1. YAZARLAR

  2. Tuba Cifçi

  3. Sürüklenen Yaprak Olmayacağımızı Bilmek!..

Sürüklenen Yaprak Olmayacağımızı Bilmek!..

Temmuz 2002A+A-

Yine bir okul ya da kimilerine göre yine bir iş günü. Bazen yeni bir güne başlamak ürkütüyor beni. Birbirinin aynısı günler geçirdiğimi hissediyorum. Zamanı katlediyormuşum gibi... Sabahları yolda gördüğüm yorgun, telaş içindeki yüzlerde yalnız olmadığımı söylüyor bana. Sanki toplu bir hastalığa yakalanmışız da kimsecikler koyamıyor adını ya da kimse farkında değil hasta olduğunun. Böyle yaşamaya nasıl başladığını bile hatırlamıyor kimilerimiz. Kimimiz bir geçim sıkıntısı içinde, kimimiz bir iş bulma çabasında, kimimizse okumak isteğinde... Arada atlanılan gözden kaçırılan öyle çok şey var ki... ve öyle çok zaman anlamadan ağzımızda garip bir tat bırakarak geçiriyor ki... Geriye kalansa şaşkınlık ve karmaşa oluyor sadece. Zihnimizi kendimiz için yormamıza fırsat verilmeden başlıyor her şey. Halbuki insan önce kendini tanımalı ve karar vermeli. "Ben ne tarafa gitmeliyim" diye. Ama karar vermenize fırsat tanımadan, yani daha kendinizle tanışmadan amaçsız, sizi sizden uzaklaştıran, karmaşık bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. Kendiniz hep bir adım geride kalıyor sizden ve hep erteleniyor bu tanışma.

Farklı seçenekler sunmaya yeltenmiyor kimse. İnsan olduğumuzu, düşünebildiğimizi, iman ettiğimizi; unutuyoruz ya da unutturuluyor. Hatırladığımızda ve birşeyler yapmaya çalıştığımızda da engelleniyoruz. Sonra susmayı tercih ettiğimizde de yollar hep aynı oluyor, günler de hep birbirine benziyor.

Okul sıraları... Ne çok formüller, deneyler, teoremler öğrendik ve de ne çok hayatlar öğrenemedik bu sıralarda. Kimse gerçek yaşantılara dair tek kelime etmedi. Dışımız da, içimiz de tek tipleştirilmeye çalışıldı sürekli. İtiraz etmek boş bir çaba olarak algılandı. Ya herkes gibi konuşmalıydık, ya da susmalıydık. Bu kadar basitti.

Hayata devamlı aynı yerden bakmamız istendi. Dar bakış açılarıyla daraltılan düşüncelerimiz biraz daha hapsedildi her gün. Daha düşünmenin, sorgulamanın, gerektiğinde karşı çıkmanın sorumluluğunu hissedememişken, bütün kapılar kapandı yüzümüze ve bütün sözler düğümlenip kaldı boğazımızda. Sanki "Kral çıplak!" demenin bedelini ödedi bütün çocuklar, gururunu yaşayacaklarına... susmalıydık. Biz sustukça da hep konuştu birileri; egemen sömürüye destek, onun bir parçası olmaya gönüllü ve bizi de bu haksızlığın ortasına iten birileri. Biz uyanmayalım diye beşiğimiz sallanıp durdu gece gündüz. Okulumuza televizyonlar taşındı sonra maç izlememiz için izin verildi gönüllüce. Her golde milyonlarcamız açlıktan kurtulmuş gibi ya da milyonlarca müslüman kardeşimiz işgal altından kurtulmuş gibi.

Tek sınava şartlanmış hayatlar yaşatıldı her birimize. Öğrenci Seçme Sınavı'nda kimilerimiz seçildi, geriye kalan binlercemizse yetenekleri gözardı edilen, vasıfsız gençler olarak itildi hayata. Tek amaç sabah gidip akşam geleceğimiz bir meslek edinmek olarak algılandı. Bizden tek istenen de buydu zaten. Faydalı bir insan olmaya yeterdi bir meslek. Eve yorgun gelin, göz ucuyla haberleri izleyin, şöyle derinden bir off çekin olanlara sonra gidin uyuyun. Fazla düşünüp, derine dalmayın; uykunuz kaçmasın. Yarın yeni (!) ve yorucu bir gün olacak.

Zihnimizden geçen her fikre korkuyla ve endişeyle bakıldı. Birşeyler saklanıp durdu sürekli, iman etmemize ses çıkarılmıyordu ama neye iman ettiğimizi bilmeliydik. Bir duyarlılıktan öteye geçirilecek bir kitabın varlığını bilmeden, efsanelerden uzak, göklerde yaşamayan, bize örnek bir peygamberi tanımadan büyümüştük. Hiç bir zorlukla karşılaşmamış, okul kapılarında beklememiştik henüz. Sonradan anlamıştık; hayatın tadı diye sunulanların hayattan uzak olduğunu ve yeniden iman etmenin gerekliğini.

Kıstırıldığımız daracık dünyalardan çıkıp vahye yönelmeli adımlarımız; tanımalıyız peygamberi, iman etmeliyiz onunla yeniden, aynı sıkıntıları yaşamalı, aynı onurlu tavrı gösterebilmeliyiz. "Oku" emrinden başlamalı herşey. Tıpkı Mekke'deki gibi karşı çıkmalıyız cahiliyeye ve Kur'an'ın bahsettiği salih bir ümmet olmalıyız. Bizler umutluyuz. Susturulmaya çalışılsak da, okul kapılarında kalsak da, daraltılsa da alanlarımız, kelepçe takılsa da bileklerimize vazgeçmeyeceğiz. Ziyan olmuş gençlik yıllarımız, kaybolmuş ömürlerimiz olmayacak bizim; yine gömemeyecekler toprağa diri diri. Uyumayacağız ayakta kalacağız inadına ve söyleyeceğiz sözün doğrusunu...

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR