1. YAZARLAR

  2. Mehmet Durmuş

  3. Benim Oyum İslam’dan Yana

Benim Oyum İslam’dan Yana

Ağustos 2010A+A-

Sorular:

1-12 Eylül tarihinde yapılacak olan anayasa değişiklikleri referandumuna ilişkin farklı siyasi-ideolojik çevrelerin yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

2-Referandumu nasıl yorumluyor ve ne tür bir tavır öneriyorsunuz? 


1- Referandumun sizin deyiminizle şimdiden “Türkiye siyasetinde yeni ve yoğun bir tartışma ve saflaşma meydana getirmiş” olduğu doğrudur. Seçim tarihine kadar bu saflaşmanın “daha sert bir kutuplaşmaya” dönüşeceği de aşikârdır. Fakat sertliği giderek artan bu kutuplaşmada Müslümanların safı nedir, Müslümanlar hangi safta yer almalıdırlar? Bu kutuplaşma neden Müslümanları illa, aynı temel ideolojiden doğmuş olan mevcut iki kutuptan birine mecbur etsin? Bunları anlayabilmiş değilim. Bugüne kadar içinde yaşadığımız ülkede bu iki kutuplaşma yok muydu? Biz Müslümanlar bugüne kadar bu iki kutuplaşmadan hangisine dâhildik?

12 Eylül Anayasa referandumuna ilişkin farklı siyasî-ideolojik çevrelerin yaklaşımlarını gayet ‘yerinde’ buluyorum. Kitabımız der ki, herkes kendi şakilesine (şakul) uygun olarak iş yapar. Her siyasî çevre, kendi misyonuna yaraşanı yapmaktadır. Şu anda ret cephesinde yer alanlar (CHP, MHP, BDP, birtakım derin lobiler vb.), sistemin yenilenmesini istemeyen kesimlerdir. Bunlar, “devlet malı deniz…” cümlesinin ikinci yarısında yer alan hayvanın rolü mesabesinde tarumar ettikleri koca ülkeyi, bitmek tükenmek bilmeyen saltanatı niçin kaybetmek istesinler? Ülkeyi satmayan, kendisi yiyip-içenler George Orwell’ın anlatımıyla, ‘en eşit domuzlar’ olmayı niçin kaçırmak istesinler? İçi boş, mürai, iğrenç ulusalcı sloganlarını kullanamaz oldukları an, sözünü ettiğim siyasî çevrelerin işi bitmiş demektir. Bugün, PKK’ya en karşı görünen partilerin, arka planda onunla en samimi, PKK’nın bitmesini istemeyen çevreler olması, toplumun en azından bir kısmının geç de olsa fark ettiği bir gerçektir.

Bu rejimin kurucu partisinin, aman rejim değişmesin refleksiyle hareket etmesinden doğal bir şey yoktur.

Kısacası, mevcut haliyle bu rejimin elden çıkmasında kimin büyük veya küçük bir çıkarı varsa, onların canhıraş bir biçimde, yapılan her türlü yenileşme girişimine karşı çıkmaları doğaldır, yadırganacak bir durum yoktur.

Referanduma evet cephesine gelince, bu cepheyi anlamakta da güçlük çekmiyorum. Çünkü bunlar da rejimin gençleşip modernleşmesini, M. Kemal’in belirlediği muasır medeniyet seviyesine ayak uydurur hale gelmesini isteyenlerdir. Hemen burada şunu belirtmem gerekecek: Bu yenilikçi cephenin (hepsi değilse de ekserisinin), yenilenmiş rejimden beklentileri, çıkarları olmadığını, daha doğrusu bir çıkar gereği bunu istemediklerini söylemek için de hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Kaldı ki bu rejimin yenilenmesi, hükümet partisinin ve birkaç STK’nın meselesi değildir. Bu, başta ABD olmak üzere bütün bir Batı’nın ve hatta çağa hükmeden bütün güçlülerin meselesidir. Türkiye'de rejimin yenilenmesine destek veren partiler ve STK’lar, bahsini ettiğim güçler nazarında sadece birer araçtırlar. Misyonu, güçlenen İslam’ın önünü kesmek olan işbirlikçi, uzlaşmacı bir cemaatin bütün dünyada palazlandırılması, yeni dönemde, devletin nimetlerinin hangi elden hangi ele değişeceğine dair yeterince ipucu vermektedir.

Türkiye devletinin yenileşme mücadelesi, Cumhuriyetten önceki çabaları saymazsak, Demokrat Parti döneminden beri devam etmektedir. Mahallenin (dünya) çıfıt gençleri, asla onsuz edemedikleri ama pek de kaale almıyormuş gibi bir görüntü verdikleri bizim ‘banal’ genci şöyle bir güzel bakımdan geçirmek, aralarına yakışır hale getirmek istemektedirler. Bu temsilden asla, Türkiye'deki yenileşme girişimlerinin tamamen yabancı prodüksiyonu olduğu şeklinde ilkel bir komplocu anlam çıkartılmamalıdır. Değişim, içeriden ve dışarıdan birlikte sürdürülmektedir.

Benim anlamakta güçlük çektiğim şudur: Şu anda gırla giden tartışmalarda ‘evet’ ve ‘hayır’ cephesi var, bir başka cephe yok! Bugüne kadar sistemin ve sistemin partilerinin (mesela SP de bunun son tipik örneğidir) yaptığı gibi, ya bendensin ya da düşmandan der gibi, bütün insanlar neden ya ‘evet’ ya da ‘hayır’ cephesinde konuşlandırılmaktadır ki? Üçüncü ya da tamamen numaralandırma üstü bir başka ‘cephe’nin varlığı neden hesaba katılmamaktadır?

2- Yukarıda değindiğim gibi referandum, hantallaşmış, çağın gerisinde kalmış, bir yığın iç sorunla boğuşan, dış düşman paranoyası ile ömrü çürütülmüş bir rejimin gençleştirilme, yenileştirilme çabalarında belki de bugüne kadar yapılanlar arasında en ciddisi, en sonuç alıcı olanıdır. Ben de bir liberal ve demokrat olsaydım -Allah korusun- kesinlikle bu girişimi önemserdim, ciddiye alırdım. Çünkü bu, TC devletinin jakoben cumhuriyetçilikten liberal demokratlığa doğru evrilmesidir. Bu evrilmenin ise İslam’a yakınlaşmakla değil, olsa olsa uzaklaşmakla bir alakası vardır. İslam ve öteki sistemler bilincine sahip Müslümanların bugün birden adeta “yenilenmiş İslamî sistem” tavrına girmelerini anlamakta güçlük çekiyorum. Bir Müslüman olarak tavrımın ne olması gerektiğinde, bugüne kadar olan süreçte bir flûluk yaşamadıysam, bugün de yaşamamalıyım.

Anayasa reformuna oy vermek, bugüne kadar mesafeli durduğum sistemle aramdaki mesafeyi kaldırarak, bir anlamda geçmişten özür dilediğim anlamına gelebilir. Bu sistem bugüne kadar, İslamî bakış açısıyla tağut olarak görünüyordu; 13 Eylül’den itibaren mahiyeti mi değişecek?

Eskisiyle de olsa, yenisiyle de olsa, Allah'ın inzal ettiklerine dayanmayan, onu yok sayan ve hatta -eskisi tepeden inmeci, yenisi daha sofistike olsa da- onu düşman olarak gören bir anayasaya oy vermek, Allah'ın indirmedikleriyle hükmetmek değil midir? Yenilenmiş anayasada İslam yine ‘öteki’, hatta düşman sayılacaktır. Ben bir adım daha ileri giderek diyebilirim ki, yeni anayasa, İslam'ın siyasî taleplerini daha bilimsel, daha sinsi söylem ve hukuki kılıflarla tamamen ortadan kaldırmaya kaynaklık edecektir. AYM ve HSYK’nın yapısını yeniden düzenlemesi yeni anayasayı İslamî yapmayacaktır. İslam’ı şeytanlaştıran, ha eski anayasa olmuş, ha yeni, ne fark eder?

Değil mi ki demokrasi, halkın egemenliği kavramsallaştırması altında, aslında Allah'a ait olan egemenlik hakkını gasp etmektir ve insanı hüküm koyucu makamına oturtarak rableştirmek, ilahlaştırmaktır. Reforme edilmiş anayasa bu ilahlaştırmayı daha az anlaşılır hale getirecektir. Bu uğurda iş görecek bir yığın ‘Müslüman-demokrat’ da kolları sıvamış hazır beklemektedir.

Dikkat edilirse sistem, kendi selameti için yaptığı ve Müslümanları da mağdur eden anayasal kirini Müslümanlara temizletmek istemektedir. Ben bir Müslüman olarak, sistemin temizlikçisi olmak istemem.

Anayasa reformu ile mevzi kazanılacağı ileri sürülmektedir. Eğer mesele ‘mevzi kazanmak’ ise 12 Eylül Anayasası da Müslümanlara kimi mevziler kazandırmıştı. Ben o gün üniversiteye yeni başlamış, bugünüme nazaran ‘toy’ bir genç idim ve yine bugün olduğu gibi tamamen karşıt olan cephedeydim. Rahmetli babamı sandık başına gitmemesi için (uzaktan) uyardığımda, “Oğlum gitmeyenleri ya da gidip de ret oyu verenleri tespit edeceklermiş!” şeklindeki yakınması hâlâ kulaklarımdadır. O gün, benim ve asıl niyet olarak babamın ilerisinde(!) olan, anayasaya, hatta darbeye övgüler düzen, darbenin liderini sırf okullarda din dersini zorunlu yaptığı (mevzi!) için cennete gönderen, çok meşhur cemaatin çok bilen hocasının bugün 82 Anayasasına karşıt olup, anayasa reformuna ‘evet’ cephesinin başını çekmesinde bir gariplik yok mudur?

Yeni anayasa oylaması ile Müslümanlar bir kez daha sistem içine çekilmektedir. Yeni anayasanın her türlü şirk, küfür, nifak, ahlaksızlık, yozlaşmaya sağlayacağı hukuki koruyuculuk vebaline ortak olmayı göze alanların bu oylamada taraf olmalarında ve evet oyu kullanmalarında bir sakınca yoktur. İslam, ama sadece İslam diyenler ise bu veya bundan başka hiçbir anayasaya -sadece İslam olmadığı sürece- taraf olmayacaklar, nebevî yolu izlemeye devam edeceklerdir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR