1. YAZARLAR

  2. Bülent Şahin Erdeğer

  3. Tepkisel Savrulmanın İzinden 19 Sınavının Öğrettikleri

Bülent Şahin Erdeğer

Yazarın Tüm Yazıları >

Tepkisel Savrulmanın İzinden 19 Sınavının Öğrettikleri

Aralık 2002A+A-

"Üzerinde on dokuz vardır onun. Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: "Allah bu misalle neyi murad etti?" desinler, işte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir." (74/Müddessir, 30-31)

Tarih tekerrürden ibarettir derler. İnsanlık tarihi gerçekten de aynı İnsani zaaf ve kuvvetlerin neticesi olarak hüsranlara ve sevinçlere tanık olmuştur. Bizim, Edip Yüksel ve "19 iddiaları" özelinde inceleyeceğimiz "tepkisel savrulma"lar tarih boyunca gözlemlenen birer devran halindedir sanki. İsa Mesih'in tevhit mesajını zalimlerin uyuşturucusu haline getiren Pavlus, tüm yaptıklarını Yahudi şeriatına tepki olarak Helenist bir formda mesajı sunmasıyla yapmıştır. Hem de İsa Mesih diye diye! Aynı tepkisel savrulmayı Pavlusçu kiliseye bir tepki olarak doğan laikliğin, zaman İçinde tüm inançlara karşı bir ideoloji olarak kurumlaşmasında ya da işçi sınıfının haklarını savunmak gibi haklı bir davayla yola çıkıp insani hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir bürokratik baskı ideolojisi halini alan Marksizm'de de görebiliriz. "19 mucizesi" iddiasını Musa (as)'nın denizi yarması mucizesiyle eş gören1 Edip Yüksel'in metodolojik tutarsızlıklarını, Kur'an diye diye Kur'an'ı ipotek altına aldıracak yaklaşımlarıyla ilmi bir belirsizlik yaratması dolayısıyla konu edindik. Dolayısıyla öncelikle "19 teorisi"ni savunan insanların (başta Edip Yüksel olmak üzere) 19 mucizesi kurgusunu zihinlerde nereye oturtmaya çalıştıklarını saptamamız gerekmektedir.

Edip Yüksel, Reşad Halife'nin beyanlarına dayanarak bu mucizeyi öğrenen her üç Amerikalıdan birisinin Müslüman olduğunu, diğer ikisinin de bu konuda düşünmeye başladıklarını, bu müjdenin yankılarına pek yakın zamanda dünyanın şahit olacağını 1988'den beri iddia etmektedir.2

Kur'an bütünlüğünde mucizelerin karakteristik özelliklerinden birisi tüm insanları apaçık şekilde aciz bırakması, diğeri de ana mesaja yönelten bir işaret taşı olmasıdır. Oysa 19 kodu, görünen o ki hesaplamaların ve bin bir sayısal manevraların yapıldığı bir alandır. Dolayısıyla 19 mucizesi sokaktan geçen bir adama değil daha elit bir kesime hitap etmektedir. Tüm bu açıkları kapattığımızı var sayarak ve 19 iddialarını doğru kabul ederek düşündüğümüzde dahi 19 mucizesini Edip Yüksel'in düşünce dünyasında tutarlı bir zemine oturtamıyoruz. Çünkü Edip Yüksel, sadece 19'u kabul etmenin yeterli olmadığını, onun bayraklaştırılması ve mesajın ana başlığı olması gerektiğini her platformda dile getirmektedir. Bu düşüncesine dayanak olarak da Müddessir Suresi'nin tümünü kendi teorisinin doğruluğu ön kabulü ile bambaşka bir biçimde tefsir etmekte, 19 kodunun tüm dünya halklarına büyük bir uyarı olduğunu iddia etmektedir. Hatta kendisiyle yaptığımız görüşme ve yazışmalarımızda 19'u kabul etmelerine rağmen Yaşar Nuri Öztürk ya da Harun Yahya (Adnan Oktar) gibi yazarları cesur olamamakla itham etmektedir.

"19 Mucizesi" İddiaları ve İç Çelişkiler

Bu başlık altında genel olarak Edip Yüksel'in "Üzerinde 19 Var"3 kitabındaki iddiaların ve iç tutarlılığın izini süreceğiz. Edip Yüksel'in de bahsi geçen eserinde eleştirdiği sayısal tuzağa kendisinin de yer yer düştüğünü görebiliriz. Yazar, "Numeroloji Safsatası" başlıklı bölümde belki de kendi iddialarına karşı çıkanlara numerolog olmadığını göstermek için bir hayli sert eleştiriler getirmiş numerolojiye. Ancak kitabında referans olarak kullandığı Annemarie Schimmel "Sayıların Gizemi" kitabında bazı sayısal hesaplama yöntemlerini anlattıktan sonra şu tespiti yapıyor: "Böylesi tekniklerin neredeyse olası her yorumu kabul edilebilir kılacağı açıktır."4 Numerolojinin elbette tamamıyla amatör olanı da var profesyonel olanı da. Sayın Yüksel amatörü gösterip profesyoneli meşru kılma çabasında görünmektedir. Oysa numerolojinin temel mantığı sayılar ile, ilgili harf ya da metinler arasında bağlar kurma, anlamlar-yorumlar çıkarabilmektir. Yüksel'in safsata dediği yöntemi aynı kitabın ilerleyen sayfalarında kendisinin uygulaması ise dikkat çekici bir tutarsızlık örneğidir. Şimdi Yüksel'in adına safsata dediği yöntemle yaptığı anlam ve yorumlara gelelim:

İlk sayılar ve anlam üretme girişimini daha önceden kendisiyle aynı metodu uygulayan Abdürrezzak Nevfel'den almaktadır. Abdürezzak Nevfel, Türkçe'ye "Kur'an'da Ölçü ve Ahenk" ismiyle çevrilen kitabında Kur'an'daki bazı kelimelerin geçiş sayılarıyla o kelimelerin anlamları arasında çeşitli bağlar kurmuştur. Örneğin Melekut = Ruhu'l Kudüs = Muhammed = Sirac (Işık ) = 4 = 4 = 4 = 4; ihsan (194) + hayrat (188) = ayetler (382); insanlar (241) + melekler (68) + alemler (73) = ayetler (382); Furkan ve Beni Adem = 7 = 7 ilim (782) + Marifet (29) = İman (811). Yüksel, ne hikmetse kendi tanımlamasına göre hadisçi sünnetçi şeytani öğretiye uyan Nevfel'in bu numerolojik yorumlarına hiç değinmeden (örneğin Muhammed (a) ile ilgili sayımlan zorla uydurmaya hiç değinmeden) gün, ay gibi ayetlerdeki kelime sayımlarını matematiksel koda bir ön hazırlık olarak takdim eder. Oysa dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki Kur'an'daki kelime tekrarları istenilen sayılara tutturulmak için bazen sayılacak bazen sayılmayacaktır! Nevfel gibi samimi ama yanlış bir metotla Kur'an'ın mucizeliğini diğer insanlara ispatlamaya çalışan kimselerin kafalarındaki tezi doğrulatmak için yaptıkları zorlamalarda bulunmak, Rasul(a) döneminde uğraşılmayan işlerle uğraşıp esas mesajı ikinci plan atmayı ve bu ayrıntılarla ana mesajı ipotek almayı beraberinde getirecektir. Kelime geçiş sayıları ve kelimelerin anlamları arasında bağ kurma girişiminin numerolojinin bir yöntemi olduğunu hem kendisi söyleyip hem de safsata diyen bir yazarın tutarlı olması beklenemez elbette...

Ebcedin Nesnel Gerçekliği Var mıdır?

"Sadece Kur'an!" sloganıyla bilgi kaynağı olarak sadece Kur'an ayetlerini kabul eden bir zihniyetin tarihsel süreç içinde edebi bir kolaylık amacıyla üretilmiş insani bir metodu delil kabul etmesini de bir iç-çelişki olarak değerlendirmek zorundayız. Harflerin sayısal değeri gibi daha masum bir açıklamayla kullanılan ebced sisteminin ne kadar nesnel gerçekliği olduğunu ise ebcedin tarihine baktığımızda göreceğiz:

Ebced genel hatlarıyla edebiyatta ve sayımda kolaylık işlevi görmesi için Yunan sayılama alfabesinden öykünerek Arap alfabesine uyarlanmış bir sistemdir.5 Arapça'daki ebced doğu ve batı (maşrık ve mağrip) Araplarınca iki farklı sistem olarak geliştirilmiştir. Örneğin 'Sin' harfi mağripte 300, doğuda ise 60 sayısal değerindedir. Bu farklılıklar diğer bazı harfler için de geçerlidir: 'Sad' harfi için mağrip: 60, doğu: 90; 'Şin' için mağrip: 1000, doğu: 300; 'Dad' için mağrip: 90, doğu: 800; 'Za' için mağrip: 800, doğu: 900; 'Gayın' için mağrip: 900, doğu: 1000. Georges Ifrah, eserinde ebced ile ilgili dünyadaki en yetkin araştırmacı olarak ortaya koyduğu Yunanca, Fenikece, İbranice, Süryanice ve Arapça gibi farklı kültürlerin alfabe-sayılama tablolarından şu sonuçlara varır:

"Araplarda sayısal harflerin kullanımının, ilk yirmi iki harf (400'den küçük ya da 400'e eşit sayılar) için Yahudilere ve Suriye Hıristiyanlarına öykünmeyle, geri kalan altı harf (400 ile 1000 arasındaki değerler) içinse, Yunan örneğine uyarak işe karıştırıldığı sonucu çıkarılabilir. "6

Ifrah'ın, tüm araştırmalarının sonucundaki yargısı daha da dikkate şayandır:

"Ne ki, öteki Sami dillerinin bilgisinden yoksun olan Araplar, kendilerine gelenek yoluyla gelen ve anlaşılmaz buldukları ebced belleme sözcükleri için başka açıklamalar aramışlardır. Bu konuda ileri sürdükleri her şey, ne denli ilginç olursa olsun uyduruktur."7

Görüldüğü üzere ebced ya da harflerin sayısal değerleri(!) denen ve mucizevi tablolarla Kur'an'ın eşsizliğinin ispat çabalarının dayanak noktası tamamıyla beşeri ve teknik bir üretimdir. Bölge halklarının ürettiği bu teknik daha sonra Arapça'ya iki farklı şekliyle girmiştir, işin ilginç yanı ise bu sistemin günümüzdeki verileri de Hz. Peygamber sonrası yeni bir metoda dönüştürülmüş olmasıdır. Tüm bu tarihsel süreç Kur'an Arapçasıyla günümüzdeki ebced sayı değerleri arasında hiçbir ilginin olmadığını gösterir. Çünkü: "Hz. Peygamber devrinde de kullanılan ebced tertibi, Emevi Halifesi Abdülmelik Bin Mervan zamanında (685-705) değiştirilerek yerine Nasr bin Asım ile Yahya bin Yamer ei-Udvani'nin hazırladıkları birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayanan bugünkü "hurufü'l heca" tertibi getirilmiştir.8

19 İddialarını Kabul Etmek Sünneti İnkarı Gerektirir mi?

Edip Yüksel'in düşünce dünyasının iki temeli bulunmaktadır. Bunun en önemli ve temel maddesi "19 mucizesi" iken ikincisi ve Müslümanlardan toplumsal ve itikadi anlamda temel ayrışmasına sebep olan "Kur'an, tüm Kur'an, başka şey değil sadece Kur'an!" olarak da sloganlaştırdığı 1 Temmuz 1986'dan sonra savunmaya başladığı görüştür.9 Edip Yüksel'in öğretmeni Reşad Halife'den geliştirerek ve evrimleştirerek sunduğu "19 mucizesi" iddiası ile sünnetin dinsel bir gereklilik olarak reddedilmesi gerektiği iddiası arasında ne gibi bir bağ vardır? Edip Yüksel, bizlere 19 mucizesi bulguları olarak sunduğu sonuçlarda sünnetin inkar edilmesi gerektiğiyle ilgili bir tek bilgi sunması kendisinin tutarlılığı açısından önemli olacaktır. Oysa Edip Yüksel 19 mucizesini inkar edenlerin sünnet öğretisi yüzünden inkar ettiklerini belirtmektedir.10 Ancak Yüksel'in gerçeklerle çelişen bu görüşünü bizzat kendi yaşamı yalanlamaktadır. Çünkü kendisi hayatının ilk evresinde yani kendi deyimiyle sünnetçi öğretinin etkisi altındayken (1 Temmuz 1986 öncesi) de 19 mucizesi iddialarını hararetle İslami çevrelerin gündemine sokmuştur.11 Ayrıca halen "Sünnet" kavramını farklı yaklaşımlarla da olsa sahiplenen Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk12, Harun Yahya13 Bahaeddin Sağlam14, Safvet Senih15 gibi yazarlar da sünneti reddetmeden 19 teorisini benimsemişlerdir. Bu da bize göstermektedir ki 19 iddialarıyla ilgili verilerin kabul ya da reddinde sünnet konusu arasında hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. Ancak özellikle bu bağlantı vurgusu bizzat Rashad Khalifa'nın kendi rasullük (Hem de tüm peygamberlerden tasdik alan misakın elçiliği!) iddiasına alt yapı oluşturmak için kurgulanmıştır. "Rasul öldü yaşasın yeni rasul!" mantığını üretmenin, hayatın her alanından Hz. Muhammed'in isminin, uygulamalarının dışlanmasının sebebi burada yatmaktadır. Dolayısıyla yaşamda, ezanda, namazda, camilerde son peygamber Muhammed (as)'dan kurtulma çabası bunun ürünüdür. Nitekim Serhat Hızlı örneğinde olduğu gibi sünneti inkar eden bir kişi 19'u kabul etmeyebilir. Ya da Bahaeddin Sağlam örneğinde olduğu gibi 'hadisçi, sünnetçi' bir kişi 19'u benimseyebilir.

"19 Mucizesi" teorisinin iç tutarlılığı:

Bilindiği üzere mucize demek muhataplarını aciz bırakan apaçık delil demektir. 19 mucizesi denilen iddia matematiksel bir iddia olması dolayısıyla aklı aciz bırakır tutarlılıkta olması gerekir. Oysa Reşad Halife'nin rasullüğünün ispatı(!) olarak ortaya koyduğu ama yanlış sayımlarda bulunduğu gerçeğini bugünkü 19'cular da belirtmektedir. Kendi mucizesine vakıf olamayan bir rasul nasıl düşünülebilir.

19'cular 1976'da ortaya konmasına rağmen16 19 kodunun 1974'te bulunduğunu bunun da ilahi bir işaret olduğunu savunmaktadırlar. 19x74=1406 deniyor. Peki neye göre 1406? Hicrete göre mi? Neden vahyin ilk iniş tarihi ya da 74. surenin iniş tarihine göre değil? Bu soru elbette kurguyu oluştururken işine gelenin malzeme yapılmasını ortaya koyuyor. 19 ve 74 = 1974, bu matematiksel bir ifade mi? Mesela neden 74 ve 19= 7419 değil? İSM" kelimesi 19 yerde geçiyor deniyor. Peki 11/41 ve 27/30'daki "İSM"ler niçin sayılmıyor? Onları da sayarsak sayı 21 eder. 19 kurgusuna uymadığı için bu ayetlerde anlamsal farklılık öne sürülmektedir. Kur'an'da "ALLAH" lafzı 2698 kere geçiyor ve bu 19'un katı deniyor. Ama Kur'an'da "ALLAH" lafzı 2703 kere geçmekte. Fatiha'daki besmeleyi eklersek 2704 eder. 2703 de 2704 de 19'un katları değillerdir. Kur'an'da 20 adet "ARŞ" kelimesi vardır. Tevbe'nin son ayetlerini çıkarırsak 19 kalıyor deniyor. Oysa Kur'an'da 22 adet "ARŞ" kelimesi var. O zaman da 12/100 ve 27/23'tekiler Allah için değil kullar için deniyor. Oysa "ism" kelimesinde kullar için kullanılan "ism'ul füsuk" sayıma dahil ediliyor. 19'a uyunca anlam farklılığı gözetmeksizin, 19'a uymayınca anlam farklılığı gözeterek sayım yapılmaktadır. Bu da sayımlarda bir keyfilik olduğunu göstermektedir. "Kur'an" kelimesi 58 kez geçmesine rağmen 10/15 teki "Kur'an" 19'un katına denk getirilmesi için (çünkü 57, 19'un tam katıdır) sayılmamıştır. "V-K-L" kökünden gelen kelimeler Kur'an'da 70 kez geçmesine rağmen 58 adet geçtiği söyleniyor. Tevbe suresindekini çıkarınca 19'un katı olan 57 adet kaldığını iddia edilmektedir. Ancak "V-K-L"nin sadece fiillerinin sayısı 42'dir. "RAB" lafzı 970 adettir deniliyor. Tevbe suresindekini çıkarırsak 969 kalıyor ki bu da 19'un katı. Oysa Tevbe'deki dahi! "Rab" kelimesi Kur'an'da tam 969 kez geçer. Tevbe'dekini çıkarsak 968 eder. Ki bu da 19'un katı değildir.

"Kur'an'da 19 mucizesi" iddiasının genel tablosu Kur'an'da dağınık halde bulunan 19 ve katları olan sayıların sistematik bir bütünlükmüş gibi bir araya toplanıp okuyucuya sunulmasından ibarettir. Kitabın her yerinde aynı ahengi bulamamakla beraber bazı yerlerde de sayımlarda 19'a uydurmak için zorlamalar, keyfilikler ve maalesef iki ayet çıkartmaya kadar varan tahrifler mevcuttur.

Misak'ın Elçiliği İddiasının Şeytaniliği: Misak Nedir? Elçisi Kimdir?:

Reşad Halife'nin kendi şahsı için ortaya attığı ve bugün Edip Yüksel tarafından da sürdürülen iddiaya göre Reşad Halife Al-i İrnran 3/81. ayetinde belirtilen "Tüm peygamberlerin topluca tasdikledikleri" bir rasuldür. Ayete böylesi bir anlamı giydirmeye çalışan 19'cu anlayış çoğu kez yaptığı gibi geleneksel din anlayışının açıklarından beslenmektedir. Ayetin Kur'an ve sure içi bütünlüğü dikkate alındığında insan rasullerin arasında bir ayrım yapılmaması Rabbani bir ilkedir. Oysa ayetteki "Rasul"ü Hz. Muhammed ya da başka bir insan rasul olarak anlamlandırdığımızda bu ilkeyi İhlal etmekteyiz. "Allah peygamberlerden (nebilerden) şöyle misak almıştı: "Size kitap ve hikmet vereceğim. Daha sonra, beraberinizdekileri doğrulayan bir elçi (rasul) geldiğinde ona inanacak ve onu destekleyeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi ve bu sözleşmeyi yerine getireceğinize söz verdiniz mi," demişti. Onlar "Kabul ettik," deyince, "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım/' demişti. (Al-i İmran 3/81)"

Yukarıdaki ayette bahsi geçen ve tüm nübüvvet sahibi seçilmişlerden "misak" alan bir elçiden bahsedilmektedir. Bu elçinin kim olduğu konusunda ise çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Hatta bu elçinin Muhammed (as) sonrası gelecek bir insan/elçiyi ifade eden art niyetliler bile olmuştur. Ancak Kur'an'daki her konuya olduğu gibi bu konuya da Kur'an bütünlüğü içinde ve her türlü önyargıdan sıyrılarak yaklaşılmalıdır. 3/81 ayetinde belirtilen 'misak'tan diğer ayetlerde de bahsedilmektedir. "And olsun ki, kendilerine Rasul gönderilenlere soracağız, Rasuller'e de soracağız". (Ar'af 7/6), "Nebilerden (peygamberlerden) misak (söz) almıştık. Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan... Onlardan sapasağlam bir söz almıştık. Böylece doğrulardan doğruluklarını soracağız. İnkarcılar içinse acı bir azap hazırlamıştır." (Ahzab 33/7-8) Bu ayette gördüğümüz gibi "misak" bütün insan/elçilerden ve elçilerin mesajının muhataplarından alınmıştır. Peki 8. ayetteki bu "doğruluk" nedir? Bunun cevabını da yine Kur'an, kendisi vermektedir: "Kıyamet günü her ümmetten bir şahit getiririz; inkar edenlere itiraz için izin de verilmez, onların özürleri de dinlenmez (Nahl 16/84). "O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahit tutarız. Seni de ümmetine şahit getiririz. Sana her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kuran'ı indirdik." (Nahl 16/89) Bu son ayette görüldüğü üzere misakın içeriği vahyin içeriği ve ana teması olan tevhit mesajıdır. Allah bu mesajla görevlendirilmiş tüm insan elçileri tebliğ ve örneklik görevlerinden dolayı sorguya çekecektir. (Örnek olarak bakınız: Isa (a)'ın sorgusu: Maide 5/116-117, Muhammed (a)'ın sorgusu: Furkan 25/17- 30) Al-i İmran 81. ayette ve Ahzab 7. ayette geçen özelliğiyle misakın elçisi, tüm insan elçilerden kendi getirdiği mesaj için bir misak almaktadır. Eğer bu kişi bir insan elçi ise tüm rasullerin üzerinde bir konuma sahip olur ki bu Kur'an'da tüm elçiler arasında ayrım yapmamamız gerektiği ilkesiyle çelişir gözükmekte (2/1 36, 285; 3/84). Oysa tüm bunların da ötesinde Reşad Halife'nin bizzat kendi nefsi için ortaya attığı iddiaları ilgili kaynaklardan, yazıtlardan, kitaplardan yararlanarak şu şekilde özetleyebiliriz: "Reşad Halife 21 Aralık 1971'de hac görevini yapmakta iken bir öğle vakti (bazı kaynaklar da ikindi olarak da anlatılmaktadır) bedensel olmayan anlamda bir göç (miraç) yaşamış ve nebilerle buluşmuştur. Al-i İmran 81. ayette anlatılan misak olayı gerçekleşmiş ve nebiler hep birlikte Reşad'a destek vererek yardım etmişlerdir. Daha sonra Reşad nebilere namaz kıldırıp bedensel olmayan bu göçü bitirmiştir. Ancak bu olaydan yaklaşık 17 yıl sonra yaşadıklarının tam manasını öğrenmiş ve misakın elçisi olduğunu söylemiştir. Bundan bir yıl sonrada Tucson mescidinde sabah namazını kılarken (bazı kaynaklarda öğle namazı olarak anlatılmaktadır) suikasta uğrayarak öldürülmüştür."17 Reşad Halife, Appendix olarak adlandırılan kendi özel notlarında isminin Kur'an'da şifreli olarak haber verildiğini kanıtlamak için kasten sayı zorlamaları yapmıştır. (Örneğin 26. Appendix'i ) Muharref Tevrat ve İncil'deki Mesih ile ilgili ibareleri de kendisine işaret olduğunu öne sürmüştür! Bu iddiaları Kur'an merkezli düşünen samimi ve tevazu sahibi bir kimse dillendirebilir mi?

Oysa Kur'an'da tasvirlenerek anlatılan misakın elçisi tablosu yeryüzündeki tüm insan rasullere verilen ortak tevhit mesajına sadık kalmaları için melek elçi Cebrail'le yapılan antlaşmayı ifade etmektedir. Çünkü "Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Elbette Allah işitendir, görendir. " ( Hacc 22/75 Ayrıca Bkz. Fatır 35/1; Hud 11/69, 81; En'am 6/61; İsra 17/95; Meryem 19/19; Ar'af 7/37; Yunus 10/21; Zuhruf 43/80 ) bu ayetler ışığında görülmektedir ki Allah tüm insan elçilerden o elçilere ortak tevhit mesajını getiren melek elçi aracılığıyla şirk koşmayacakları ve halkı şirke yönlendirmeyeceklerine dair misak almıştır.

Kavram Kaydırmaca Oyunlarına Devam!

Bir bütünün (peygamberlik misyonunun) iki cephesi olan "Nebi" ve "Rasul" kavramları şeytani bir manevrayla Kur'an bütünlüğünden kopuk bir tarzda Reşad Halife'nin kendi nefsini rasullüğe çıkartması uğruna kaydırılmıştır. Edip Yüksel'in tâbi olduğu R. Halife'nin 19 kodu iddialarıyla başlayan ve sonu kendi rasullüğünü ilan ile biten Kur'an dışı sapkınlıklarının oturduğu zemin vahiy merkezli olmayan geleneksel tezlerin yanlışlıklarının doğurduğu alanların doldurulmasından ibarettir. Art niyetli bir planın hazırlayıcısı olan Reşad Halife kendi rasullüğünü ilan edebilmek için kendinden önceki Ahmed Kadyani gibi sahte peygamberlerin kavram kaydırmaca oyununu tekrarlamıştır. Geleneksel anlayışın Kur'an'a ters bir şekilde iddia edegeldiği nebi-rasul ayrımını (Her rasul nebidir, her nebi rasul değildir) tersine çevirerek (Her nebi rasuldür, her rasul nebi değildir) nebilik sona ermiştir rasullük devam eder iddialarını dillendirmektedir.

"Musa'ya kitabı verdik ve ondan sonra art arda rasuller gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller verdik ve onu kutsal ruh ile destekledik. Hoşunuza gitmeyen bir şeyle ne zaman size bir elçi geldiyse büyüklük taslayarak onu yalanlamadınız mı veya öldürmediniz mi?" (Bakara 2/87)

Bu ayet Musa'ya Kitabın verildiğinden bahsediyor. Daha Sonra ise Musa-İsa arası İsrailoğullarına yollanan ve Tevrat'ın ana metnine eklenen vahiy sahipleri elçiler yollanıyor. Üzeyr (Ezra), Eyyüb, Yunus, Zekeriya, Süleyman, Yahya (Allah'ın Selamı hepsinin üzerine olsun) vs.

Aşağıdaki ayette de sözü geçen rasuller Musa (as) dan sonra İsrailoğullarına gönderilen rasul-nebilerdir:

"Onlar, "Ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye (rasul) inanmamamız konusunda ALLAH bizden söz aldı," diyorlar. De ki, "Benden önce, apaçık delillerle birlikte bu dediğinizi de size getiren elçiler(rusul) geldi. Sözünüzün eriyseniz niçin onları öldürdünüz?" (Al-i İmran 3/183 ayrıca bkz. Saffat 37/37)

Son elçi Muhammed (as)'ın getirdiği, tüm kutsal metinleri doğrulayan Kur'an mesajına şahit kılınıyorlar. Bu şahitlik ise kendi kutsal metinlerinde (Tevrat ve İncil gibi) Kuran'ı ve son elçiyi tasdik eden geleceğe dair bilgilere inanmalarıdır. (Bu konudaki 3/81'i tefsir eden diğer ayetler şunlardır: 2/97, 3/3, 4/47, 5/48, 6/92, 10/37, 12/111, 26/196, 35/31, 37/18-19, 37/37, 42/13, 46/30)

Kur'an'da tüm peygamberlere nebi-rasul ayrımı gözetilmeksizin resul denmiştir. (Bakınız; Al-i İmran 3/184; Nisa 4/64; Maide 5/70; Yunus 10/47; Hicr 15/11 Enbiya 21/25 ) Ayrıca geleneksel söylemin aksine şeriat getirmedikleri halde Kur'an Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb (a) gibi nebilere de Rasul demektedir (Bakınız: Ar'af 7/61, 67 Şuara 26/125, 143, 162, 178; Şems 91/13) Ayrıca Kur'an'da bir kişi için her iki sıfatta kullanılmıştır:

De ki: "Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği Rasulüyüm. Allah'a ve ümmi olan, rasulü-nebiye (Vahiy alan elçi olarak da çevrilebilir) (ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır) inanın; ona uyun ki doğru yolu bulaşınız." (Ar'af 7/158)

Kur'an bütünlüğünden anlaşıldığına göre rasullük ve nebilik seçilmiş kişinin iki ayrı sıfatıdır. Her rasul nebi, her nebi rasuldür: "Kitapta Musa'ya dair anlattıklarımızı da an. O seçkin kılınmış bir insan, rasul-nebi idi." (Meryem, /51) "Kitapta İsmail'i an. O sözünde duran biriydi. Aynı zamanda rasul nebiydi." (Meryem/54) "Senden önce gönderdiğimiz hiçbir rasul-nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun." (Hacc 22/52)

"Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'a da (yol gösterdik)... Hepsi de salihlerden idi. İsmail, El-Yasa', Yunus ve Lut'a da... Hepsini halklara üstün kıldık. Babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve doğru yola eriştirdik. Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği yoludur. Puta taparlarsa amelleri boşa çıkar. Kendilerine kitap, hüküm ve nübüvvet verdiklerimiz İşte bunlardır. Kafirler onları inkar ederlerse, inkar etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız. İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy, "Sizden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece herkes için bir hatırlatmadır" de." (En'am 6/85-90)

"Muhammed, adamlarınızdan herhangi birisinin babası olmadı. Ancak o Allah 'm elçisi (rasulü) ve son peygamber (nebi) oldu. Allah her şeyi iyi bilir." (Ahzab 33/40)

Enam Suresi 84. ayetteki "yol gösterme" (85. ayette de atıf yapılıyor) her birine verilen rehber olan nübüvvet (vahiy ve hikmet)tir. Bu özellik de onları nebi kılmaktadır. Sonuç olarak nübüvvet ve nebilik Allah-rasul arasındaki ilişkiyi rasullük ise nebi-kavim arasındaki ilişkiyi belirtir. Dolayısıyla Allah'ın seçtiği her kişi öncelikle Allah'tan bir mesaj almıştır. Bu onu nübüvvet sahibi (nebi) yapar. Allah'tan alınan bu mesaj belgeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap (3/184) olabilir. Hz. İdris temel tevhit vurgusu mesajını almışken Hz. Musa Tevrat'ı almıştır. Ancak hiçbir Müslüman Allah'ın rasulleri arasında ayrım yapamaz (3/84). Bilakis Allah bazı elçilerine daha fazla lütufta bulunabilir (17/55). Ayrıca her seçilen kul, aldığı mesajı insanlara duyurmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük onları rasul kılar. Bu yüzden örneğin İsrailoğulları'na gelen rasul-nebiler canlarını bile vermişlerdir. Tüm bu Kur'ani gerçekler karşısında Son nebi olan dolayısıyla da son rasul olan Muhammed (a)'den sonra rasullük iddia etmek aynı zamanda nebilik iddia etmek demektir. Çünkü kişinin rasul olduğunu bilebilmesinin tek yolu nebi olmaktır (vahiy almaktır).

"Muhammedi" Sünnet Şeytani mi?" Kur'ani mi?

Yapılan onca izahata rağmen sünnet inkarcılığını, aynen hadis kritiğini tartışılmaz görenler gibi bir dogma haline getirerek kendileri gibi düşünmeyenleri mutlaka yobaz molla karakterine mahkum etmeye çalışan anlayış (ya da anlamayış)a, sadece doğruda buluşmak niyetiyle bir kez daha kavram kargaşasına da son vermek açısından "sünneti" tanımlama gerekliliği doğmaktadır:

Öncelikle sünnetin sübutu veya içeriği konusunda yapılan tartışmada içinde göz ardı edemeyeceğimiz ve ölçüsü kişiden kişiye değişmeyen Kur'an'ın konuyla ilgili açık, anlaşılır, net ve muhkem ayetlerine baktığımızda, ki Rasulullah'ın sünnetinin, kendisine indirilen Kitabın bildirimlerini ve hükümlerini eylemleştirmek anlamına geldiğini anlayabiliriz. Bu çerçevede Hz. Muhammed'in sünnetini, Kur'an'ı yaşama geçirme eylemi olarak ifade edebiliriz.18

Sünnet hem Kur'an'daki kullanımlarında hem de Arapça'daki genel kullanımda uygulama, fiili tatbikat, süregelen adet, yasa, çığır gibi anlamlarını ifade etmektedir.19

Hadis ise bu uygulanagelen fiili tatbikatlardan izler, doğruluklar ve yanlışlıklar barındıran sözlü rivayetlere, haberlere verilen bir isimdir. Geleneksel anlayış (Ehl-i Hadis ekolü) rivayetleri kutsayıp eleştirilmez kılmak için hadis ve sünnet kavramlarını aynileştirmiş ve sünnetin kavram itibariyle taşıdığı olumluluğuyla hadis rivayetlerinin zaaflarını kapatmaya çalışmıştır. Ehl-i Hadis ekolünün yozlaşmaya kapı açan kavram kargaşası, tepkisel bir savrulma olarak sünnet karşıtlığını ve düşmanlığını doğurmuştur. Bu tepkisellik de aslında aynı hatanın ürünüdür. Ortaya konan aşırılık da hadisle sünneti aynileştirerek her ikisini de toptan ret yolunu seçmiştir. Oysa sünnete şeytani öğreti diyen Edip Yüksel de şaşırtıcı bir tutarsızlık örneği göstermektedir. Çünkü Edip Yüksel eserlerinde uygulamalı sünneti isim vermeden sahiplenmektedir! (Bu sahiplenmeyi ileride işleyeceğiz.)

Kur'an'a göre Allah, İbrahim(as)'a ibadet yöntemlerini göstermiştir. Hz. İbrahim'in dinsel pratikleri -ki Hz. İbrahim'de bizim için güzel örnekler vardır- yani rasulullah Hz. İbrahim'in sünneti, Hz. Muhammed'e kadar bazı bozulmalara uğrasa da uygulanarak gelmişti. Rasulullah Muhammed bu bozulmaları ıslah etmiş ve salat (namaz), hac, tesettür gibi uygulamaları Kur'an merkezinde yeniden ıslah ederek, düzenleyerek "Şahitlik" görevini yerine getirmiştir. Rasulullah Muhammed'in uygulanagelerek, nesilden nesle aktarımla bize kadar ulaşan kesin Kur'an pratikleri de, bizim bugün Kur'an'ı nasıl amelleştireceğimizi, nasıl uygulayacağımızı gösterir.

Kur'an'ın elçisinin dindeki otoritesini ve hakemliğini ortadan kaldıran sünnet inkarcılığı, ibadetler başta olmak üzere Kur'an'ın tüm sosyal pratiklerinin kargaşaya kurban verilmesini doğurmaktadır. Artık her isteyen İstediği gibi din adına hareket etmektedir. Örneğin www.19.org web sitesindeki 19'cuların her birinin farklı namazları, oruçları vb. uygulamaları bulunmaktadır. Birtakım 19'cular Ramazan Orucunu 7 gün tutarken(!)20 Namazın nasıl kılınacağı hususunda dahi aynı grubun içinde farklı namazlar bulunabilmektedir. Örneğin Edip Yüksel önceleri namazın sünnetle gelen rekatlarının 19'a uyduğu için savunurken21 sonraları fikrini değiştirmiş namazların 2 rekat kılınması gerektiğine hükmetmiştir. Başka bir 19'cu grup olan "Kur'an Araştırmaları Grubu" ise namazın rekatlarının olmadığını iddia etmektedirler!22 isteyenin "kafasına göre takıldığı" bu din algısı, şüphesiz Allah'ın istediği bir din algısı değildir.

Bütün Bunlar Tesadüf mü?!

"Mütevatir bilgi" aklen kabul edilmesi zorunlu bilgidir. Örneğin Hz. Muhammed ya da Fatih Sultan Mehmed diye birinin varlığı, Sümer uygarlığının varoluşu mütevatir bilgidir. Örneklendirirsek, bilinmeyen bir kıtaya farklı yollardan ve farklı vasıtalarla birbirlerine düşman ülkelerin kaşiflerinin gitmeleri ve döndüklerinde verdikleri ortak bilgiler o bilgilerin doğruluğuna işaret eder. Eğer aşırı bir kuşkuculuğunuz yoksa ya da paranoid değilseniz genel tarihi ve doğumunuzdan bu yana çevrenizden öğrendiğiniz genel mütevatir bilgileri böyle öğrenir ve yaşarsınız. Herkesin giydiği örfi elbiseleri giyer Fatih Sultan Mehmed diye birinin varlığını bilirsiniz.

Tarih boyunca hilafet kavgasından başlayarak ayrışan, hatta bunu itikadı birer ilkeye dönüştüren Sünniler, Şiiler, Hariciler, Mutezile gibi mezhepler bilindiği üzere yer yer bazı zıtlaşmalar sonucu birbirlerini Müslüman bile kabul etmeyen dönemler geçirmişlerdir. Bugün bile bir birlerini tekfir eden grupların yaşadığı bilinmektedir. Tekfir görüşlerini yumuşatan önemli bir çoğunluk ise halen birbirini ehl-i bid'at (sapık) olarak tanımlamaktadır. Bu ayrışmanın sonucu olarak bu mezhepler tarih içinde birbirlerinin delillerini ve uygulamalarını kendilerine delil almamışlardır. Metodoloji farklılıklarına ve birbirlerine olan karşıtlıklarına rağmen tüm bu mezhepler dinsel uygulamaların ana hatlarını "mütevatiren" aynı şekilde yapmaktadırlar. Aynı şekilde namaz kılıp (farz namazların erkanı, rekatları ve vakitler) aynı şekilde tesettüre bürünüp aynı şekilde hac yapmaktadırlar. Görülmektedir ki dini pratiklerdeki ihtilaflar ise daha çok "hadis" kaynaklı ve nafilelere yönelik farklılıklardır (Örneğin namazda ellerin bağlanıp bağlanmayacağı, nasıl bağlanacağı, nafile namazların rekat sayısı vs.). Sonuç olarak önümüzdeki tabloda bütün bu düşmanların, birbirlerinden delil almayanların, Allah'ın dinini bozmak için ortak bir plan yapıp (!) bunu hiç kimseye de çaktırmadan(!) yürürlüğe soktuklarını gibi paranoyak fanteziyi hesaba katmazsak tüm bu uygulanagelen fiili tatbikatın tesadüfi olup olmadığını sormamız gerekir. Yoksa bütün Sünnilere (Hanefisi, Şafiisi, Malikisi, Hanbelisi), bütün Şiilere (Caferisi, Zeydisi), bütün Haricilere, bütün Mutezililere aynı rüya mı göründü ki hepsi aynı dinsel pratikleri yapıyorlar!

İşin ilginç yanı ise sünnete şeytani öğreti diyen Edip Yüksel'in adını vermeden sünneti savunduğu hatta tavsiye ettiği gerçeğidir.

Eğer sorun "isimlerdeyse" sünnet kelimesi yerine Kur'an pratiği ya da uygulana gelen dinsel yaşayış dersek sorunu halletmiş mi olacağız? Bakınız Edip Yüksel neler söylüyor:

"'Dini Pratikler' İbrahim yoluyla geliyor Namaz, oruç, hacc, zekat gibi dini pratikler hadis kitaplarının uydurduğu gibi Muhammed peygamber ile başlamaz. Kur'an-ı Kerim, birçok ayet-i kerimede bu pratiklerin İslam dininin kurucusu olan İbrahim peygambere vahyedilerek farz kılındığını zikreder. (21:73, 2:135, 22:26-27)

İbrahim'den sonraki peygamberlerin de bu pratikleri yerine getirdikleri anlaşılıyor. (19:31, 19:54,55; 11:87, 20:14, 3:43)... (sf.94)"

"Oruç ibadetinin nesilden nesle pratik olarak, bozulmadan kıyamete kadar devam edeceğini bilen Allah, bunu açıklamayı gereksiz görmüştür" (sf.94).

"İslam öncesi Arapların İbrahim'den gelen adete uyarak sünnet oldukları, gusul abdesti aldıkları, kurban kestikleri gibi bir çok husus, günümüz Müslümanlarınca makbul kabul edilen siyer kitaplarında da kabul edilir." (sf.95)

Ve şöyle soruyor Edip Yüksel;

"İslam toplumunda yaşamamış bulunan, namazdan habersiz bir İnsana tüm hadis kitaplarını verseniz, bu kitaplardan namaz kılmasını öğrenebilir mi? Öğrenemez ise namazın kılınış şekli hususunda en önemli olay fiili tatbikat değil midir? "(sf.96)23

Edip Yüksel, "Mor Mektuplar" isimli tartışma derlemesinde de şunları söylemektedir;

"Ben namazı, herkes gibi halktan öğrendim. Ne sen, ne de senin baban, ne ben, ne de benim babam hadislerden namaz kılmasını öğrenmedik. Nesilden nesile birbirimizden öğrendik." (sf.12)

"Cevdetçiğim ben seni inanarak uyguladığı biricik kitap olan Kur'an'a davet ediyorum." (sf.14)

Namazı kitaplardan öğrendiğini söyleyen Görsev P.'ye cevaben de şunları söylemektedir;

"Merhaba Görsev, namazı herkes gibi kıl ve sadece Kur'an'a göre düzelt...

Sanırım namazı kılan birisini bulamayacak kadar Kuzey kutbuna yakın değilsin!" (sf.17)24

Yine Edip Yüksel Ceviz Kabuğu programında Hulki Cevizoğlu'na şunları söylüyor;

"C- Neye göre namaz kılıyordu o insanlar? E- O günkü insanlar, İbrahim'den itibaren gelen bir gelenek var. Bu nesilden nesle geliyor. Bu bilgi zaten yüzbinlerce, milyonlarca insan tarafından şekil olarak biliniyordu. "25

Evet. Edip Yüksel Hz. İbrahim'in sünnetini savunuyor. Ama her nedense hem İbrahim'in sünnetini ihya eden hem de Kur'an'ın örnek pratiğini sergileyen Muhammedi Sünneti görmezden geliyor, şeytani öğreti diyebiliyor. Şimdi paraonid olmayan ve hiçbir ön şartlanmaya tutsak düşmemiş insanlara soruyoruz İslam'ın kurucusu İbrahim'den nesilden nesile uygulanarak gelen ve Muhammed (as)'ın Kur'an merkezli ıslahından sonra da bize kesintisiz bir biçimde uygulanarak gelen Namaz, tesettür, haccın menasıkı gibi uygulamalara bizlerin de uyması gerekmez mi?

Görüldüğü üzere İslam dininin kurucusu olarak kabul ettiği İbrahim Peygambere fiili tatbikatların (yani sünnetlerin) vahyedildiğini belirten Yüksel ne hikmetse bugün çocukların sünnet ettirilmesini başka bir eserinde İslam'ın kurucusu İbrahim'e rağmen kabul etmemektedir.26

9/128-129 Savrulması

Edip Yüksel, 19 mucizesi iddialarını sistematik olarak kitaplaştırdığı "Üzerinde 19 Var" isimli eserinin bir bölümünü de neden Tevbe Suresinin son iki ayetini inkar ettiğini izah etmeye ayırmıştır. Yüksel bu bölümün ilk başlarında "Allah'ın Son kitabında en ufak bir tahrif bile kuşkusuz büyük bir fitneye yol açar." (Üzerinde 19 Var sf.21 3) demektedir. Oysa Yüksel'in Reşad Halife'den devraldığı ifadelerine göre Kur'an 1974'e kadar tahrif edilmiş bir halde bulunmuştur. Kendi ifadelerine göre 1400 yıl boyunca tahrif edilmiş bir kitabın neden diğer ayetlerine bu fitnenin(!) sıçramadığı ve Kur'an metni üzerinde bir tartışma olmadığı gerçeği Yüksel'i tutarsız kılmaktadır. Edip Yüksel'in de eserlerinde belirttiği sünnet adına üretilen yoğun hadis uydurmacılığı, mezhebi kaygılar ve tasavvuf ve felsefe gibi tevhidin özünü sarsmaya yönelik ortaya çıkmış akımlara rağmen Kur'an metninin bu denli bozulmamış olmaması ve sadece bu iki ayetin eklenmiş olması(!) akla ne kadar yatkındır. Kaldı ki illa ki bir tahrif söz konusu olsaydı bu Kur'an bütünlüğüne tıpatıp uyan bu iki ayetin eklenmesi değil cihat, emril bi'l maruf nehyil ani'l münker gibi saltanat dönemlerinde yönetimlerin ve insanların çıkarlarına ters konular çıkartılırdı ya da bu konuları maniple eden ibareler Kur'an'a eklenirdi. Bunu başaramayanlar nesh gibi teorilerle ya da uydurma hadislerle Kur'an mesajını metin dışından etkisiz kılmaya çalışmışlardır. Oysa tüm bu Kur'an dışı atmosfere rağmen yüzlerce ayet dururken neden bu "sorunsuz" iki adet ayet eklensin ki? Nefsini ilah edinmiş sahte rasul Reşad ve ona inanmış olan Yüksel, tüm Kur'ani, akli ve tarihi verilere ters bir şekilde sırf 19 teorisine uymadı diye bu iki ayeti inkar etmektedir. Yüksel'e göre bu ayetlerde Hz. Muhammed için rahim (merhametli) ifadesi kullanılmaktadır. Oysa Yüksel de bilmektedir ki Allah için anılan bazı sıfatlar, adil, kadir gibi, yaratılmışlar için de Kur'an'da defalarca kullanılmıştır. Hatta Kur'an'da Rabbimiz kendisini "Yaratanların en güzeli" olarak tanımlamakta böylece yaratılmışlara izafeten yaratma sıfatını da kullanabilmektedir: "Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur!" (23/14) Kur'an'daki bu kullanımlar sınırlı miktarda bu sıfatlara haiz olan insanlarla sınırsız ve yaratılmışlardan münezzeh Allah'ın farklı boyutlarda değerlendirilmelerini gerekli kılar. Yüksel, bu iki ayeti inkar etmek için bin bir hesaplar yapmak, bin dereden su getirmektedir. Ayetlerin toplam sayılarını 19'un katlarına uyduğu için delil almakta, başka bir inkar sebebinde ise Tevbe Suresine kadar hurufu mukatta olmayan surelerin ayet ve sure numaralarını toplamaktadır. Son ayeti 9 rakamıyla biten 13 surenin ise ayet sayılarını toplamaktadır!27 Edip Yüksel, önce kafasında kurguladığı bir teoriyi Kur'an metnine dayatmakta sonra "belirleyen" olması gereken Kur'an metnini belirlenen konumuna indirgeyerek o metne olan güveni tümden sarsacak bir hamleyle Kur'ân'dan iki ayet çıkartma sapmasına gitmektedir.

Yeni Hurafecilere Güç Katan Eski Hurafeciler:

Bu konuda kaleme aldığımız bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi modern numara oyunlarını Kur'an üzerinde yapmaya çalışan ve çoğu zaman da karşılarında muhatap buldukları çevrelerin bilgi eksiklikleri ve yanlışlıklarını fırsat bilen kimselerin savundukları yaklaşımlardaki parça doğruların bütünlüklü bir yanlışlığa haklılık malzemesi olarak kullanıldığını görmekteyiz. Gelenekteki yanlışları üslubuna katılmasak da bazen haklı argümanlarla eleştiren Yüksel, bu eleştirilerini başka bir savrulmanın haklılığını kanıtlama pahasına kullanmaktadır. Çoğu kez Yüksel gibi kişilerin karşısındaki şahısların Kur'an'a havvas, sır ve şifre mantığı açısından aslında pek de farklı yaklaşmadığını gözlemekteyiz. Kendilerini Kur'an'la ıslah etmeyenlerin yine kendi paradigmalarının doğurduğu modernist bir hurafeye temelli bir cevap vermeleri beklenemez. Modern hurafelere Kur'an'a aykırı bir hurafe olduğu için karşı çıkmakla kendi hurafesinin yerine yeni bir hurafe geldiği için karşı çıkmak arasında önemli bir ayrım yapmak gerekir. Bugüne kadar Edip Yüksel'e şiddete varan ölçüde bir tepki gösteren bazı çevrelerin vahim bir çifte standart ile davrandıkları kendi kutsadıkları ve tarihsel ve adam sayıları bakımından arkaları güçlü olan bazı kimseleri aynı rahatlıkla davranmadıklarını görüyoruz. Kendilerine Allah'tan kitap yazdırıldığını söyleyenlerle, rüyalarından Peygamber (a)'la görüşüp hadis rivayet edenlerle, Kur'an'ın hükümlerini nesh ile iptal edip sayfalarda süs konumuna indirgeyenlerle Edip Yüksel ya da başka bir modern şifrecinin arasında mantık olarak bir fark olmadığını görmemiz gerekir. Edip Yüksel'in biraz acele davranıp hemen iki ayeti reddetmesi amatörlüğünü göstermesi daha profesyonelce kendine yer edinen eski şifreciler, gaybdan haberci üstadlar, efendiler, hazretler, ebcedcilerden iyi bir ders almasını gerekli kılıyor. Ömer Çelakıl'ın bile Emine Şenlikoğlu gibi İslami bilinç anlamında birçok şeyi aşmış, insanlara örneklik teşkil eden samimi bir mümine tarafından desteklenmesi ve yaptıklarının olumlu karşılanması Müslümanların zihinlerinin halen tarihten gelen önemli bir bulanıklık içinde olduğunu göstermektedir. Örneğin E. Yüksel'in babası Sadrettin Yüksel oğlundan farklı bir zihni alt yapıya sahip değildir. O da kitaplarında ebcedi sayılarla gelecekten haber verilebileceğini savunabilmektedir.28 Geleneğin Kur'an dışı kaynaklarından beslenen Edip Yüksel gibilerin modern hurafelerle ortaya çıkmalarının sorumlusu bir bakıma onlara bu zemini sağlayan tarihsel mirastır. Maalesef tenkit zihniyetinden uzaklaşmış ve donuklaşmış olan geleneksel zihniyet bizzat kendisini hedef alan canavar bir çocuk doğurmuştur. Bu tepkisel savrulma tarihsel mirası mutlaklaştırıp kutsayan anlayışın karşısında tarihi, olumlu ve olumsuz tüm kazanım ve çabalan yok sayan popülist bir söylem üretilmiştir.

"Sadece Kur'an!" gibi ilk görünüşte içeriğiyle tutarlı gibi gözüken ancak biraz incelendiğinde "Bu iddialarda sadece Kur'an'ın mesajı yok!" dedirten bir söylem hakkında mülahazalarda bulunmaya çalıştık. Kur'an'ın kişisel ve toplumsal arınma çağrısını arkasına atıp, kendi nefislerini rasullüklerle ya da o sahte peygamberlerin havariliğiyle meşgul olmanın sapkınlığına dikkat çektik. Her ne hikmetse Reşad Halife'nin rasullüğünün ilan edilişinin arkasından ateist olduğu kendi kaleminden sabit olan29 Mustafa Kemal Atatürk'ün Allah tarafından görevlendirildiği de bu rasullüğün ilanının bir parçası olarak ilan ediverilmiştir!30 Maalesef Mustafa Kemal'in 19'la kutsanması seküler hayat tarzına Kur'an makyajlı ama Kur'an'a güveni sarsan sahte rasullü bambaşka bir dinle sağlanmak istenmiştir.

Kur'an'ın arınma söyleminin öncelenmesi ve vahyin yaşamımızın her alanında vücud bulması için, sağlıklı bir Kur'an ve sünnet usûlünün zihinlerde inşa edilmesi şarttır.31 Tarihsellik içinde sıkışıp kalarak ya da Tarihi tamamen yok sayarak son mesajı layıkıyla anlayamayız.

Dipnotlar:

1- Edip Yüksel, "Üzerinde 19 Var", AD Yay. İst. 1997, s. 15

2- Ahmed Deedat - Edip Yüksel, "Kur'an En Büyük Mucize", Inkılab Yay. 16. Baskı İst.1988, s. 167

3- Edip Yüksel, "Üzerinde 19 Var", AD Yay. İst. 1997; İkinci Basım, Ozan Yay İst. 2002

4- Annemarie Schimmel, "Sayıların Gizemi, Çev. M. Küpüsoğlu, Kabala Yay. İst. 1998, s.32

5- Georges Ifrah, Rakamlar'ın Evrensel Tarihi "Akdeniz Kıyılarında Hesap", c. 3, S..204, Tubitak Yay. 1996

6- G. lfrah, a.g.e, s.205-206

7- G. Ifrah, a.g.e,, s. 210

8- Ahmed Şevki en-Neccar, s.161'den TDV. İslam Ansiklopedisi, "EBCED" maddesi, c. 10, s.68

9- Edip Yüksel, "Sakıncalı Yazılar", Taha Yay. İst, 1988, s. 7

10- Edip Yüksel "Üzerinde 19 Var", AD Yay. İst. 1997, s. 290

11- Ahmed Deedat- Edip Yüksel, "Kur'an En Büyük Mucize", İnkılab Yay. İst. '984, s. 163-172

12- Yaşar Nuri Öztürk, "Fatiha Tefsiri", Yeni Boyut Yay., s. 24-25; "Kur'an'daki İslam", s. 18-21

13- Harun Yahya, "Kur'an Mucizeleri" Vural Yay. İst. 2002

14- Bahaeddin Sağlam, "19 Meselesi ve Edip Yüksel'e Cevaplar", Tebliğ Yay. İst. 1996, s. 83-85

15- Safvet Senih, "Kur'an ve ilimler", Nil Yay. 1997

16- Edip Yüksel, "İlginç Sorular- V, Beyan Yay İst. 1988, s. 192,

17- Bu konudaki özetimiz Edip Yüksel'in sıkışınca çöpe attığı  "Notlar" Risalesi s. 29-32'den, E. Yüksel'den ayrı olarak Reşadçılık yapan bir grubun hazırladığı "Niçin Yalnız Kur'an" Gösterge Yay. sf.16'dan ve Reşad Halife'nin kendi eseri olan Appendix'lerinden derlenmiştir. (Appendixlerin İngilizcesi www.submission.org sitesinde bulunmaktadır.)

18- Hamza Türkmen, "Hz. Muhammed'in Sünneti Doğru Anlaşılıyor mu?" Haksöz Dergisi, sayı: 20 s.2

19- Ayrıntılı bilgi için bkz. "M. Ebu Reyye, "Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, Yöneliş Yay. İst. 1987; Hayrı Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet: Eleştirel bir Yaklaşım", Ankara Okulu Yay. Ank. 2002; Fevzi Zülaloğlu, "Temel Kaynağımız Kur'an", Ekin Yay. İst. 2001.

20- "Niçin Yalnız Kur'an", Gösterge Yay., s.239-240

21- Edip Yüksel, "İlginç Sorular-2", Beyan Yay. 3. Baskı, İst. 1987, s. 29

22- Kur'an Araştırmaları Grubu, "Uydurulan Din ve Kur'an'daki Din",  Ozan Yay., İst. 2000, s.385-386

23- Edip Yüksel, "Kur'an Meallerindeki Hatalar", Gösterge Yay. İst.1992, s. 94-96; İkinci Basını; Milliyet Yay. İst. 1998, s.104-109)

24- Edip Yüksel, "Mor Mektuplar", Ozan Yay. İst. 2000

25- Hulki Cevizoğlu, "Edip Yüksel: Çöpe At" AD Yay., İst. 1997, s.32

26- Karşılaştırınız. Edip Yüksel, "Kur'an Meallerindeki Hatalar", Milliyet Yay. s.109 ve Edip Yüksel, "Mesaj: Kur'an Çevirisi" 4/119 dipnotu, Ozan Yay. s. 91)

27- Edip Yüksel, "Üzerinde 19 Var" AD Yay. İst. 1997, s.215-216

28- Sadrettin Yüksel, "İslamî Araştırmalar", Tûbâ Yay. İst. 1982, s.128-135

29- Bakınız Mustafa Kemal Atatürk, "Din ve Laiklik" Kaynak Yay. İst. 1998

30- "Notlar" Risalesi s. 29-32, "Üzerinde 19 Var" Edip Yüksel AD Yay. İst. 1997 sf. 237

31- Bu konuda yapılmış önemli iki çalışma için bakınız: Kur'an usulü: Fevzi Zülaloğlu, "Temel Kaynağımız Kur'an", Ekin Yay. İst. 2002 ve Hayri Kırbaşoğlu, Sünnet Usulü: "Alternatif Hadis Metodolojisi" Kitabiyat Yay. Ank. 2002

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR