1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kalkan

  3. Dünya Hayatı

Dünya Hayatı

Temmuz 2002A+A-

"Dünya" kavramı, âhiret veya âhiret hayatının karşılığı olarak, "hayâtü'd-dünyâ/yakın hayat" anlamındadır. Bu kelime Kur'an'da çok sık ve âhiretten veya ölümden önceki hayatın sıfatı olarak geçmektedir. Kur'an'ın yanlış anlaşılan kavramlarından bir tanesi de "dünya" kelimesidir. "Dünya" bir sıfat olmasına rağmen, üzerinde yaşadığımız yeryüzünün ismi olarak algılanmıştır. Bu yanlış adlandırma İslam'ın dünya hayatına getirdiği tanım ve ölçünün yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Buradan hareketle, İslam'ın üzerinde yaşadığımız dünyayı (yer küreyi) kötülediği sanılmış, bu dünyadan yüz çevirmenin fazilet ve yükselme sebebi olacağı iddia edilmiştir.

Halbuki Kur'an-ı Kerim, üzerinde yaşadığımız yer küresini, yani jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere 'arz/yer' kelimesini kullanmıştır. 'Dünya' kelimesi ise, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini, geçiciliğini ifade eden dinî ve ahlâkî bir anlam kazanmıştır. 'Dünya' kelimesi ile, burada yaşanılan hayat anlayışı kötülenmiş, hafife alınmış, bununla da yer küresi değil; âhireti geri plana bıraktıran, âhireti hesaba katmayan yaşama zihniyeti tenkit edilmiştir.

Şüphesiz arz, yani yer küre ile onun üzerinde yaşanan hayat arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkiden dolayı 'dünya' kelimesi zaman içerisinde üzerinde yaşadığımız gezegenin adı olarak da kullanılmaya başlanmıştır.

"Dünya" kelimesi, bizzat ve hükmen yaklaşmak, zaman ve yer açısından yakına gelmek, aşağı çekmek anlamına gelen 'ednâ' fiil kökünden türemiştir. Dünya sözcüğü, daha yakın, daha uygun manasındaki 'ednâ' kipinin dişil (müennes) şeklidir. Dünya kelimesinin "denâet" kökünden geldiğini söyleyenler de olmuştur. Buna göre dünya; basit, iğreti, âdi, alçak anlamlarına gelir.1 Bu kullanım "arz/yer" kelimesinden farklıdır.

Kur'an, 'dünya' kelimesini, kişiyi Allah'tan uzaklaştıran iğreti, âdi, sefil bir hayatın karşılığı olarak kullanmaktadır. Bu kelimeyi çoğunlukla âhiret hayatı ile birlikte söz konusu etmektedir. İki hayat arasında karşılaştırma yapmakta, âhiret hayatının üstünlüğünü ve devamlılığını vurgulamaktadır. Öte yandan Kur'an, âhireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen 'dünya hayatını' kötülemez. Hatta bunun bir mutluluk olduğunu, mü'minlerin bu anlamda dua etmeleri gerektiğini öğütler. "Onlardan öylesi vardır ki: 'Rabbimiz, bize dünyada da hasene (iyilik ve güzellik) ver, âhirette de hasene (iyilik ve güzellik) ver ve bizi ateş azabından koru' der." (Bakara, 2/201. Ayrıca: A'raf 7/156; Nahl, 16/122) "Müjde, dünya hayatında da, âhiret hayatında da onlarındır. Allah'ın sözleri için bir değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur." (Yûnus, 10/64)

Allah, yeryüzündeki her şeyi insanlar için yaratmıştır (Bakara, 2/29). Öyleyse onların bu maddi nimetlerden faydalanması, onlara sahip olmaya çalışması ve onlarla beraber dünyada bir mutluluk araması kötü ve haram değildir. Yani "dünya mutluluğu" âhiret mutluluğunun karşıtı olamaz. Bir başka deyişle, âhiretteki sonsuz saadeti yakalamak için, insanın dünyadaki mutluluğu ve nimetleri terk etmesi gerekmez.

Dünya Hayatının Değeri

Dünyanın olumlu veya olumsuz olduğunu değerlendirmek için, "dünya" kavramından herkesin ne anladığına bakmak gerekir. İnsanlar onu, kendi meslek, arzu, istek, hedef ve gayelerine göre değerlendirirler. Herkesin kendine ait bir dünyası vardır. Dünya, bir çiftçiye göre ekmek-biçmek, bir ilim adamına göre ilim (bilgi) alanı, bir abide (çok ibadet edene) göre bir ibadet yeri, bir sarhoşa göre içme sahası, nefsinin esiri olan bir kimseye göre de gönlünce eğlenme mekânıdır. Bazıları onu geçici bir zaman olarak görür ve ona göre değerlendirir. Kimileri de hiç ölmeyecekmiş gibi ona sarılır, ölüm ve ötesini hesaba katmaz.

Kur'an'ın birçok ayetinde ve nice hadiste dünya hayatı ve ona olan tutkunluk yerilmekte, bazen de dünya hayatı övülmektedir. Aslında bu iki yargı arasında bir çelişki yoktur. Her iki kaynak da dünyayı, insanların farklı yaklaşım ve algılamalarına göre değerlendirmektedir. Âhireti hesaba katıp güzel bir hayat yaşayanlar için dünya övülmüş; sefihçe ve âhireti hiç düşünmeden, nefsinin arzularına uyarak yaşayanlar, dünyayı Allah'a kulluk yapmaya tercih edenler için de verilmiştir.2

Ayetlerde Dünya Hayatı

"Dünyâ" kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de 115 yerde geçer. Dünyâ kelimesinin kökü olan "ednâ" ve türevleriyle birlikte bu sayı, 133'e yükselir. "Dünya hayatı" anlamındaki "hayatü'd-dünyâ" terkibi ise, 67 âyette kullanılır. "Ednâ" kelimesi Kur'an'da küçük, az veya eksik (Mücâdele, 58/7; Müzzemmil, 73/20), daha uygun, daha münasip, daha yakın (Bakara, 2/282; Mâide, 5/108; Ahzâb, 33/51), daha değersiz, âdi, hayır yönünden daha az (Bakara, 2/61; Secde, 32/21), yakın mekân, yer olarak daha yakın (Rûm, 30/3) gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Kur'an dünya ile âhiret arasında bir tercih olursa, elbette âhiretin tercih edilmesini emrediyor. Çünkü âhiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır (Duhâ, 93/4). Dünya hayatını âhirete tercih edenler, uzak bir sapıklığa düşerler (İbrahim, 14/3). Allah'ın hükümlerine kulak vermeyip, âhireti unutanlar; dünyaya karşılık âhireti satanlardır. Böyle bir alış-veriş hiç de kârlı değildir (Bakara, 2/86). Müslümanlardan bazıları da âhiretlerini kazanmak için dünyalarını satarlar. Kur'an, Allah yolunda cihad etmenin bu anlama geldiğini ve böylelerinin büyük bir sevaba kavuşacaklarını haber veriyor. Allah yolunun şehitleri bu çok kârlı alışverişin canlı örneğidir (Nisa, 4/74).

Kur'an-ı Kerim'e göre dünya hayıt, bir oyun (oyalanma) ve bir eğlencedir (En'âm, 6/32; Muhammed, 4736 vd.), aldatıcı bir meta (fayda, alınıp-satılan şey) (Âl-i İmrân, 3/14, 185; Tevbe, 9/38 vd.), geçici ve önemsizdir (Nisa, 4/77). Dünya hayatı, yağmurla biten ve yeşeren, sonra da bir doğal âfetle yok olup giden ekin gibidir (Yûnus, 10/24; Kehf, 18/45). Oyun, oyalanma, eğlence ve bir süs olmasının yanı sıra; mal ve çocuk bakımından bir övünme ve bir çoğalma yarışıdır. O, aldatıcı bir geçinme aracıdır (Hadîd, 57/20). Mal sahibi olmak, Çocuk edinmek ve diğer sahip olunan şeyler, aslında dünya hayatının süsüdür. Ancak, varılacak yerin en güzeli, mutluluğun en şahanesi Allah'ın katındadır (Âl-i İmrân, 3/14). Dünya hayatı, bu gibi özellikleriyle aldatıcı, oyalayıcı, gaflete düşürücü, asıl maksattan uzaklaştırıcı, gelip-geçici ve vefasızdır.

Kur'an, gerek dünya, gerekse âhiret nimetleri bakımından Allah'ın lütfunun sınırsızlığını ifade etmekte; servet, mevki, sağlık ve yaşayış güzelliği bakımından İnsanlar arasındaki farkların, ilâhi takdirin bir gereği olduğunu, dolayısıyla, bu dünyada mutlak eşitliğin imkansızlığını ifade eder (İsrâ, 1 7/20). Bunun yanında, âhirette de insanlar eşit durumda olmayacaklar, insanların dünyada yapmış oldukları işlere gö­re âhirette derece farkları daha da büyük ola­caktır (İsrâ, 1 7/21). Ancak, para ve mevkî gibi dünyevî imkânlar, Allah nezdinde mutlak bir değer ifade etmediği için, dünya hayatını sırf bunların peşinde koşarak geçirenler, âhirette üstün derecelere ulaşmak hakkını kaybetmiş olacaklardır (İsrâ, 17/18).

Öte yandan Kur'an'da dünyanın önemine işaret eden ayetlerle de muhatap oluruz. Din, dünyada yaşanır, âhiret dünyada kazanılır. Dünya bir imtihan alanıdır, o yüzden dünya âhiret için yaşanmalıdır. Ebedi saadet bu dünyada kazanıldığı için dünya hayatı çok değerlidir. Kıymeti bilinmeli, ömür boşa harcanmamalıdır. Kur'an'da dünya için "bugün", âhirete de "yarın" denilmiş, âhiretin bir gün kadar yakın olduğu ve ona azık hazırlanması istenmiştir (Haşr, 59/18). Bütün bunlarla birlikte Kur'an, dünyadan el etek çekilmesini emretmez. "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan Allah'tır." (Bakara, 2/29) buyrulur. Kur'an, bize çalışmayı emretmiş, dünya nimetlerinden meşru şekilde istifade etmemi?! tavsiye etmiştir. "Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin/anın ki kurtuluşa eresiniz." (Cum'a, 62/10) Dünyadan nasibimizi unutmamamızı hatırlatır. (Kasas, 28/77)

Kur'an'da "arz", coğrafi, "dünya" ise dinî ve ahlâkî bir terim olarak yer almış; dünya kötülenir veya hafife alınırken kozmik varlığı değil; burada sürdürülen ve âhiret kaygısını geri plânda bırakan hayat tarzı kastedilmiştir. Dünya, sahih hadislerde de bu anlamda kullanılır. Kur'an'da kötülenen dünyadan maksat, madde ve şahsî çıkardır. Mal, mevki, şehvet, lüks ve israf gibi tutku ve eğilimler kınanırken; manevî değerlere ve uhrevî hayata bağlılık gösterilmesi istenmiştir.

Dünya hayatı, Kur'an'da genellikle âhiret hayatı ile birlikte anılmış, bazen ikisi arasında karşılaştırma yapılarak âhiret hayatının üstün olduğu belirtilmiştir. Kur'an'a göre, âhiret için amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı meşru bir nimet, hatta saadettir. Nitekim müslümanların, "Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de hasene/güzellik ve iyilik ver." (Bakara, 2/201) diye duâ etmeleri tavsiye edilmiş, "Allah dünyada şeylerin hepsini sizin için yarattı." (Bakara, 2/29) denilmiştir. Birçok âyette peygamberlere ve mü'minlere hitap edilirken dünya ve âhiret mutluluğu birlikte vurgulanmış, bu durum Allah'ın özel bir lütfü olarak kaydedilmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. İsa, dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmışlardır (Bakara, 2/130; Âl-i İmrân, 3/45). Çünkü dünya mutluluğu ile âhiret mutluluğu birbirine zıt değildir; âhiret saadetini kazanmak için dünyadan vazgeçmek gerekmez. Âhiretlerini kaybedenler dünyada da mutlu olamazlar. "Kafirler için dünyada ve âhirette şiddetli bir azap vardır." (Âl-i İmrân, 3/56; Mâide, 5/33) İki cihanda yüzü ak olanlara karşılık yüzü kara olacaklar da vardır (Âl-i İmrân, 3/106-107).

Dünya ve âhiret arasında bir tercih yapma mecburiyeti ortaya çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden âhiret hayatının tercih edilmesi istenmiş, aksi davranışta bulunanlar şiddetle kınanmıştır (İbrahim, 14/3; Nâziât, 79/37-39). Çünkü âhiret, dünyadan daha hayırlıdır (Duhâ, 93/4). Geçici ve süreksiz olan, kalıcı ve daimî olana tercih edilemez. "Önce dünya" diyenler "dünya karşılığında âhireti satanlar" şeklinde nitelendirilmiş, değerli ve çok olanı verip değersiz ve az olanı satın almanın kârlı bir iş olmadığı ifade edilmiştir (Bakara, 2/86, 90). Bu anlayışa sahip olanların yaptıkları işler kendilerine dünyada da âhirette de bir yarar sağlamaz (Bakara, 2/217). Buna karşılık, âhiretlerini kazanmak için dünyalarını satanlar övülmüştür (Nisa, 4/74).

Hadislerde Dünya Hayatı

Peygamberimiz, dünya âhiret dengesini bozma eğilimi gösteren eşlerini uyararak ya dünya hayatının süsünü ya da Allah'ı, Rasûlünü ve âhiret yurdunu tercih etmelerini istemiştir (Ahzâb, 33/28-29).Âhirete öncelik veren bu dengenin dünya lehinde bozulması yönündeki davranışlar tasvip edilmemiştir. Sahabenin dünya malına fazlaca önem veren bazı hareketleri karşısında Hz. Peygamber, Allah katında dünyanın cılız bir ölü oğlak kadar bile değeri olmadığını (Müslim, Zühd 2) ifade etme ihtiyacını duymuş, dünyaya düşkün ve maddeye tutkun olmamaları için çevresindekileri uyarmıştır (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 38).

Abdullah bin Ömer, Ebu'd-Derdâ ve Osman bin Maz'un gibi sürekli ibâdetle meşgul olup kendilerini ve ailelerini dünya nimetlerinden mahrum bırakan kimselerin davranışları da Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamış (Buhârî, Savm 56, Nikâh 1), ölçüsüz bir şekilde dünyaya sarılmak kadar; bir tür ruhbanlık hayatına yönelmek de doğru bulunmamıştır (Ahmed bin Hanbel, IV/226; Dârimî, Nikâh 3).

Hz. Peygamber, yaşadığı hayat itibariyle dünya karşısında takınılması gereken tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Nitekim, "Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla saklamazdım" (Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 10) demiş, hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, vefatından sonra birkaç şahsî eşyasından ve çok az miktarda maldan başka bir şey bırakmamış, ilk iki halifesi de bu yolda onu takip etmiştir. Bununla beraber Hz. Peygamber, "Dünya malı tatlıdır, çekicidir" (Buhârî, Cihad 37; Tirmizî, Fitan 26) sözüyle herkesin dünyaya ve maddeye karşı kendisi gibi davranamayacağını da ifade etmiştir. Nitekim müslümanların servet edinmelerini tasvip etmiş, dinin servetle ilgili olarak getirdiği yükümlülüklerin ifa edilmesi şartıyla zenginliğin kötü bir şey olmadığını söylemiştir. Onun dünya karşısındaki tavrı ve sözleri bir tavsiye ve uyarı niteliğindedir. İnsanda maddeye ve şahsî çıkara karşı doğuştan bir eğilim, hatta hırs bulunduğundan İslâm, kişileri dünya nimetlerine men veya teşvik etme yerine; onların dünya ile ilgili davranışlarını düzene koymaya özen göstermelerini istemiştir.

Peygamberimiz dünya hayatını aşırı sevip, ona bağlanmaktan mü'minleri sakındırmıştır. Bazı hadislerinde dünya hayatını aşağılayıp tel'in ettiğini görüyoruz. Fakat Peygamberimiz'in aşağıladığı dünya, insanların nefs-i emmârelerine bakan fuhşiyatın, serlerin, zulümlerin, isyanların işlendiği dünyadır. Âhiretin tarlası olan, Allah'a kulluk icra edilen, yer olan dünya değildir.

Aslında tek bir varlık olan yer küresi hakkında; her meslek, her karakter ve can sahibi için ayrı ayrı birçok dünya anlayışı, hayat görüşü olduğunu görüyoruz. Değişen psikolojilere ve maddî şartlara göre bir insan için bile birçok dünya vardır. Bazıları hiç ölmeyecek gibi ona bağlanırken, bazıları artık yaşamaya değersiz bularak intihan bile tercih edebilmektedir. Peygamberimizden gelen rivayetlerden anlıyoruz ki o, bu bin bir yüzlü dünyanın bazen iyi, bazen kötü yönünden bahsetmiş, bazen âbidlerin, dindarların dünyasını, bazen de inançsız ve ahlâksızların ve âhireti hiç düşünmeyen, zâlimlerin dünyasını değerlendirmiştir. Bu sebeple bir hadiste (Tirmizî, Deavât 60, hadis no: 3-458) dünya âhiret için bir ekim yeri, âhiret için ziraat yapılacak, lâ ilahe İllallah ile ebedî cennet ağacı kazanılacak kadar kıymetli bir yer olarak belirtilirken, aynı dünya bir başka hadiste (Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321; İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 2410) sinek kanadından değersiz ve hatta mel'un (Tirmizî, Zühd 14, hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112) olarak değerlendirilmiştir.

Kur'anî hükümlerin ilk ve en doğru uygulamasını örneklendiren Rasulullah (s) göstermiştir ki İslâm, her konuda olduğu gibi bu meselede de denge ister. Âhireti unutturmayacak, ibâdetten alıkoymayacak, harama yer vermeyecek ölçüde dünyalık istemeyi yasaklamaz. Güçlü müslümanın, zayıf müslümana nazaran Allah'a daha sevgili olduğunu söyleyen, veren elin alan elden üstün olduğunu beyan eden İslâm'ın, "dünyayı tamamen terk et" demeyeceği açıktır (Kütüb-i Sitte 7/248) Bir şeyin fazilet ve fenalığı, başka şeyle mukayese edilerek ortaya çıkar. Âhiretle mukayese ile, ona tercih edilen dünyanın olumsuzluğu değerlendirilir. Allah'a küfür, isyan ve fısklarla dolu olan dalâlet ehlinin dünyasıdır yerilen. Âhireti kazandıran, mü'minlere mescid, âhirete tarla olan dünya elbette kötü değildir.

Bütün muteber hadis kitaplarında "Kitâbü'z-Zühd" başlığını taşıyan bölümler vardır. Bu konudaki hadisleri, Peygamberin uygulaması/sünneti ile, ondan rivayet edilen diğer hadisleriyle ve daha öncelikli olarak da Kur'an'ın gösterdiği bütüncül değerlendirme ile karşılaştırmak gerekir. Kur'an bir çerçevedir, hadisler o çerçeve içinde anlaşılır; hiçbir sahih hadis, Kur'an'ın sınırını aşmaz, aşamaz. Mü'minlerin mutedil olmaları, her türlü aşırılıklardan uzak kalmaları, Kur'an ve hadislerin bütüncül değerlendirmesinden çıkan temel tavsiyedir.

Kaç Çeşit Dünya Vardır?

Bizim dışımızda iki dünya bulunmaktadır. Birincisi: İnsanın yalnızca et, kemik, kan olmadığı, ona ait kalp, ruh, akıl, hafıza ve benzeri özellikleri de olduğu gibi; dünya da görünen yeryüzünden ibaret değil, gözle görülmeyen cin, melek ve diğer varlıkların da bulunduğu bir dünyadır.

İkinci dünya ise, duyularımızın ilişkide olduğu hayattır. Yeme-içmeden tutun da, uyumaya, üremeye, sahip olma arzusuna, hırs ve arzulara kadar geniş bir duyular dünyası... Nefsin arzu ettiği ve oyalandığı, kişiyi asıl hedefinden, âhirete giden yoldan şaşırtan dünya. Bir başka deyişle, insanın imtihana tâbi tutulduğu, kulluğunu yapabilme imkânı sağlayan geniş bir hayat.

İşte bu dünya, 'ednâ', yani aşağı, iğreti, değersiz ve geçici bir dünyadır. Allah'tan gelen vahye sırtını dönenler ve aklını kullanmayanlar işte bu 'ednâ' dünyayı tercih ederler, âhireti ve oradaki ebedî hayatı unuturlar.

Kur'an, dünya hayatı karşısında mü'minlerin nasıl bir tavır takınacağını açıklar. Dünya hayatının İnsanı aldatmaması için insanı sık sık uyarır (Münâfikûn, 63/9; Fâtır, 35/5). Bütün insanlar, yarın için ne hazırladığına, ölürken yanında sâlih amel olarak ne götüreceğine bakmalıdır; dünya hayatı şüphesiz ki bir gün sona ericidîr (Haşr, 59/18).

İnsanların hangisinin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Allah (Mülk, 67/2), insanların içerisine dünya malına ve geçimliklerine karşı bir meyil, bir tutku koymuştur. Yaratılan bütün mal ve geçimlikler 'dünya hayatının' süsüdür. Onları kazanmaya çalışmak, onlara sahip olmak ve kullanmak suç değildir. Kişide yeme içme, barınma ve giyinme ihtiyacı olduğu müddetçe; mala ve eşyaya olan arzu ve meyil bitmeyecektir. Bir de buna insanın aşırı ihtirasını ve başkalarına hükmetme arzusunu de eklersek, dünyalıklara karşı olan sevgi daha da anlaşılır olacaktır.

İslâm, her konuda olduğu gibi bu konuda da İnsan hayatına ve arzularına bir denge getirmektedir. Allah'ın insanlar için yarattığı zînetleri (süsleri ve geçimlikleri) kimsenin yasaklamaya ve haram kılmaya hakkı yoktur. Ancak insan bu zînetleri helâl yoldan aramalı, harama harcamamalı, mal ile şımarmamalı, malı haksızlık aracı olarak kullanmamalı, mal ile meşgul olarak Allah'tan ve âhirete hazırlanmaktan uzaklaşmamalı, üzerinde (zekât, sadaka ve nafaka gibi) hakkı olanların hakkını vermelidir.

Peygamber (s) dünyadan yüz çevirerek, devamlı ibadetle meşgul olup, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını bile karşılamayan sahabelerin tutumunu tenkit ettiği gibi, dünyalık ve mal sevgisini kalplerine yerleştirip kulluk görevlerini ihmal edenleri de uyarmıştır.

Dünya hayatı ve âhirete hazır olma arasında bir denge olmalıdır. İslâm'ın hoş görmediği 'dünya hayatı', insanı Allah'tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Mal, servet, makam ve mevki tutkusu, şöhret hastalığı, şehvetlere esir olma, lüks ve israf anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır.

Şüphesiz yerilen, tenkit edilen dünya hayatı; ona ait şeyleri amaçlaştırıp ilâh haline getirme, mal peşinde koşmaktan başka bir hedef tanımama, geçimlikleri kutsal hale getirme aldanmaktır, cahilliktir. Ve insanın yaratılış amacı da bu değildir.

İslâm, her türlü meşru çalışmayı övmüş, onu ibadet saymış ve insanın ancak çalışmasının karşılığını alabileceğini belirtmiştir (Necm, 53/39). "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir" diyerek el emeği ile geçinmeyi; yani çalışmayı teşvik etmiştir. Buna karşın İslâm, insandaki fıtrî birtakım meyilleri inkâr etmemiş, insanın dünyalıklara karşı arzusunu baskı altına almamış, ancak bu arzunun dengelenmesini, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasını istemiştir. Bunun da yollarını ve prensiplerini açıklamıştır.3

Peygamberimiz (s), "Uhud dağı kadar altınım olsa onu üç günden fazla saklamazdım (insanlara sadaka olarak verirdim)" (Buhârî, Zekât 4, 2/135; Müslim, Zekât 9, hadis no: 94, 2/687) buyurarak dünya geçimliklerinin nasıl ve ne kadar değerli olabileceğini haber veriyor. İnsanın dünya hayatını ise şu nefis benzetme ile değerlendiriyor: "... Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir." (İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588)

İslâm'ın manevî değerleri ve âhiret hayatını üstün tutan, ancak buna aykırı olmayan dünya nimetlerini ve zenginliğini de onaylayan tutumuna rağmen çok geçmeden İslâm ümmetinde yozlaşmalar başladı. Ümmetin bir bölümü kendini servet, lüks ve ihtişam hırsına kaptırıp âhireti ihmal ederken bir kesim de bütünüyle âhirete yönelip dünyayı dışladı, iç savaşlar, sefahat ve dinden uzaklaşma hareketlerinin yanı sıra özellikle Hristiyanlık, İsrâiliyât, Hint dinleri ve diğer dış kültürlerden gelen tesirlerle dünyadan el etek çekip kendini tamamıyla âhirete veren ve dünyaya küsenlerin sayısı gittikçe artmaya başladı.

İnsanlar, bütün bu dünyevî varlık ve imkânlara karşı takındıkları tavra göre başlıca üç zümreye ayrılırlar:

1- Âhirete iltifat etmeksizin yalnızca dünyaya bağlananlar. Kur'an'da "tâğutun kulları ve yaratıkların en kötüleri" olarak gösterilmiştir. (Mâide, 5/60)

2- İlk zümrenin tam aksine bütün çabalarını âhirete yönelten ve dünyaya iltifat etmeyenler.

3- Dünya ve âhiretin hakkını verenler. Peygamberlerin de dahil olduğu bu zümre, insanların en faziletlisidir. Çünkü din ve dünya işlerini gerektiği şekilde yürüten kimse "yeryüzünün halifesi"dir. Âhiret saadetini arzulamak Allah sevgisine aykırı olmadığı gibi, dünyanın huzur, sağlık ve esenliğini dilemek, bunun için çaba sarfetmek de Allah sevgisine ters düşmez.

"Dünya ve âhiret birbirini takip eden iki gerçek hal olduğuna göre insanın yarının nazlarını arzularken bugünün nazlarına ilgisiz kalması düşünülemez. Çünkü insan yarının nazlarını, yarın dediğimiz şey bir zaman sonra bugün olacağı için arzular. Yeter ki bu hazlar kişiyi uhrevî saadetten mahrum edecek mâhiyette olmasın. Bu şarta bağlı olmak üzere dünyevî gayelerle uhrevî gayelerin birleştirilmesi imkânsız değildir." (İhyâ, 11-144-145) Böylece insan dinî bir şuurla, dünyaya mahkûm olmak yerine ona hâkim olduğu ve onları yönlendirdiği, dünyevî varlık ve imkânları Allah'ın rızâsına ve kendi âhiret saadetine uygun şekilde kullandığı sürece bu varlık ve imkânlar kötülenen dünyadan değildir. İnsanın maddeye mahkûm ve bağımlı olması dünyadır, ancak ona hâkim olması dünya değildir. Maddenin önde ve üstün tutulması dünya, mânânın önde ve üstün tutulması âhirettir.

Kur'an-ı Kerim'in büyük mânâ kaybına uğramış kavramlarından birisidir dünya kavramı. Bu kelime, özellikle Türkçe'de hemen hemen bütünüyle "arz" karşılığı kullanılmaya başlanmıştır. Bilindiği gibi, "arz" yeryüzü demektir. "Dünya" ise "en yakın" veya "daha aşağı, âdi, alçak" anlamlarına gelir. Duyularımıza hitap eden varlıklar, en aşağıda olan maddî varlıklardır, yani cisimlerdir.

Nitekim bugünkü Batı uygarlığı her yönden dünya hayatı yaşayan bir uygarlıktır. Bilgi konusunda duyumcudur; duyuların var dediği varlıkların dışında varlık kabul etmez; pozitivizmiyle, yalnızca bu varlıkların incelenebileceğini ve bilgiye konu olabileceğini savunur. Bu bakımdan, bu anlayıştaki Batı uygarlığının ve Batı insanının hayatı yalnızca dünya hayatı, yani en aşağı hayâttır, duyuların hayatıdır. Gözün, kulağın ve şehvetin bayağı zevklerinden başka zevk olmadığını sanır, gaye olarak ancak dünya hayatını edinir; bu bakımdan, onun için âhirette hiçbir nasip yoktur. Böyleleri, yalnızca gözlerinin gördüğünü, kulaklarının duyduğunu derilerinin dokunduğunu var kabul edip, bunların ötesine geçemediklerinden, Kur'an onları "kör, sağır ve ölü" ve dolayısıyla "akletmeyenler, derin düşünemeyenler ve câhiller" olarak tavsif eder.

Oysa hayat yalnızca dünya hayatından ibaret değildir; insana gerçek mutluluğu kazandıran, onu varlıklar hiyerarşisindeki gerçek yerine oturtan ve ona gerçeği öğreten bir başka hayat vardır; işte, bu başka hayat, âhirettir.

Dipnotlar:

1-    Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları

2-    A.g.e., s. 156.

3-    3-A.g.e., s. 159.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR