1. YAZARLAR

  2. Sezai Arıcıoğlu

  3. “Ay” Öldü Kıyamet Koptu!

Sezai Arıcıoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

“Ay” Öldü Kıyamet Koptu!

Ağustos 2010A+A-

 

“Hiç kimse, Allah’ın izni olmadan ve belirlenmiş süresi gelmeden ölmez…” (3/145)

“De ki: Kendisinden kaçtığınız ölüm, sizi mutlaka bulacaktır.” (62/8)

Sakarya’nın güneyi, Bolu’nun güneybatısı ve Bilecik’in kuzeydoğusunun birleştiği yerde halk arasında “Falanız Ovası” diye bilinen bin üç yüz metre rakımlı bir plato... Ve burada bulunan yirmiye yakın köyden birisinin ismi; Narzanlar. Narzanlar’da Hocalar lakaplı bir sülalede, 1975 yılının Ağustos ayında dünyaya gelir Ali. Ailenin geçim kaynağı rençberliktir ve bilindiği gibi rençberlik karakteri olmuştur insanların buralarda.

İlkokuldan sonra babası onu hafızlığa verir. Sesi güzeldir. On yediye kadar çıkar hafızlıkta ama tamamlayamaz. Ailevi şartlar ve hastalıklar hafız olmasına izin vermez.

Askerlikten sonra daha önceden İstanbul’a gitmiş olan abisinin yanına gider ve böylece hayatında yepyeni bir dönem başlar. Uzun yıllar şoförlük yapar. Makarna gibi İstanbul trafiğinde adı sanı bilinmez bir taksi şoförüdür. Yıllarca insanlar taşır, genç, yaşlı, kadın, erkek. İsmini cismini bilmediği binlerce insan yolcusu olur, yolunu bilmeden.

Otuzuna yaklaştığında evlenmeye karar verir ve bir vesileyle oturmasını kalkmasını bilen, namazında niyazında kanaatkâr bir hanımla evlenir. Bundan sonra hayatı değişmeye başlar Ali’nin. O eski hayatı gitmiş sanki apayrı bir dünyaya kapı aralamaya başlamıştır. Beklentileri, umutları, hevesleri ve çevresi değişmeye başlar.

Hamza ve Ömer ismini koydukları iki oğlu olur Ali’nin. Artık tek dertleri çocuklarını büyütmek ve onlara iyi bir gelecek kurabilmektir. Yemezler yedirirler, içmezler içirirler. Çocuklarına adarlar kendilerini. Fakat İstanbul’da hayat her yerdekinden çok daha zordur. Çocuklarını düşünerek sigortalı bir iş arar ve belediyenin çöp kamyonunda şoförlüğe başlar. En azından sigortası vardır fakat geçim sıkıntısı her geçen gün daha da artar ve kendini hissettirir.

Aldığı asgari ücretle hayatlarını sürdürmeye çalışırlar. Topladığı hurdalarla ancak aybaşını getirebilmektedir. Bir ay, iki ay, beş ay… Bunun bu şekilde yürümeyeceğini düşünen Ali, Sapanca’ya göç eder. 2008 yılı Ağustosunda Sapanca’ya gelirler. Mesleği aynıdır edinmeye başladığı çevre hayatını iyiden iyiye değiştirmeye başlar.

Artık sorgulamaktadır çevresini. İşini gücünü, sevinçlerini, üzüntülerini tekrar tekrar gözden geçirir.

Sapanca Bilgi Eğitim Dayanışma Derneği’nde (SABED) yapılan Kur’an çalışmalarına aksatmadan katılmaya gayret eder. Kıldığı namazlara düzen ve intizam gelmiştir. İlahını, Rabbini yeniden öğrenmiştir. Sapanca’ya göç etmek gerçek anlamıyla onlar için bir hicret olur adeta. Tevhid ve adalet bilinci artık bütün davranışlarına, çevresi, eşi ve çocukları ile ilişkisine yansımaya başlar. Dürüstlüğünün ve doğru sözlülüğünün bir anlam kazanmaya başladığını hisseder.

Yeni edindiği bu çevre, hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Arkadaşları da çok severler onu. Fedakârlığıyla, candanlığıyla, vefasıyla, samimiyetiyle sevdirir kendisini.

Nerede bir İslami program olursa katılmak ister. Sakarya Özgür-Der’in programlarına da iştirak etmeye çalışır. Heyecanlıdır, meraklıdır, öğrenmek, bilmek ister, yaşamaya çalışır.

Temmuz’un on yedisi sabahı kalkar. Arkadaşları ile çarşıda buluşurlar. İstanbul’da bir eyleme gidileceğini öğrenir. Ben de gelebilir miyim diye sorar? Arabada yer olmamasına rağmen ses çıkartamazlar arkadaşları. Sıcak ve samimi bir yolculuğun ardından İstanbul’a gelirler. Avucunun içi gibi bildiği İstanbul’a bu kez, ilk kez, belki de son kez (!) hakkı haykırmak, zulme boyun eğmediğini göstermek için gelmiştir.

Yürüyüş esnasında hiç susmaz Ali. “Ciğerlerini patlatırcasına” haykırır hakkı zulmün suratına: BARIŞ İÇİN KARDEŞLİK, ÇÖZÜM İÇİN ADALET!

Yürüyüşün ve basın açıklamasının ardından kapısından ilk defa girdiği ÖZGÜR-DER Genel Merkezi’ne gelirler. Yalnız olmadığını anlar. Huzurludur, mutludur. Türkiye’deki sistemi ve yaklaşan referanduma ilişkin gündemleri tartışırlar. Pek konuşmasa da can kulağıyla dinler konuşulanları. Hep birlikte yedikleri ekmek arası ve içtikleri çaydan sonra Sapanca’ya dönmek üzere yola çıkarlar.

Dönüşte çok daha sevinçlidir Ali. Sırf Allah rızası için ortaya koyduğu şahitliği düşünür. Rabbine hamd eder. Arkadaşlarına dua eder. Ertesi güne az bir süre kala evine varır. Çocukları henüz uyumamıştır. Babasının kucağına atlarlar, Hamza ve Ömer.

Yaşadıklarını baştan sona eşine ve çocuklarına anlatır. Huzur içerisinde uykuya dalar.

***

Ertesi gün Rabbine yürüdü Ali. Geride onurlu bir eş ve iki tane sabi bıraktı. Onlar onunla gurur duyuyorlar. Onlar onu çok arıyorlar ve bir ömür boyu da arayacaklar.

Arkadaşları da onunla gurur duyuyorlar. Hesapsız duruşunu ve dürüstlüğünü anlatıyorlar birbirlerine. Onu nasıl sevdiklerini ve değer verdiklerini konuşuyorlar.

“Heyecanından etkilenmemek mümkün değildi.” diyor Ali Fuat. “Daha dün, Taksim’de omuz omuza yanımda ‘kardeşler ölmesin’ diye şahitlik yaptı.” diyor Murat Hoca. “O benim adamımdı.” diyor Arif abi. “Çok iyi bir çocuktu.” diyor Ömer Sevim. “Tanıdıktan sonra çok sevmiştim.” diyor Ufuk. “Geç karşılaştık, erken ayrıldık.” diyor Mehmet Baki. “Tren akar gider içinden insanlar iner / İner içinden bir ay bizlere adil bir şahit olur.” diyor Ömer Esen. “Samimi, içten, dobra, olduğu gibi yani. İkirciksiz ve yapmacıklıktan uzak. ‘Şahit misiniz?’ diye sorulduğunda ‘Şahidiz Ya Rabbi!’ diyebileceğimiz bir Müslüman.” diyor Yalçın. “Sakin ama oldukça neşeli, samimi ve yardımsever kardeşim Ali ile Cumartesi günü hep birlikte GS Lisesi’nden Taksim Meydanı’na doğru yürüdük.” diyor Kenan Alpay. “Ali kardeşimiz dün Sakarya ve Sapanca’dan kardeşlerimizle birlikte ‘Silahlar sussun!’ eylemine katılmak için İstanbul’a gelmişti. Ve bu eylemde zulme karşı adalet ve kardeşlik şiarıyla ve tekbirler eşliğinde hep birlikte yürümüştük.” diyor Rıdvan abi.

Ve ben de diyorum ki:

Hiçbir şeyin yetmediği zamanları gördük. Bazen hiçbir şeyin, bir şeye yetmediği zamanlardan geçtik. Bir tek göz bakışının bile yeteceği ama yine de eksik kalan ve de upuzun bir sessizlikle örülü bekleyişlere ve kalakalışlarımıza şahit olduk çoğu kez. Sözün tıkandığı anları yaşadık. Dostlarla dostluğa şahitlik ettik hep beraber.

“Ay” öldü, kıyamet koptu!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR