1. YAZARLAR

  2. Yakup Yüksel

  3. Emperyalist Savaşa Karşı Yükümlülüklerimiz

Emperyalist Savaşa Karşı Yükümlülüklerimiz

Aralık 2002A+A-

1 Aralık Mitingi'nin Siyasi Demografisi

1 Aralık'ta Çağlayan Meydanı'nda 14O'ı aşkın kuruluşun katılımıyla ABD karşıtı bir miting gerçekleştirildi. ABD'nin Irak'a yönelik başlatacağı muhtemel savaşa karşı küreselleşme karşıtı forumlarla irtibatlı olarak düzenlenen mitinge, uzunca süren irtibatlar ve müşterek toplantılar sonucunda hazırlanıldı. Aynı alanda Nisan ayı içinde Saadet Partisi de Filistin'deki Siyonist katliamları protesto etmek amacıyla bir dayanışma mitingi düzenlemişti. 1 Aralık'ta "Irak'ta Savaşa Hayır" mitinginde "Filistinle Dayanışma Mitingi"ne katılanlardan daha fazla bir alan kullanımı olmakla birlikte, katılımdaki yoğunluk yarı yarıya düşüktü. Büyük bir katılımın beklendiği mitingde 10 bini aşkın bir katılım söz konusu oldu.

İki aylık çalışma sonucunda 140'tan fazla sivil ve siyasi kitle örgütünün katılımı sağlanan mitinge iştirakin düşüklüğü olumsuz bir durumdu. ABD emperyalizminin muhtemel Irak savaşında Türkiye'yi bir kalkış üssü olarak kullanmak ve Türk ordusunu da yedeğine almak istemesi miting için yeterli tansiyonun oluşturulmasına yeter neden olmasına rağmen söz konusu katılım eksikliğinin sebepleri önemliydi. Konuyu tartışmadan geçiştirenler yanında, irdelemeye çalışanlar da oldu. Mitinge İslami kesimden Özgür-Der, Mazlumder ve Müstakil Tüketiciler Derneği dışında ilgi gösteren kuruluş olmadı. Küresel kapitalizme karşı küresel alternatif bir duruşun önemli olduğunu, İslami kesimin diğer muhalif unsurlarla ittifak ilişkisine girmesi gerektiğini ve bunun için de 1 Aralık mitinginin pratik bir imkan sağlayacağını Ramazan boyunca her konuştuğu platform ve toplantıda dile getiren Vakit Gazetesi başyazarı Abdurrahman Dilipak'ın tüm çabalarına rağmen, kendi gazetesinin mitingi izlemek üzere bir foto muhabiri bile göndermemesi de gerçekten üzüntüyle irdelenmesi gereken bir konuydu.

Mitinge uzun kortejlerle katılan sol siyasi hareketler, kendilerini "kitleden kopuklukla ve marjinalleşme ithamıyla mahkum etmeye kalkışan sendikalar, odalar gibi "büyük kitle örgütlerini, "platformları" veya "sivil toplum örgütlerini eleştiri bombardımanına tuttular. Tüm iddialı ve yaldızlı sözlere rağmen mitinge çok ufak sayılarla katılabilen bu sözde kitle örgütlerinin önemli bir kısmını 28 Şubat kararlarını kitleleştirme misyonlarından tanıyoruz. Sol siyasi hareketler, kendi üyelerini bile örgütleyemeyenlerin kitleyi arkalarına alma iddialarının ne kadar boş ve aldatıcı olduğunu bu miting pratiğinden kalkarak doya doya anlattılar. Ancak kendi katılımlarının nispeten yüksek olmasına rağmen yeterli olup olmadığı ve DEHAP'ın meydanlara toplamakla övündüğü yüz binlerin onda birini bile bu eyleme katamamasının nedenleri üzerinde pek durmadılar.

Seçim propaganda konuşmalarında "Irak'ta Savaşa Hayır" rozetleriyle ekranlara çıkan Saadet Partili yöneticilerin ise mitinge ilgi göstermemelerini seçim mağlubiyetinin şoku ve moralsizliği ile kitlelerini toparlayamamalarına mı; yoksa küresel imparatorluğa karşı diğer muhalif unsurlarla ittifak içine girme konusunda henüz yeterli bir algılamaya ulaşamamışlıklarına ermemişliklerine ve politikasızlıklarına mı yormak gerektiği konusu tartışılmaya değer.

Ekmek ve Adalet Dergisi de mitingle ilgili bir eleştiri yaptı ve mitinge katılımla ilgili rakamları "herkesin her şeyi tüm çıplaklığıyla görmesi için" yayınladığını ifade etti. Verilen rakamlarla ilgili, "Yürüyüş ve miting sırasındaki hareketliliğe bağlı olarak çeşitli grupların sayısı yüz aşağı, yüz yukarı olabilir. Ama bu durumda esaslı bir değişiklik meydana getirmez" hatırlatması yapılıyordu ki bizim gözlemlerimiz de bu istikametteydi.

Dergi, mitinge 20 bin kişinin katıldığını belirttikten sonra katılımcıların rakamlarını yaklaşık olarak şöyle veriyordu:

"Halkevleri 600, ESP-Atılım 450, Kızılbayrak 130, Emep 500, TKP 1000, ÖDP 1000, SDP 900, Alınteri 140, Devrimci Demokrasi 250, Yüzçiçek Açsın Kültür Merkezi 130, Devrimci Duruş 20, Direniş 125, Anti Kapitalist Hareket 50, Esenler Kültür Merkezi 50, Proleterya 48, Kurtuluş Sosyalist Dergi 50, Devrimci Yol 40, İşçi Gazetesi 25, Köz 100, Mücadele Birliği 40, Savaşa Hayır Platformu 250, Sosyalist Emek Hareketi 70, Tabib Odaları 450, Ankara Sosyal Forumu 250, ÇGD 50, ÇHD 60, İHD 30, Özgür-Der 400, Gençlik İnisiyatifi 100, öğrenci Konfederasyonu 170, bağımsız öğrenci 90, Halkın Birliği 20, DÖP 25, İGD 25, Kaldıraç 100, Feminist Kadınlar 250, Özgür Hayat (anarşist) 150, Haklar ve Özgürlükler Cephesi 2900. DEHAP ise bir kaç yüz kişilik bir kortejle adeta sembolik olarak katıldı.

Emek Platformu'nu oluşturan DİSK, Türk-İş, Hak-İş ve KESK toplam 500'ü geçmezken, bunun çoğunluğunu KESK'liler oluşturuyordu. Sendikalar içinde Genel-İş 100, Belediye-İş 100, Tuzla Deri-İş 150, Limter İş 100 kişilik kortejler oluşturdular. "

Bu rakamlara ilave açısından önemli gördüğümüz iki kuruluş daha var: Mazlumder 50, Müstakil Tüketiciler Derneği 20. Ancak katılım konusunda yaşanan söz konusu sorunlara rağmen bu kadar kuruluşun müşterek düşmana karşı birlikte ve çatışmadan, beraber iş yapma iradesini göstermiş olması önemli bir olumluluk. Ve özellikle kapitalist kuşatma karşısında ezilenlerden yana tavır alan sol kesimle İslami kesimin bu mitingdeki sembolik sayılabilecek buluşmasında tarafların afişleri, pankartları, marş ve sloganlarıyla birbirlerini doğrudan ilk defa izlemeleri veya tanımaya çalışmaları da önemli bir deneyim.

Emperyalist savaş ve küresel kapitalizm karşısında sol kesimin ilk defa İslami kesimle aynı eylemde ve aynı miting alanında yan yana gelmesi dikkat çekti. Hatta diyebiliriz ki yabancı basın en fazla bu irtibat ekseni çerçevesinde ilgisini yoğunlaştırdı. İslami kesim açısından da bu deneyim bir ilki ifade ediyordu. Ancak İslami kesimin katılımı Mazlumder ve Müstakil Tüketiciler Derneği'nin anlamlı katkıları dışında daha yoğun olarak Özgür-Der korteji ile temsil edildi. İslami kesimin bu mitingi nasıl algıladığı ve değerlendirdiği bir yana, Müslümanların bu mitinge katılımındaki zayıflığını öncelikle koordinasyon sorunuyla irtibatlandırmak gerekli. Bildiğimiz kadarıyla Özgür-Der bile miting koordinasyon heyeti ile ancak son hafta içinde, o da kendi gayretleri sonucunda doğrudan irtibata geçebildi.

Küreselleşme Karşıtı Gösteriler ve Müslümanlar

1 Aralık mitingi Müslümanlar açısından iki açıdan ele alınmalı. Birincisi Müslümanların küreselleşme karşıtlarıyla küresel emperyalizme karşı bir ittifak içinde olup olamayacakları konusudur; ikincisi ise genellikle "vahiy dışı" veya "vahiy karşıtı" muhalif unsurlarla müşterek düşmana karşı bir ittifakı aynı mekanlarda nasıl paylaşabilecekleri konusudur. Bu iki konu iki önemli tartışma gündemini ifade ediyor.

En azından Avrupa'daki Türkiyeli Müslümanlar ve kuruluşları açısından biliyoruz ki Avrupa'daki küreselleşme karşıtı eylemlere ve küresel karşıtı forumun düzenlediği İsrail karşıtı ve "Irak'ta Savaşa Hayır" mitinglerine bugüne kadar İslami kesimin kitlesel katılımı olmadı. Ve 1 Aralık 2002 tarihli Çağlayan Meydanı'ndaki küreselleşme karşıtlarının düzenlediği "Irak'ta Savaşa Hayır" mitinginde Müslümanların katılımları ile bir ilke imza atılmış oldu.

Müslümanların küreselleşme karşıtlarıyla küresel kapitalizme karşı bir paylaşım içinde olmalarının iki aşılması gereken engeli var. Birincisi kendilerinden, ikincisi küreselleşme karşıtlarından kaynaklanıyor.

İlkin Müslümanların çift kutuplu dünyada komünizme karşı yönlendirilen gündemlerinin kalıcı yanlışlarından ve sağcı tortulardan kurtulup dünyayı daha gerçekçi okumaya başlamaları gerekiyor. Bugün sistem karşıtı sol gurupları "din karşıtı" olarak tanımlamaktan çok "vahiy dışı" veya "vahiy karşıtı" ifadeleriyle tanımlamamız daha gerçekçidir. Çünkü "din" kavramı bir dünya görüşünü içeriyorsa, Marksist görüşlü dahi olunsa evren, İnsan ve hayat hakkındaki bütün telakkiler "din"dir. Tartıştığımız hangi dinin/dünya görüşünün sahih olduğudur. Hemen ifade etmemiz gerekmektedir ki asıl "vahiy dışı" veya "vahiy karşıtı" olan ise tahrif edilmiş Hristiyanlığı da içinde taşıyan batılı egemen paradigmadır ve onun bugünkü ifadesi kapitalist imparatorluktur. Ve bugün küreselleşme karşıtı büyük kitleler batılı paradigmayı eleştirirken hayatı yeniden yorumlayacak bir anlam arayışı içindedirler. Dünya görüşlerinin bilincinde olan kişilerin hayatı yeniden anlamlandırmaya çalışan kişi ve zümrelerden kaçması mümkün olmamalıdır. Söz konusu olan kopukluğun önemli ölçüde Müslümanların İslam'la ve vahiyle olan bağlarının zayıflığı ve niteliksizliğinden kaynaklandığı bilinmelidir.

Küreselleşme karşıtlarının, fıtratı ve doğadaki dengeyi bozan, dünyayı çoraklaştırıp ezilen kitleleri çoğaltan küresel kapitalizmin bozgunculuğuna karşı hak ve özgürlükleri öncelemesi tabii ki önemli bir açılım. Ancak özgürlük bahanesiyle ezilenlerden yana olan, hak ihlallerinin ve doğadaki yağmanın önüne geçecek tavırlar ve erdemlilikler lekelenmemeleri gerekmektedir. Nasıl ki özgürlük adına doğanın tahrif edilmesine müsaade edilemezse, özgürlük adına insan fıtratının da tahrif edilemeyeceği gerçeği gündeme alınmalı ve küreselleşme karşıtları bu tarz zulümlerden kendilerini arındırmalıdır. Tahrifat konusunda insan doğası ile tabii doğa arasında fark olduğunu hiç kimse söyleyemez. İntihar ve homoseksüellik tabii değil tabii olanı tahriftir. Fıtratı ve doğayı bozma/ifsad etme özgürlüğü olamaz. Bu yaklaşımlar bir aykırılık veya hastalığı ifade ediyorsa anlayışla yaklaşılıp tedavi yoluna gidilmeli; bilinçli olarak yapılıyorsa karşı çıkılıp uzak durulmalıdır. Küresel kapitalizmin bireyciliği yücelttiği gibi (birey/şahsiyet olmayı değil) insan fıtratını bozan lezbiyenliği, transseksüelliği, gay'liği "insan hakları" adına muhalefeti magazinleştirmek ve çürütmek için nasıl da körükleyip kullandığı görülmelidir. 1 Aralık mitingini gündemleştiren tv kanallarının, diğer görüntüleri atlayıp genellikle çok ufak bir küme oluşturabilen söz konusu aykırı tipler üzerinde yoğunlaşarak miting haberini nasıl magazinleştirdiklerini ve kitlelerin gözünden düşürmeye çalıştıklarını (ki maalesef bu oyuna Kanal 7 de katılmıştır) tüm muhalif unsurlar ciddi olarak tartışmalıdır. Kapitalist medyanın okşadığı bu görüntülerden kurtulmadıkça Müslüman kitlelerin bu aykırı ve fıtri bozukluk içindeki bir avuç tedaviye muhtaç tiple kendilerinin aynı safta ve eşit şartlarda görüntülenmesine soğuk bakmamaları mümkün değildir. Özgürlük kavramı doğru okunduğunda bu hassasiyetin her erdemli insan tarafından da paylaşılması kaçınılmaz olmalıdır.

Diğer engel ise küreselleşme karşıtları içinde yer alan ortodoks solcuların iflah olmaz İslam düşmanlıkları ve ön yargılarıdır. Türkiye ölçeğinde Kemalizm'e bulanmış solun orduya tapınan cuntacı pragmatizminin eceli gelmiş bir tutum olduğunu değerlendirip bir tarafa bırakacak olursak, daha ziyade İslam karşıtı diğer sol söylemin, bilgi temelinden kopuk, günübirlik ve duygusal olduğunu söyleyebiliriz. Sol artık tarihe, hiç bir toplumsal olayı çözümlemekte başarılı olamayan diyalektik şemalarla bakmayı bırakmalıdır. Belki onlara en fazla yakışan tavır ezen ve ezilen diyalektiğini öncelemeleri olur. Müslümanlar kadar sol da bilmelidir ki bugünkü Müslüman yığınlar İslam'ın evrensel değerlerini ve Kur'an vahyini zinde bir ümmet olarak gereğince temsil etmemektedirler. İslam ümmeti 600-700 seneden beri zindeliğini yitirmiş ve dağılmıştır. Bugünkü ihyacı, devrimci İslami oluşum ve hareketler ise öncelikle Müslüman yığınları yeniden vahyi bilince ve imana davet ederek yeni bir uyanış ve yeni bir inşa faaliyeti çabasındadırlar. Müslüman kitleleri küresel emperyalizme karşı bilinçlendirecek olan güç de, onlara varoluş imkanlarını hatırlatan bu öncü İslami çabalardır. Batılı paradigmaya ait hiçbir değer sistemi ve hareketin Müslüman kitleler üzerinde kalıcı bir tesirinin olamayacağı da artık görülmelidir. ABD ve küresel emperyalizmin en fazla karşı çıktığı ve çekindiği güç de Müslüman kitleleri uyandırabilecek, bilinç ve tavırda yeniden inşa edebilecek olan bu muhalif İslami potansiyeldir. Sol, Müslümanlara ve İslam'a, küresel kapitalizmi de üreten batılı paradigmanın değerleriyle bakmaktan vazgeçen bir nesnellikle yaklaşma ahlakını kuşanabilmelidir.

Bütün bunlarla beraber emperyalizm yakıcı kuşatmasını devam ettirmekte ve Irak'a dayatılan savaş şartlan Türkiye'yi ABD'nin üssü konumuna getirme arafesinde bulunmaktadır. Bu kuşatmaya fiili olarak maruz kalan muhalif unsurların tepkilerini ortak eylem ve ortak alanlarda nasıl şekillendirecekleri bu açıdan da önem ifade etmektedir. Emperyalist savaşa, sömürüye, katliam ve işkencelere karşı olan tüm onurlu insanların nasıl bir dil geliştirecekleri ve nasıl bir eylemliliği paylaşacakları bugüne kadar çözümlenmiş kapsamlı bir örnekliğe ulaşabilmiş değildir. Bu açıdan 1 Aralık mitingi bir ilk adımdır. Özelikle Özgür-Der kortejine karşı sol gurupların tavır ve refleksleri kadar, Müslümanların sol gurupların tepkileri karşısındaki disiplin ve tutarlılıkları ilgi çekici ve eğitici olmuştur.

Mitingin başında ve sonunda Özgür-Der korteji, Müslüman kitlelere soğukluğu ile bilinen EMEP kortejiyle arka arkaya, Müslüman kitlelere düşmanlığı ile bilinen TKP ile de zaman zaman yan yana yürüdü. Özellikle mitingin dağılımı sırasında da düzen ve disiplinini koruyan Özgür-Der korteji, yavaş adımlarla miting meydanını terketmesi nedeniyle küçüklü büyüklü birçok sol gurupla da yan yana geldi. Görsel hazırlığı en iyi olan iki üç guruptan biri olan Özgür-Der kortejinde ön sıralarda kendine özgü slogan, marş ve pankartlarıyla Özgür Çocuk Kulübü, orta sıralarda bayanlar ve arka sıralarda erkekler yer aldı. Miting boyunca sonu tekbirlerle biten Özgürlük Türküsü topluca mükerreren okundu. Yan yana gelen sol guruplara (mitinge katılanların önemli bir bölümü Özgür-Der kortejinin yanından geçti) ABD karşıtı sloganlar kadar, Filistin'deki katliamı ve direnişi, başörtüsü yasağını ve direnişini, F tipi zulmünü dile getiren sloganlarla Müslümanların mesajları taşındı. TKP saflarından Müslümanlara karşı atılan "şeriat" karşıtı slogana karşılık "Kahrolsun Amerika", "Cuntaya Hayır"; EMEP saflarından atılan "faşist" ithamına yönelik sloganlara karşılık "Kahrolsun Laik Diktatörlük", "F Tipi Tecrittir, İşkenceye Karşı Çık" sloganları ile cevap verildi. Gruplar arası yer yer gerginliğe neden olan bu karşılıklı sloganlaşma karşısında duyulan endişe gittikçe ilgiye dönüştü ve yine EMEP saflarından yer yer alkış aldı ve akabinden bazı ortak sloganlar atıldı. Yine Özgür-Der kortejinin yürüdüğü yol kenarlarında toplanan bazı ufak öbeklerin Müslümanlar aleyhinde atmaya çalıştıkları sloganların yine sol içinden bazı önde gelen kişiler tarafından azarlanarak engellendiği görüldü.

Son olarak Müstakil Tüketiciler Derneği'nin de yer aldığı kortej miting sahasından en son çıkarken, etrafında toplanan geniş bir sol izleyici kitlenin sürekli alkışlarla ve atılan bazı sloganlara iştirak ederek İslami kesime destek vermeye başladığı gözlemlendi. Hatta korteje katılan bazı solcu bayanların ısrarla başörtüsü yasağını protesto eden slogan atmaya çalıştıkları da dikkat çekti.

Irak'ta ABD Saldırganlığına Karşı Çıkalım!

Emperyalist kuşatma devam ediyor. Türkiye savaşa sürüklenmek isteniyor. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz, Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman, İngiltere Dışişleri Bakanı Straw'ın 3 Aralık tarihinde Ankara'ya gelmesiyle şimdi 1 Aralık'tan çok daha fazla savaşa yakınız ve Ortadoğu halkları şimdi çok daha ciddi bir tehditle karşı karşıya. Özellikle Wolfowitz ve Grossman'ın Ankara'da Genelkurmay'dan hükümet ve devlet yetkililerine kadar yaptıkları görüşmelerde neler konuşulduğu ve TBMM'den habersiz olarak eskiden olduğu gibi yine bazı anlaşmalar yapılıp yapılmadığı merak edilirken Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış aynı gün devletin ABD ile bir anlaşma içinde olduğunu ilan edercesine ABD ile işbirliği içine girileceğini, "ilk olarak hava sahamızı açarız. Sonra da Türkiye'deki tesisleri kullandırırız..." ifadeleriyle açıklamış oldu. Bu açıklama önce Genelkurmay tarafından sonra da Başbakanlık tarafından yalanlanmış olsa da zihinlerde önemli izler bıraktı.

Çünkü aynı gün ABD basınında da Irak'a müdahale için Trabzon limanının kullanılacağı, tüm limanlar ve hava limanlarının önceden izin alınmaksızın ABD tarafından değerlendirilebileceği, 100 bine yakın Amerikan askeri ile Türkiye üzerinden Irak'a saldırılacağı, hava saldırı üssü olarak Malatya ve Diyarbakır hava alanlarının kullanılacağı, geri korumanın ve lojistik desteğin de Türk ordusu tarafından sağlanacağı haberleri çok iddialı bir şekilde yer aldı. Bu imkanlara karşı Türkiye, Kuzey Irak'ta inisiyatif sahibi olacak ve ABD'den ekonomik yardım alacaktı. Sadece, Türk sivil ve asker diplomasisinin Irak'a saldırı kararı­nın BM Güvenlik Konseyi'nde oy birliği ile karara bağlanmasını istediği ancak Saddam'a uygulanan caydırıcılık için zorlayıcı yaptırımlarda zaten işbirliği içinde oldukları belirtiliyordu.

Dışişleri Bakanı Yakış'ın ani çıkışı, acaba Türkiye kamuoyundan saklanan yasalara ve hukuka aykırı bir şekilde gerçekleşen bu perde arkası görüşme ve anlaşmaların ne olduğunu ifşa amacına mı dayanıyordu şeklinde de yorumlar söz konusu oldu. Kopenhag görüşmelerinin arafesinde Tayyib Erdoğan'ın Washington tarafından cumhurbaşkanlarına bile nasip olmayan üst düzey protokolle karşılanacak olması da perde arkasında dönenlerle ilgili yeni sorular oluşturuyor. Ve bütün bu gelişmeler 1 Aralık'ta algılanandan çok daha güçlü bir şekilde savaşa ve ABD'nin fiili işgaline doğru itilmekte olduğumuzu göstermektedir.

Tüm muhalif unsurlarla emperyalist savaşa karşı bir paylaşımı amaçlayan 1 Aralık denemesinin katılım açısından başarısızlığı ortada. Ancak 1 Aralık'ı oluşturmak isteyen iradenin kendini tashih ederek var olmaya çalışması, 3 Aralık'taki gelişmelerden sonra çok daha fazla önem ifade ediyor. Yaşananlardan ders çıkarılır ve bu muhtemel savaşa karşı tavır alması gereken Müslümanların en tabii tepkileriyle bütünleşmeye yönelik tedbirler alınırsa daha kısa zamanda, daha kuşatıcı ve katılımcı tepkilerin yükseltilmesi mümkündür. Bu konuda ülkenin tamamen ABD'nin ipoteği altına girmemesi ve Türkiye halkına kara bir gelecek bırakılmaması için zaman azalmaktadır. Bir an önce yeni organizasyonlarla tepkilerimizi Türkiye sathına yaygınlaştırmamız gerekmektedir. Bu arada İslami oluşum ve önderlere ciddi görevler düşmektedir. İster kendileri olarak ister aynı derdi taşıyanlarla paylaşarak bir an önce harekete geçip emperyalizmin kapımızda bekleyen fiili kuşatmasına karşı tavır almaları zamanıdır. Unutulmamalıdır ki Bağdat da Kudüs kadar İslam toprağıdır. Ve Müslümanlar bir zulüm ve saldırıya uğradıklarında birlik olup karşı duranlardır. "La" demek en temel hakkımız ve ödevimizdir. Müslümanlara yakışan mazeret ve çekinceler üretmek değil, "la" seslerini yükseltmeleridir. 23 Ekim'de Özgür-Der, İHH ve Mazlumder'in müştereken gerçekleştirdiği "Emperyalist Savaşa Hayır" paneli bir anı olarak kalmamalı, aynı birliktelik ruhu ile başka düzlemlere taşınabilmelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR