1. YAZARLAR

  2. Mehmet Göktaş

  3. Referandum, Taşların Hiçbirinin Kendi Yerinde Olmadığını Göstermiştir

Referandum, Taşların Hiçbirinin Kendi Yerinde Olmadığını Göstermiştir

Ağustos 2010A+A-

 

 

Kendimizi tamamen referandumun havasına kaptırmadan şöyle biraz uzaktan izlediğimizde, olup bitenleri daha sağlıklı görebileceğimizi ve daha sahih tespitlerde bulunabileceğimizi belirtmek isterim.

12 Eylül’de yapılacak olan referandumda kısmi anayasa değişikliğine ‘evet’ ve ‘hayır’ diyeceklerin cephelerine dikkatlice baktığımızda, kitlelerin çoğunun kendisine ait olmayan yerlerde durduklarını görüyoruz. Taşların büyük bir kısmının kendi yerinde olmadığının, büyük oranda savrulmaların olduğunun farkına varıyoruz.

Alevi Alevi yerinde değil, solcu solcu yerinde değil, demokrat demokrat yerinde değil, mazlum mazlum yerinde değil.

Ve CHP, CHP yerinde değil, BDP de aynı şekilde kendi yerinde değil.

Böyle olduğu için herkesten önce Avrupa’daki sol ve sosyalist kuruluşlardan başta CHP’ye, BDP’ye ve kendilerini solcu, sosyalist, demokrat olarak lanse eden, bununla birlikte ‘hayır’ cephesinde saf tutan çevrelere ciddi uyarılar gelmektedir.

Zaten Hükümet ve özellikle Başbakan yürüttüğü ‘evet’ kampanyasında onların bu çarpıklığını hedef almış, yerlerinden oynamış durumdaki bu taşları asli yerlerine çağırmakla işe başlamıştır.

Alevilere Aleviliklerini, solculara solculuklarını, demokratlara demokratlıklarını, özellikle 12 Eylül 1980’lerde zulme uğrayan mazlumlara mazlumluklarını hatırlatmış ve bütün bunların gereği olarak da 1980 darbe anayasasının kısmen de olsa değiştirilmesine ‘evet’ demeye çağırmıştır. Bakıp göreceğiz, ne kadar başarılı olacak.

Bununla birlikte CHP’deki bir kısım dinozor çevre ve MHP kendilerine ait yerde durmaktadırlar, onların yeri ‘hayır’ cephesi olmalıdır. Bu devletçi ve militarist çevrelerin duruşunda bir yanlışlık yoktur.

12 Eylül 1980 darbesinde işkence gördüklerini, solcularla birlikte idam edildiklerini duygusal mektuplarla dile getirerek ülkücüleri ‘evet’ demeye çağıran Başbakan, siyasetin gereği olarak yapmaktadır bunu. Devletçi ve militarist düşüncelerinde bir değişiklik olmadığı halde sırf o dönemde işkence gördükleri için bugün ‘evet’ demeleri gerekmez ki. Hem onlara göre devlet ve özellikle ordu kutsal değil midir? Döver de sever de. Hem o esnada kendileri zindanda olsa bile, düşünceleri iktidarda değil miydi? Bu kadarcık şeyler olur ve bundan dolayı da ‘evet’ demeleri gerekmez.

Bizim Tavrımız Ne Olmalıdır?

Tevhidî düşünceye sahip Müslümanlar Anayasa değişikliğini hiçbir zaman kendilerinin birinci meselesi olarak görmemişlerdir.

Aslında Müslümanca bir hayat sürebilmelerinin önünde birinci engel olarak mevcut anayasayı görmedikleri gibi, yeni anayasalarla da Müslümanca hayatın önündeki engellerin aşılacağını dört gözle beklemiyorlar.

Eğer bugün Müslümanlar İslam’ı hayata geçirme yolunda belirli bir mesafe kat etmişlerse, anayasalar değiştirile değiştirile olmamıştır bu. Anayasalar değiştikçe Müslümanların önü açılmış değildir.

Ve yine bu uğurda birtakım engelleri aşamamışlar, baskı ve zulümlere maruz kalmaya devam ediyorlarsa, bunun tamamen mevcut anayasadan kaynaklandığını söylemek de doğru değildir.

Yani Müslümanlar dinlerinin anayasanın müsaade buyurduğu kadarını yaşıyorlar, müsaade etmediğini de yaşayamıyorlar değildir. Bütün bunlar varıp tarafların güç meselesine dayanmaktadır.

Fakat buna rağmen 12 Eylül’de yapılacak olan kısmi anayasa değişikliğine tepeden bakmıyoruz, dudak bükülecek basit bir şey olarak da görmüyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana hiç görülmeyen şeylerin görüldüğünü söylemezsek bu bir insafsızlık olur.

Militarist despot yapıların çözülmesi istikametindeki bu hayırlı gelişmeler her ne kadar biraz değişen dünya dengelerine bağlansa da mevcut iktidarın bu işin faili olduğunu kimse inkâr edemez.

Kendisini ülke yararına yapılabilecek her hayırlı işin önüne geçmekle görevli zanneden bir Anayasa Mahkemesi ve HSYK saltanatına bu değişiklikle son verilecek olmasını önemsiz bir şey olarak göremeyiz.

Her ne kadar bu referandumla doğrudan bağlantılı görülmese de başta Ergenekon, Balyoz ve diğer darbeci çetelere karşı alınan bunca mesafe, ‘hayır’cıların alacağı başarıyla eğer ters yüz olacaksa, herkes gibi tevhidî düşünceye sahip olanların da yükleneceği bir vebal olacaktır.

Kısacası, tevhidî düşünceye sahip Müslümanların sağduyularına, akl-ı selim ve ferasetlerine olan güvenimizden dolayı rahatız, hiçbir şekilde telaş ve endişe içinde değiliz.

Sandığa gitmeleri için kampanya yürütülmesini, ısrarla teşvik edilmesini gerekli görmüyoruz.

Fakat sandığa gidenlerin ise kesinlikle ‘hayır’ diyenlerin cephesinde yer almayacaklarını biliyoruz.

Son olarak Müslümanların referanduma katıldıklarından dolayı kesinlikle hiçbir şeyle itham edilmemesi gerektiğini, özellikle bu konuyu itikadî görmediğimizi belirtmek isterim.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR