1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Toplumsal Mücadele ve Sanat

Toplumsal Mücadele ve Sanat

Nisan 1998A+A-

İDKAM'ın 28 Şubat 1998'de Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde düzenlediği panel, konu başlığı itibariyle bayağı ilginç bir tartışma zemini oluşturmaya aday gözüküyordu: 'Toplumsal Mücadele ve Sanat'. Bu iki alanın mahiyetlerinin ve birbirleriyle olan ilişkilerinin teorik ve pratik çerçevede konuşulduğu panele yönetici olarak Murat Ural, konuşmacı olarak ise Düşçınarı dergisinden Hüseyin Akın, Dergah dergisinden İbrahim Tenekeci ve Hak Söz dergisinden Ö. Mahir Alper katıldı.

Toplumsal mücadele ve Sanat, İslami çevrelerdeki hakim algılayış nezdinde, birbirinden kopuk ve hatta birbirine zıt iki eylemlilik tarzı anlamı taşımakla. Bu kopuşun hatta zıtlaşmanın her iki alanın mahiyetinden kaynaklanan tabii sebeplerden mi, yoksa algılanıştaki birtakım yanlış değerlendirmelerden mi kaynaklandığının sorgulandığı panelde, konuşmacılar sanata ve toplumsal mücadeleye olan bakışlarını hem teorik hem de pratik düzeyde dile gelirdiler.

O meşhur "Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?" tartışmasının artık demode olduğu düşünülse de, pratikteki yaklaşımların henüz bu kısır tanışmanın aşılamadığını gösterdiği günümüzde, özellikle kültür-sanat dergilerinde kendini fiili olarak dışa vuran "sanat için sanat" anlayışıyla, toplumsal mücadeleyi önceleyen çevrelerin yine fiilen dışa vurdukları "toplum için sanat" anlayışının da sorgulandığı toplantıda sözü ilk olarak Hüseyin Akın aldı. "Tanrı'ya ulaşan yolları tıkayan engelleri ortadan kaldırmak" olarak nitelediği sanatın, belli normlara sahip olması gerekliğini vurgulayan Hüseyin Akın, müslüman sanatçının şiarının hem dinin evrensel normlarını hem de sanatın normlarını yerine getirmek olduğunu belirtti. Müslüman sanatçı için yaşama amacı ile sanat yapma amacı arasında fark olmadığını söyleyen Akın, sanat yoluyla iç dünyanın imarı kadar, dış dünyanın imarının da hedeflenmesi gerekliğini, yeri geldiğinde büyülü kelimelerin birer kurşuna dönüştürebileceğini ifade ederek sanatı, "gerçeği anlamanın, bilinçlenme ve bilinç kazanmanın yolu" olarak tanımladı.

Bir müslümanın kendini toplumdan, onun sorunlarından uzak tutarak, kayıtsız kalmasının mümkün olmadığının altını çizen Akın, sanatçının sanatını icra ederken feleklerde uçan bir kuş olmadığını, bu bakımdan fildişi kulelerde yaşayarak sanat yapmasının asla hoş görülemeyeceğini vurgulayarak, cahiliye dönemindeki şairlerin yaptığı gibi uyutucu ve bayıltıcı şiir yazmanın sanat olmadığını, sanatçının toplumu uyarması, yönlendirmesi gerektiğini söyledi. Sanatçı ile halk arasında kopukluklar bulunduğuna da dikkat çeken Akın, bu durumda iki tarafın da kusurunun bulunduğunu üne sürerek ortaya konulan ürünün anlaşılmasında sanatçının toplumdan uzak olmaması kadar, toplumun, sanat dilini kavramaya çalışmasının da önemli olduğunu belirtti.

Oturumda ikinci sözü alan Ö. M. Alper, sanatın belli bir tarz, estetik ve eylemden oluşan ve çok eski çağlardan günümüze kadar tartışılagelen bir olgu olduğunu söyleyerek, bu tarz ve içeriğin ancak bir dünya görüşü ile beklenebileceğinin altını çizdi. Sanatın da her şey gibi ideolojik ortamdan direkt olarak etkilendiğini belirten Alper, plastik sanatlardan rejime, müziğe, şiire, sinemaya, tiyatroya kadar sanatın ideolojik dini, felsefi bir arka plana dayanılarak yapıldığını ve sanatı zevk ve eğlence aracı olarak icra ettiklerini söyleyenlerin dahi ideolojik bir arka plana sahip olduklarını belirtti. Müslüman sanatçının kendi dini ilkeleri ve dünya görüşü ile kayıtlı olduğunu bununla birlikte sanatın kendine özgü, cezbedici, insanları etkileyici estetik boyutunu da gözetmesi gerektiğini ifade eden Alper, Kur'an'da "güzel" kavramının sahih ve hayırlı olanla özleştirildiğini, güzelin bir nimet, bir sınav ve Allah'a ulaştıran bir vasıta olduğunu vurguladıktan sonra Ömer Mahir Alper. İdeolojik, felsefi ve dini derinliğin olmadığı ortamlarda sanatın da sığ olacağını, belli bir ideolojik, felsefi ve dini birikim oluşmadan nitelikli sanat ürünlerinin de ortaya çıkamayacağını belirterek sözlerini tamamladı.

İlk turun son konuşmasını yapan İbrahim Tenekeci ise toplumun, anlamadığı sanat eserlerine kayıtsız kalarak sanatçıdan bir nevi intikam aldığını belirterek sanatın topluma bir şeyler vermesi, onu yönlendirmesi gerektiğini söyledi. Sanatın bir işaret fişeği olduğunu, doğru yolu gösterdiğini ama ona götürmediğini belirten Tenekeci, insanı doğru yola götürecek yegane şeyin din olduğunu ifade etti. Şiirin-sanatın bir çeşit toplumsal doping olması gerektiğini, oysa şu an böyle bir fonksiyonunun gözlenmediğini belirten Tenekeci, bu durumun temel nedenlerinden birinin sanatın afişe edilmemesi ve bu yüzden yeterli ilgi görmemesi olduğunu söyleyerek konuşmasını tamamladı.

Oldukça uzun süren ilk turun ardından geçilen ikinci turda ise toplumsal mücadele ve sanat ilişkisinin günümüzdeki pratik yansımaları, kültür ve sanat dergilerinin fonksiyonları üzerinde duruldu.

28 Şubat sürecinde, müslüman sanat çevrelerinin, yaşadığı topluma ve tarihe tanıklık eden az sayıdaki ürünlerinden örnekler veren H. Akın, zor zamanların sanatının normal dönemlerden farklı olduğunu, zor zamanlarda her şeyin kuşdili ile söylendiğini, bunun sanat alanında da bir otosansür oluşturduğunu belirtti. İ. Tenekeci ise 28 Şubat sonrası oluşan darbe sürecinde çevrelerinin ve özellikle kültür-sanat dergilerinin sınıfta kaldığını, mücadelenin yükünü omuzlayamadığını ifade etti. İkinci turun ve programın son konuşmacısı Ö. M. Alper de önemli olanın kimlik olduğunu, kimlik bulanıklığı ve bunalımının doğal olarak sanat ve toplumsal mücadele arasında bir set oluşturduğunu, oysa mü'minlerin her şeyde olduğu gibi sanat alanında da "Hayatım, ölümüm, ibadetlerim alemlerin Rabbi olan Allah içindir" şiarı ile hareket etmeleri gerektiğini vurguladı. Sanatçının toplum ile ilişkisindeki kopukluğun sanatına da yansıdığını ifade eden Alper, sanatın etkili olabilmesi için ideolojik ve toplumsal kökeninin sağlam olması gereğinin altını çizdi.

Sanatın, toplumsal mücadele ile ilişkisinin sorgulandığı programa, benzer konuların tartışıldığı diğer toplantılara nisbetle hayli yoğun bir katılımın olduğu gözlendi. 15-20 kişi ile gerçekleştirilen kültür ve sanat toplantılarının, sanat ve toplum arasındaki kopukluğun somut bir göstergesi olduğu düşünülürse, İDKAM'ın düzenlediği toplantıya katılanların sayısı -her ne kadar diğer İDKAM programlarından oldukça düşük de olsa- sanat ve toplumsal mücadele ilişkisinin sıcaklaşması açısından ümit vericiydi. Sanatın diğer dallarından fazla bahsedilmeksizin şiirin geniş bir biçimde konuşulduğu program, müslümanların şiir dışındaki sanat dallarında ne kadar zayıf olduğunun pratik bir tezahürü de olmuş oldu. Sonuç olarak "Toplumsal Mücadele ve Sanat" konulu panel aralarında ciddi bir mesafe ve soğukluk oluşmuş iki alanın birbirine nasıl daha fazla yakınlaşacağının, sıcak bir atmosfer içinde tartışıldığı, konuşulduğu bir etkinlik olarak 28 Şubat'ın zihinlerde çağrıştıracağı olaylar arasında yerini almış oldu.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR