni üretimler ile akidevi, kelami, felsefik ekollere bölünüp güçlerinin düşmesine neden olmuştur.

Kur'an dışı gayb haberlerini kesin iman esası belleyen ve gayba taş atarak imanına zulüm karıştıran bir çok dindar bulunmaktadır. Kur'an'da vahyi ölçüyü ve bildirimleri bulandıranlara karşı Rabbimizin yönelttiği uyarı ve ikazlar, kendini İslam'a nisbet eden bu tür ilim/yakîn ifade etmeyen rivayetler peşindeki dindarlar içinde geçerlidir. Şirke düşen insanlar tövbe etmeli ve kendilerini vahiyle yeniden ıslah etmelidirler.

Son olarak; gaybi konulara yaklaşımda vahyi ölçüler bildiren ayetlere dikkat edilmeli, bu konudaki ilim, yakin, zan, muhkem, müteşabih, te'vil, hars, şüphe, şek, heva, hikmet gibi kavramların Kur'an'da kullanılış biçimleri netleştirilmeli, lugat kullanımlarıyla ıstılâhi/terimsel kullanımlarının ayrımı yapılmalıdır.

Örneğin, "zan" bir belirtiden meydana gelen bir şeyin ismidir. Bu belirti vakıaya/bilgiye de götürebilir; harsa/boş olana yani vehme de götürebilir.6 Gayb katında ise şeksiz ve şüphesiz yakîn ifade eden bir bilgiye sahip olmak gerektiğinden, gaybi konularda zanda bulunmak vehimden başka bir anlam taşımaz. "Onlar yalnızca zanna uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan yana hiçbir şey ifade etmez." (53/28) Dolayısıyla ıstılâhi anlamıyla zan kavramı, gaybla ilgili veya iman esaslarıyla ilgili konularda kullanılmaz.

Gaybi konularla ilgili olarak "gayba taş atmama" (34/53)  bilinci içinde vahyin hudutlarını çizdiği muhkem nasslar dairesi içinde iman etmeli ve düşünmeliyiz. "Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez" (5/116); "Hakkında ilmin olmayan bir şeyin ardınca gitme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunlardan sorumludur." (17/36) gibi ayetler fıtri bir merakla yöneldiğimiz gaybi alanla ilgili sınırlılığımızı da ifade etmektedirler.

İTİKADDA SÜBÛTU KAT'İ VE DELALETİ KAT'İ NASSA DAYANMAK

Vahyin ilk dönemlerinden itibaren Kur'an dışı önceki kültür ve akaidlerden yeterince arınamamış, tertil üzere Kur'an'ı okumak konusunda Rasul ve onunla birlikte olanlar gibi vahyin mesajını ve ölçülerini yeterince kavramamış insanlar hep olagelmiştir. Zafer yaklaştığında fevc fevc İslam'a koşan insanların (â'rab) aceleyle "iman ettik" demelerini Rabbimiz tashih ederek "İslam'â girdik" ifadesiyle değiştirmelerini, Allah ve Rasulü'ne itaat etmelerini (49/14) istemektedir. Ayrıca Rabbimiz, gaybi imana eğilimin yaygın olduğuna işaret eden bir ayetinde, bu insanların, "ekserisi Allah'a şirk koşmadan iman etmezler" (12/106) diye hallerini açıklamaktadır.

Zanni kültürlerden, bid'atlardan, nefsi yaklaşımlardan ve taklitçilikten yeterince arınamamış hafızaların Rasulullah'tan sonra İslam ümmeti içinde açtıkları bir çok siyasi, usuli ve itikadi farklılık ve sapmalar bilinen bir gerçektir. İşte bu fetret döneminde kendini İslam'a nispet eden bir çok kanaat önderi, Allah'ın Kitabı dışında da gayb haberlerinin olduğu sanısı içine girmişler ve çoğu bu tür yakîn ifade etmeyen rivayetleri dinin aslındanmış gibi göstererek kendi siyasi ve sosyal statülerini ve anlayışlarını meşrulaştırmaya yönelmişlerdir.

Kur'an'da gayb alanıyla ilgili ölçü bildiren ve hududullah'a işaret eden ayetlerle yetinmeyen yönelimler, zanni rivayetlerle iman alanına zulüm karıştırınca, ıslah edici önderler (muslihun) tabii ki Kur'an'ın gayb alanında temel ilkelerini daha anlaşılır bir şekilde ifade etme gayreti içine girmişlerdir. Rivayet ekolü denilen ve Kur'an dışı rivayetlerle akaid tartışmaları oluşturup vahyin sınırlarını aşan yaklaşımlar karşısında; ilk sahabe neslinden bu yana tevhidi bir dirayetle, rivayetlerin Kur'an merkezli metin tenkidini önceleyen ve Kur'an'da yer almayan bir konunun kesinlikle iman esası olamayacağını söyleyen Kur'an talebeleri hep olagelmiştir. Çünkü gaybla ilgili bilgi konusunda Kur'an kesin olanı, rivayetler ise hem vakilik/sübut bakımından hem gaybı bilme-bildirme açısından zanniliği ifade ederler.

Rasulullah'ın örnekliğinin/sünnetinin Kur'an'daki hükümlerin yaşamlaştırılmasıyla alakalı olduğuna inanan ve itaat eden bu salih anlayış, gayb alanında akaid kitabı olarak Rasulullah gibi sadece ve sadece mü'bin olan Kur'an-ı Kerim'e iman ve itaat etmiştir. Kur'an merkezli bu tevhidi ve ıslahatçı tutum, asırlardan beri İslam'ın yaşayan gücünün ve mü'minlerin inkılab iradesinin ifadesi olmuştur. Kur'an merkezli bu salih tutum, Kur'an dışı rivayetler ve zanlarla ihtilaflar oluşturan akaid mezheplerinin kuruluşuna; yakîn ifade eden muhkem vahye rağmen ruhbanlar gibi gayb biliciliğine yönelenler karşısında, Rabbimizin gayb konusunda hududullahı gösteren ayetlerini iki cümlecikle özetlemişlerdir: İtikad "Sübûtu kat'i ve delaleti kat'i" nass ile oluşturulur.

"Sübût" kelimesi, yakîn gibi sabit ve kat'i olanı ifade eder. Sübûtu kat'i nass, dinde sabitliği,  vakiiliği ifade eden ve bize intikali konusunda hiçbir şüphe ve ihtilaf taşımayan bilgidir.

Kur'an'ın vakiiliği ve bize intikali sübûtu kat'idir. Yani Kur'an kesin/yakîn bilgiyi ifade eder.

İslam'ın yaşanmasında itaat edeceğimiz ve örnek alacağımız Rasulullah'tan gelen bilgiler ise ikiye ayrılmaktadır. Birinciler sübûtu kat'i olanlardır. Bu bilgiler ed-din ile alakalı ise, aslı "namaz/salat" gibi Kur'an'da bulunan hükümleri içerir. Farz olan namazların rekat ve vakit sayısı ve erkanı, kesin/mütevatir bir uygulamayla kesintisiz olarak, namazı ikame etme emriyle irtibatı olan ve günümüze kadar yaşayan bütün İslami ekoller tarafından aynı kabul ve uygulamayla günümüze kadar gelmiştir. Örneğin süreklilikleri Rasulullah'a kadar inen günümüzdeki İbadiye, Zeydiye, İsnâ Aşeriye, İsmailiye mezhepleri, Sünni mezhebin dirayet ve rivayet ekolleri bugün de akşam namazını üç rekat ve kıyam, kıraat, rüku, sücud tertibiyle kılmaktadırlar.

Gaybi konularda ise Rasulullah'tan gelen ve üzerinde İslami ekollerin anlaştığı, yakîn ifade eden sübûtu kat'i herhangi bir nass yoktur. Rasulullah'tan rivayet edilen bilgilerin ikincisi ise, sübûtu zanni rivayetlerdir. Rasulullah'tan gelen  sübûtu zanni rivayetlerden amelle/uygulamayla alakalı olanlar sünnetin aydınlatılması açısından hayati öneme sahiptirler; ama gaybi konularla alakalı olanlar Allah katından olduklarına dair yakînilik/kesinlik taşımadıkları için, hakikat olmadıklarıyla alakalandırılacak ayetler (10/36; 53/28) çerçevesinde değerlendirilirler.

"Delalet" kelimesi de kılavuzluğu, delil olmayı, işareti ifade eder. Delaleti kat'i nass, neyi işaret ettiği, ne anlama geldiği açık ve anlaşılır bilgi demektir.

Delaleti kat'i nass, bir kelimenin veya ifadenin kapalı olmayan, açık olan bilgisi demektir. Kelime veya cümle aynı anda birden fazla manaya gelmemeli; fakat farklı yorumlara müsait olmayacak kadar da açık ve anlaşılır olmalıdır.

İman konusunda bizi bağlayan, sübûtu kat'i olan Kur'an ayetleridir. Kur'an dışında yakîn ifade eden başka bir sübûtu kat'i nass söz konusu değildir. Delaleti kat'i nasstan anladığımız ise, müteşabih olmayan, lafzı kapalı veya tefsire gerek olmayan; yani delaleti anlaşılabilen muhkem ayetlerdir. Örneğin Allah'ın eli, işitmesi, arşa istiva etmesi, bilgisi gibi konuları; ancak "Allah yaratılmışlara benzemez." muhkem ve delaleti açık ayetiyle kavrayıp değerlendirebiliriz. Müteşabih ayetler de anlaşılır. Ama anlamları çeşitlilik taşıyacağı için gaybi alanda kat'ilik ifade etmesi gereken bir konumda olamazlar. Örneğin, insanın yaratılışı ile ilgi ayetlerden yaratılış hakkında "evrimci" veya "biçimsel doğrudan yaratılış" konusunda bir kanaat sahibi olabiliriz. Ancak bu kanaatimiz farklı anlamlara gelebilecek ayet ve lafızlardan bir çıkartım olduğu için, iman esası oluşturmaz. Bu konuda delaleti açık nasslar sadece net olarak yaratma fiilinin Rabbimize ait olduğunu kesin ve açık bir şekilde belirtmektedirler.

İslam ümmetinin 6-7 asırdan bu yana akaid alanından, idari ve siyasi alana kadar Kur'an'dan uzaklaştığını ve çözüldüğünü ifade etmiştik. Ancak Müslümanları yeniden vahiyle buluşturan, "Ey iman edenler iman ediniz."  hitabıyla uyararak yine Kur'an'ın mesajı ve ölçüleriyle diriltmeye çalışan ıslah çabalarına da değinmiştik. Islah çabalarının, hareketlerinin ve öncülerinin son 6-7 asırdır İslam'ın yaşayan gücünü ve sürekliliğini ifade ettiğini vurgulamıştık.

20. yüzyılda tüm İslam dünyasında Müslümanları vahyi köklerine ve tevhidi sorumluluğa davet eden, onları gaybi alanda da tefrikadan, zanlardan ve vehimlerden uzaklaştırmak için çalışan ıslah çizgisinin öncü isimleri Muhammed Abduh, Mahmut Şeltut, Takiyyüddin Nebhani, Seyyid Kutub gibi şahsiyetler; Türkiye'de de Ercüment Özkan, Hikmet Zeyveli, Şeyho Duman gibi isimler veya yayın faaliyetine başladığından beri Haksöz dergisinin yazar ve editörleri iz bırakacak şekilde akaidde sübûtu kat'i delaleti kat'i nass gerçeğini gündeme taşımışlardır.

SONUÇ

"Ey iman edenler, Allah'a, Rasulü'ne, Rasulü'ne indirilen Kitab'a ve bundan önce indirilen kitaplara iman edin." (4/136) ayeti Fussilet Sûresi'nde de belirtildiği gibi iman alanında hidayet ve şifayı hangi kaynakta bulacağımızı da göstermektedir. Gaybi konularla ilgili Kur'an bütünlüğünü öncelediğimizde, akaid alanında Kur'an'ın bize gösterdiği ölçüleri beş maddede belirtebiliriz:

1- Kur'an'ın muhkem ve delaleti açık nassları dışında, sübûtu kat'i özellik taşıyan, yani yakîni başka bir sahih itikad kaynağı yoktur.

2- Korunmuş ve kesin ilim ifade eden vahyin dışında, itikadımıza sübût bakımından da vürûd (bize ulaşması) bakımından da tamamen zanna dayanan gayb haberleriyle zulüm karıştırmamalıyız.

3- Allah'ın Rasulü Hz. Muhammed, ed-din adına bizi ilgilendiren ve bağlayan Kur'an bilgisi dışında gaybi haber bildirmemiş veya va'z etmemiştir.  O, Kur'an bilgisi dışında da gaybı bilmez. Kendisine ed-din olarak Kur'an gibi korunmuş başka bir kitap veya bilgi verilmemiştir.

4- Bize hadis diye sunulan ve Kur'an bilgisine aykırı olan İsa'nın ve Deccal'ın nüzulü, kimlerin cennetlik olduğu veya alın yazısı şeklindeki kader inancı gibi rivayetler Rasulullah (s)'a ait olamaz. Çünkü sünnet ve hadisler Kur'an'a racidir; Kur'an vahyi dışında yeni bir itikad haberi bildirmezler. Bu tür rivayetler vakıa ve vürûd bakımından kesinliği değil zanni haber boyutunu yansıtmaktadırlar. Gaybi alandaki zannın ise hiçbir şey ifade etmediğini Rabbimiz muhkem ayetleriyle belirtmektedir.

5- Kur'an'ın yaşanmasında usvetu'n hasene olan Hz. Muhammed'in sünneti ameli alanla, Kur'an'ın uygulamasıyla ilgili boyutla alakalıdır ve bağlayıcıdır. İman esaslarında da, gayb haberlerinde de Rasulullah'ın bilgilendiği ve inandığı tek kaynak Kur'an vahyi idi. Rasulullah ancak iman esaslarıyla ve gaybi alanla ilgili sadece Kur'an ayetlerini pekiştirici sözler söyleyebilir. Kur'an dışı bir itikadi veya gaybi haberden bahsetmez. Mezheplerin Kur'an dışı gaybi alanla ilgili itikadlarını ve Kur'an dışı gayb haberlerini zenginlik göremeyiz. Çünkü içtihad alanı gayb alanı değil, amel ve fıkıh alanıdır. Kesin bir bilgi sahibi olmadan Mekke dönemi cahilleri gibi bigayr-i ilim ile gayb alanında mezhepler oluşturmak İslam ümmetini parçalayan en önemli saik olmuştur ve bu tür sapmalardan acilen arınmamız gerekmektedir.

Şirkten arınmış saf bir tevhid inancına ve yakîni ölçülerine sahip olmadan "elbisemizi/kimliğimizi temizleyip rucz'dan hicret etmek" (74/3-4), iç hastalıklardan kurtulmak ve modern cahiliyenin saldırılarına karşı yeterli bir cevap vermek mümkün olamayacaktır. İslami duyarlılığımızı Kur'anî ölçülerle eğitip bilinçlendirmeli, İslami aidiyetlerimizi kararlı bir imana dönüştürmeli ve aramızda yabancılaşmayı güçlendiren zanni itikadlardan kopabilmeliyiz.

Dipnot

1. Bakara, 2/4; Neml, 27/3; Lokman, 31/4.

2. Ömer Mahir Alper, "Kuşkusuz Bilme (Yakîn)", Haksöz, S. 8, İst. Kasım 1991; Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, Çıra Yayınları, İst. 2007; Elmalı Hamdi Yazır Meali, s. 1, İslamoğlu Yayınları, İst. 1993.

3. Takiyuddin Nebhani, Tekfir, Taha Yayınları, Ankara, 1977.

4. Hayrettin Karaman, "İslam Tarihinde Mezhep Kavgaları" Diyanet Dergisi, c. XIV, s.1, Ankara, 1975

5. 2/219, 6/50, 16/44, 23/68, 41/52, 46/10 vd.

6. Rağıb el-İsfahânî, Müfredât.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR