Günay Maden Bulut

Yazarın Tüm Yazıları >

Sitem

Aralık 1996A+A-

"Soluk almaya başlayan sabahla birlikte

Umutlarım tazeleyerek;

Toprakla kavgasını başlatan çiftçi olabilmektir gaye"

Gerçeklerin görünmezlikten gelindiği bu karanlıklar şehrindeki tek başınalığım ve içimde haktan yana birikmiş olanı paylaşma arzum yine kağıt kalemimle sana yolladı beni.

Öğrencilik yıllarımızda birbirimizi anladığımız kadar şimdi de anlar mısın beni? O zamanlar birbirimizin tıpatıp aynı düşünecek, olaylara aynı gözlükle bakıp, aynı tepkileri verecek kadar ikizdik.

Randevusuz misafirliklerimizin, formalitesiz beraberliklerimizin, riyasız dostluklarımızın masumluğunda, dışımızdakilerin ne kadar kirli dünyalara sahip olduklarını bile fark edemeyişin altında yatan tek bir gerçek vardı. Bakışlarımızı hangi yöne çevirsek o yanda sımsıcak bakışlarla göz göze geldiğimiz, içten hitaplarla birbirimizin kalplerini fethettiğimiz o günler, zamanın acımasız firak türküleri okuduğunu anlamazlıktan geliyorduk.

Nice gecelerimizi sonu gelmez sohbetlerle sabaha bağlayan, yurt odalarında aydınlanırımızın üzerine yeniden doğan güneş, heyecanlarımızı artırırken mermer masalara kazıyorduk küçücük şifrelerimizi. Kaynaşmış kurşun misali yürüdüğümüz fakülte yollarının/yıllarının, muhabbet dolu mektuplaşmaların, karşılıksız arayıp sormaların hezimetini ne çabuk tattık. Geçen zaman, mecbur kalarak taşındığımız farklı mekanlar ve sürüp giden yaşam kavgasına rağmen birbirimizi hiç unutmayacak, birbirimize ulaşabilecek tüm kapıları zorlayacaktık.

Yaşamak ateşten gömlek giymekti bizim için. İnandığımız, güvendiğimiz ve direndiğimiz oranda ellerimizdeki kızgın ateşin serinlik bağışlayan göllere/güllere dönüştüğünü duyumsayabiliyorduk o zamanlar.

Ailelerimizin uzağında, soğuk öğrenci evlerinde hep sıcak geçen günlerimizden, kendimizi bulduğumuz, umudu ve direnişi öğrendiğimiz kitaplardan, hiç durulmayacak coşkunlukta çarpan kalbimizden, zor anlarımızda omuzlarına başımızı koyup ağladığımız dostlardan geriye ne kaldı?

Bir zamanlar parmaklarımızı tarak misali kenetleyen dost ellerden çıkma bir mektubun özlemini tutar olduk.

Kendimizi bir antika gibi hissettirecek kadar uzun geliyor geçen zaman. Oysa ne kadar azdı ve ne çok şeyi değiştirdi. Birçoğumuz evlendik. Kendimize ait mekanlarda yepyeni sorun ve sorumlulukları yüklendik. Yaşam maceramızın, bizim anladığınız şekline zıt bir yaşam dayatmasına karşılık dayanıklı setler oluşturma gücünden yoksun kıldık kendimizi.

Gelirimiz azken, harcamalarımıza gösterdiğimiz israf duyarlılığına, iyi giden işlerimizle, artan ihtiyaçlar engel oldu ince bir tül çekerek gözlerimize. Eşlerimizin ve diğer yakınlarımızın farklı dünyalara açılan ısrarlı istekleri ve duyarsızlıkları bir noktadan sonra bizi de kendi dünyasına çekmeyi başardı.

Fakülte yıllarındaki okur yazarlığımıza daha rahat ortam, kitaplara kolayca ulaşabilecek imkan gibi mazeretler ortadan kalktığı halde buna ayrılacak zamanı tasarruf edemedik bir türlü.

Çocuklarımız oldu. Bizim yapamadıklarımızı onların yapması için içimizdeki o susturamadığımız sese son darbe olarak umut dolu isimler koyduk onlara.

Zaman zaman duyduğumuz vicdani huzursuzluk, bir süre sonra yerini vurdumduymaz bir rahatlığa bırakıverdi ki, özlemlerimiz ve mücadeleci ruhumuz kaybolup gitti. Çünkü kendimizi iyice inandırmıştık, hapsolduğumuz evlerimizdeki yeni bir alanla eski sahifelerin kapanmak zorunda olduğuna.

Uzaklarda ağlayan, çilesini dolduran çaresiz kardeşlerimizle fazlaca bir bağımız kalmadığından olsa gerek, onların dertleriyle dertlenip, kederlenmek zahmetine düşmedik bile. Ve bırakıverdik kendimizi iki kişilik dünyamızın az sorumluluk gerektiren ferahlığına.

Örtünmenin onuruna bana hediye ettiğin, o kahverengi başörtüyü bile eskitemedim bir hafızanın silindiği geçen zamanda. Artık kendimize sormadığımız, ancak bir gün mutlaka cevaplayacağımız değişmez soru hala önümüzde duruyor.

Direnebildik mi? Dava tomurcuğunun açıp bir gonca güle dönüşmesine çabaladık mı? Bir zamanlar hep davet ettiğimize icabet ettik mi? Hiç değişmeyen prensiplerimiz var mı yine?

Anılarımızı yaşatacak izler taşıyor muyuz? Sadece bize özel olan, hayır işlerimize tasarruf edilecek zamanı kontrol ettiğimiz saatini hala sağ koluna takıyor musun?

Al-i İmran suresi 61. ayeti her okuyuşumda hurafelere nasıl meydan okuduğumuz hatırlıyorum seninle. Yeniden Muhammed Suresi 21. ayette tanımlanan kararlılığı takınıyorum ve beni bu ayetle ne çok uyardığın günlere dönüyorum -A. Şeriati'nin kitaplarından aşırdığın devrimci cümleleri fısıldıyorsun bana-. Ve ben hala "biraz Seyyid Kutubçu" takılıyor, İsmet Özel'in mısralarında duygulanabiliyorum. Çaresiz tekrarlıyorum Cahit Sıtkı'nın dizelerini;

"Mayala beraber başladığımız

Dostlarla da ayrıldı yollar bir bir.

Giderek artıyor yalnızlığımız."

Her şeye rağmen, ilkeli davrandığı için işkencehaneye dönüştürülen imkanlarda misafir kalmış ne çok kardeşimiz var.

Mağdur-mustazaflar yararına düzenlediğimiz yardımlaşma kampanyamızın üstünden koca yıllar geçti.

Fırtına sonrası dinginliğimiz, sessiz bir bekleyişle sürüp gidiyor.

Ahde vefa gösteremedik...

Sevdamızı doruğa çıkaran, saf bağlayarak omuz omuza yürüdüğümüz kutsal yol tıkanmış koridorlara ya da kaybolacağımız labirentlere dönüşmüş değil. O yol ki, bütün berraklığıyla, bizleri ağırlayacak günlerin özlemini taşıyor. Terk edip, ihanet etliğimiz için kin değil, yas tutuyor.

Oysa biz artık; bir zamanlar hedeflediğimiz geleceğe asla ulaşamayacak bir yola saptığımızı, artık toplumun genci kabul gören insan tipine daha ya(t)kın olduğumuzu görmezlikten gelmeye alışmışız.

Bazı geceler hafızamızı esir alan karanlığın ve sessizliğin bize konuk ettiği anılarımız ve özlemlerimizi çok geç olmadan farkedebilmeliyiz. Bugünlerin de yarınlara birer anı olarak kalacağını anımsayıp yeniden kuşanmalıyız direnişi.

Alamadığımız tavırların terkettiğimiz ilkelerin, yerine getiremediğimiz sorumlulukların gün geçtikçe büyüyerek bizi ezmek üzere üstümüze geldiğini görebilmeliyiz.

Ve kulak vermeliyiz özümüzde ki sesin sahibine....

"DÜŞÜN! Zamanın akıp gidişini. Gerçek şu ki, insan ziyandadır; ancak imana erip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır."

- Şüphesiz bizim Rabbimiz doğruyu söyler-

Selam ve dua ile...

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR