1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Aykan

  3. Ramazan ve Bayram Üzerine Notlar

Ramazan ve Bayram Üzerine Notlar

Eylül 2010A+A-

“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onda oruç tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara, 2/185)

Bu yazımızda mü’minin bayram ödülüne giden süreçlerin/sınavların üzerinde durmak, Ramazan ayında tutulan oruç ve Ramazanın son on gününde mescidde girilen itikaf ibadeti ile Kadir Gecesinin birbiriyle alakalarını konu edinmek istiyoruz. Ramazan ayının anlamı ne olabilir? Oruç ne demektir? İtikâf nedir? Kadir Gecesi ne anlama gelmektedir? Bu sayılanlar önem ve değerini nereden alıyorlar? Bunların bayram ile neticelenmesinin anlamı nedir?

Ramazan Kelimesi

“Ramazan ayı...” (Bakara, 2/185)

“Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir…“ (Tevbe, 9/36)

Ramazan ayı Kamerî ayların dokuzuncusudur.

Ramazan, ekseriyetin görüşüne göre ‘ramad’dan alınmıştır. Ramad, güneşin hararetinin şiddetinden taşların son derece kızmasıdır ki, böyle pek kızgın yere de ramdâ denir. Bu bakımdan Ramazan, ‘ramdâ’dan yanmak fiilinin masdarıdır. Yani ‘kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak’ demektir. Bu manada “Kızgın yerde ayağı yandı.”  denilir.

Baş tarafına ‘şehr’ kelimesi eklenerek ‘Şehr-i Remedan’ bu mübarek aya özel isim yapılmıştır. Çünkü bu ayda açlık, susuzluk dolayısıyla ızdırap çekilir. Yahut orucun harareti ile günahlar yakılır.1

Ramazan Ayının Şahidi Olan Hilali Canlı Görmek

“Sizden kim bu aya şahit olursa artık onda oruç tutsun.” (Bakara, 2/185)

“Sana hilalleri soruyorlar. De ki: O, insanlar için vakitlerdir.” (Bakara, 2/189)

Ramazan ayı ifadesi vakit ölçüsü olarak kullanılan hilaller ile birlikte anlaşılmalıdır. Böyle okuyunca bu meselenin önemi ortaya çıkıyor: “Bu bize kesinlikle gösterir ki şer'an vakti tayin eden delil, hilaldir. Hilal ise göreceğimiz üzere görünenin adıdır. Bundan başka hilalin nasıl bilineceğini hadis-i şerifler göstermiştir… ‘Ey Muhammed! Sana hilalleri soruyorlar: De ki: Onlar vakitlerdir...’ ayetine uygun olarak ‘Sizden her kim o aya şahit olursa onda oruç tutsun.’ ayetindeki aya şahit olmanın geçerli şer'i sebeplerini beyan etmişlerdir. Bundan dolayı bu meselede içtihada yer yoktur… Bu yüzden ayın yirmi dokuzunda hilali aramak herkese en azından farz-ı kifaye olarak farzdır… (Salt hesap mü’minlerin) görerek bilme zevkinden mahrum edilmiş olur… Müslümanlar, her halde hilali arama farizasını unutmamalıdırlar.”2

“Âlimlerimizin beyanına göre hilalin sadece bir yerde görülmesi de yeterlidir. Dünyanın herhangi bir yerinde hilal görüldüğü zaman bütün Müslümanların buna uyma mecburiyetleri vardır.”3

Bu konuda önemli olan Müslüman coğrafyaların birbirleriyle dayanışma içerisinde arayışlara girmeleridir. Yalnızca hesaplarla yetinmemeli, yardımcı teleskoplarla hilali gözetlemeli ve canlı yayınlarla hilal, ümmete gösterilmelidir. Yani görmek ‘şahit’ olmak açısından esas alınmalıdır. Müslüman ümmetin aynı günde bu aya başlaması özlemimizdir. Ortak yardımcı aygıtlarla ayın (hilalin) ilk başlangıcının görüntüsünün tespit edilmesi, herkesin buna şahit olması açısından yerinde bir gözlem olacaktır.

Oruç Kelimesi

“Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi (günâhlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı.” (Bakara, 2/183)

Oruç, Farsçadan Türkçeye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı ‘ruze’dir. Önceleri ‘oruze’ (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra ‘oruç’ şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapçası ‘savm’ ve ‘siyâm’dır.4

‘Siyâm-savm’, sözlükte nefsi meylettiği şeylerden alıkoymak, yani kendini tutmaktır. “Ben Rahmân'a oruç adadım.” (Meryem, 19/26) ayetinde bu manadadır. Mutlak olarak tutmak mânâsına da gelir.

Bu konudaki ayetlerden ve Peygamberimizin öğrettiklerinden anlaşıldığına göre şeriattaki manası ise nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi bilinen zaruri ihtiyaçlardan, niyet ederek bütün gün kendini tutmaktır. İşte “Size de oruç farz kılındı ki, korunabilesiniz. Oruç sayesinde nefsinize ve şehvetlerinize hakim olma alışkanlığını elde ederek günahlardan, tehlikelerden sakınıp takva mertebesine erebilesiniz...”

Çünkü oruç, şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlup eder. Azgınlıktan, kötülükten men eder. Dünyanın âdi lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir; hayatın lezzetini tattırır; kalbin Allah'a bağlılığını artırır. Şehvet ve şekavetten, bencillik ve tekebbürden arındırır. İnsanın insanlığı da bunlara hakim olmasındadır. Oruç ise ilk önce bunları kırar, düzene koyar.”5 Hakikaten insanoğlu günah ve suçu kendini tutamadığı için işler. Kendini kötülüklerden, çirkinliklerden koruyacak nefsin meyillerine manevi bir koruyucu/kalkan gerekiyor. İşte oruçla kendimizi tutuyor, koruyoruz.

Bakara 183. ayeti tefsir eden Allah Rasulü (s)’nün şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Oruç bir kalkan (günahlara karşı koruma)dır.” (Buhârî, Savm, 9; Tirmizî, İman, 8)

“La İlahe İllallah” ve Oruç

Orucun ve diğer ibadetlerin ‘kelime-i tevhid’le alakası vardır. “La ilahe” ile Allah’tan başka ilahlar reddedilirken, “illallah” ile ibadetin bir tek Allah’a yapılacağı vurgulanır. Bu söz, Allah’ın tüm yarattıkları üzerinde emir ve söz sahibi olması hakkını içerir. (A’raf, 7/54) La ilahe, “İlah yok, kabul etmiyorum. Üzerime dizgin vuran, beni kendisine bağlayacak, yönlendirecek otorite, tutku, sevgi, bağ, önem ve öncelik tanımıyorum.” demektir. İllallah ise “Tek istisna Allah’tır. Ancak O’na ibadet eder, yönelir ve üzerime severek emretme ve nehyetme otoritesi olarak kabul ederim. En çok O’nu severim, en çok O’nu önemserim, yalnız O’na kul olurum.” demektir. Oruç da “Yalnız Allah’a ibadet ederim.” tevhidî düsturunun ifadesidir. Bu yüzden orucu yalnız O’nun rızası için tutuyoruz.

Ramazanın Son On Günü

Kur’an-ı Kerim’de ifadesini bulan “Ve leyalin 'Aşr” (on gece) ifadesi hac günlerinin (Zilhiccenin) on gecesi olarak da anlaşılmış olmasına karşın bunun Ramazan ayında olması daha ağırlıklı ve tutarlı görünüyor.

“On geceye andolsun.” (Fecr, 89/2)

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Rasulullah (s) vefat edinceye kadar Ramazanın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: ‘Kadir Gecesini Ramazanın son on gününde arayın.’ Rasulullah'dan sonra, zevceleri de itikafa girdiler.”6

Bir başka rivayette şöyle denir: “Rasulullah (s) her Ramazanda itikafa girerdi. Akşam namazını kılar kılmaz itikaf mahalline gelirdi.”7

İtikaf

“Mescidlerde itikafta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın! Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır, sakın o hudutlara yaklaşmayın! İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp korunmaları için ayetlerini iyice açıklar.” (Bakara, 2/187)

İtikaf kelimesinin kökü olan ‘a-k-f’, bir yerde bekleme, durma ve kendini orada hapsetmektir. Ayet-i kerimedeki “âkifîn” kelimesi hakkında es-Sabunî şunu nakleder: “Âkif kelimesinin çoğulu olup, bir yerde durmak ve ondan ayrılmamak mânâsına gelen ukûf kökündendir. İbadet maksadıyla Harem’de ikamet edenler ve oradan ayrılmayanlar demektir.”8

İtikaf, Kur'an ve sünnetle sabittir. Hz. Âişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Rasulullah (s) Ramazanın son on gününde itikaf yapardı. Bu durum vefat zamanına kadar bu şekilde devam etmiştir. Daha sonra Hz. Peygamber'in zevceleri itikafı sürdürmüşlerdir.” (Bkz: 6. Dipnot)

İtikaf bir mescit terbiyesidir. Bunun nedeni mescitlerin Allah’ın olması ve orada yalnız O’na ibadet edilmesidir. (Cin, 72/18)

Ebu Hanife'ye göre içinde beş vakit namaz kılınan her mescitte itikafta bulunmak caizdir. Ebu Hanife ve İmam Mâlik'e göre itikafın nâfile olarak en azı bir gündür. Ebu Yusuf en az süreyi, bir günün yarıdan çoğu olarak belirlerken İmam Muhammed itikaf için bir saati de yeterli bulur.9

Cumhur, itikaf için az bir zamanın yeterli olacağı görüşündedir. Mâlikîler ise itikafın en az sınırı için bir gün, bir geceyi şart koşarlar. İtikafın çoğu için bir sınır yoktur. Arife günü akşam namazından sonra eve dönülür.

Hanefî mezhebinin dışındaki cumhurun görüşüne göre kadınlar mescitte itikaf yapabilir. Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s)’in zevcelerinden biri, müstehâza (hayızlı olmadığı halde, hastalık sebebiyle kanı akan kadın) haliyle Rasulullah (s)’la birlikte itikafa girdi. Öyle ki, kadın elbisesinde lekeyi de görüyor ve bu halde de namaz kılıyordu.” (Buhârî, Hayz, 10; Ebu Dâvud, Savm, 81)

İtikaf niyetiyle camiye giren mü’min (âdet ve lohusalık halinde olmayan hanımlar da itikaf yapabilirler) orada yatar, kalkar, yer içer, ancak zorunlu ihtiyaçları için dışarı çıkar, dünya işleri ve zorunlu olmayan sebeplerle dışarı çıkmaz. Caminin uygun bir yerinde çadır benzeri bir yer yapılması ve itikafa giren şahsın bunun içinde kalması müstehabdır.10

İtikaf, Hira’dır. Hira, vahyi taşımaya, onu yaşamlaştırmaya hazırlanmaktır. Bir tefekkür arayışıdır. Çünkü ‘ağır söz’ (Müzzemmil, 73/5) kalbe indirilecektir. İtikaf Müslüman hayatın bir onarımı, bakımıdır. Yalnız Allah’a yönelmenin eğitimidir. Bir tür manevi dinginliği yakalamaktır. Bir iç imardır. İtikaf ruhbanlıkla karıştırılmamalıdır. (Hadid, 57/27)

Hadislerde itikafa girmekle Kadir Gecesini aramak arasında bir irtibat görülmektedir. Hz. Aişe diyor ki: “Dedim ki: ‘Ey Allah’ın Rasulü, Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam o gecede ne diyeyim?’ Rasulullah (s): ‘Ey Allah’ım, şüphesiz ki sen çok affedensin, çok ikram sahibisin, affetmeyi seversin, o halde beni affet.’ de, buyurdu.”11

Kadir Gecesi

Kadir Gecesine; kadr-ü kıymet, değerli, hayati önemlilik, şeref ve azamet, ölçü/ölçme, ayrıştırma, takdir ve hüküm gecesi de denilmiştir. Ayrıca Kur’an bu geceyi ‘mübarek, bereketli gece’ (Duhan, 44/3) ve ‘bin aydan daha hayırlı bir gece’ (Kadir, 97/3) olarak tanımlar. Kur’an’ın genel düzleminde Kadir Gecesinin üzerinde durulmuştur. İlgili ayetleri yan yana getirdiğimizde Kur’an’ın Kadir Gecesini tefsir ettiğini söylemek mümkündür.

Bu gece Kur’an inmeye başladı. Alak Suresi’nin ilk beş ayeti bu gece indirilmişti. Allah Rasulü (s) Hira’daki hakikat arayışında Cebrail ile müşerref olmuştu. (Necm, 53/4-12) Bunlar Ramazanın son on gününde gerçekleşmişti. (Fecr, 89/1-5)

İşte Kadir Suresi'nde Kur'an'ın inişine sahne olan o ilk vahiy gecesinin şan, şeref ve önemi (kadr-ü kıymeti) anlatılmaktadır. Bazı müfessirlere göre; gecenin önemi ilk vahye sahne olmasından ileri gelir. Onlara göre; Kadir Gecesi, Kur'an'ın ilk vahyinin geldiği gecedir, tarihte sadece bir kere olmuştur ve yıldan yıla tekrarlanmaz. Buna göre kutlanan Kadir geceleri, asıl Kadir Gecesi değil, o gecenin yıldönümüdür. Fakat âlimlerin çoğunluğuna göre Kadir Gecesi, Hz. Peygamber'in hayatında sadece bir kere olup geçmiş ve bir daha yinelenmeyen bir gece değil, her yıl yinelenen bir gecedir.12 Geçekten ilgili ayet-i kerimeler öyle bir kapı aralıyor gibidir. Ne var ki, bu okumalardan illa birini almak zorunda kalmadan ikisini birlikte de değerlendirmek mümkün görünüyor. Tek şart, Kur’an’ın kadrini-kıymetini öne almaktır. Önemli olan onu hayata taşımaktır. Çünkü Kur’an vahyi inmese ortada ne Ramazan ayı, ne oruç ve diğer ibadetler olacaktı. Meselenin özü budur.

Bayram Ödüldür

Arapça bir kelime olan “’id”, “avede” kökünden “geri dönmek” demektir. ‘İd (bayram), her sene geri döndüğü için böyle adlandırılmıştır. Bayram kelimesi Türkçede sevinç, neşe anlamında kullanılmaktadır. Ödül çağrıştıran, bir şeyi hak etmeyi içinde taşıyan bayram kelimesi, bir işi başarmanın sevincini gündeme taşıyor.

Ancak Müslümanın sevincini izhar etmesi ile gayrimüslimlerin arasında temel fark gözden kaçırılmamalıdır. Bir sevinci paylaşma ve kutlama yöntemi Batı uygarlığında İslam medeniyeti algısından çok farklıdır. Onlar bedenin zevkine göre musiki eşliğinde şampanyalarla kadın-erkek birlikte eğlenmeyi hedeflerler. Bizde ise bu, insanın dünya hayatına niçin geldiğiyle alakalıdır. Ve tevhid ilkesi gereği hayatı bütünüyle Allah’ın rızası istikametinde olması gerektiği gerçeğine dönüktür. Bu yüzden bayramlar önce namaz ile başlar ve bu güzelliği nasip edene şükür ve dua ile sona erer. Allah yokmuş gibi davranılmaz. Dolayısıyla bayram, sevinç ve neşe paylaşımı Allah’tan bağımsız değildir. İslam, pozitivist ve seküler davranışı benimsemez. Hakiki bayram, ödül olarak cennette olacaktır. Bayram mü’minde Allah’a itaat edildiği andan itibaren başlar.13

Ramazan Bayramının Ortaya Çıkışı

Enes’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah (s) Medine’ye gelince, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Hz. Peygamber, bu iki günün ne olduğunu sordu. Şöyle cevap verdiler: ‘Cahiliye döneminde bizler bu iki günde eğlenirdik.’ Bunun üzerine Allah’ın elçisi şöyle buyurdu: Allah o iki gün yerine size bunlardan daha hayırlısını vermiştir. Biri ‘İd-i Edha (Kurban Bayramı) diğeri ‘İd-i Fıtır (Ramazan Bayramı)dır.”14

‘İd-i Fıtır, fıtrata tekrar dönme bayramıdır. Savm’ın (kendini tutmanın) karşıtıdır. ‘İd-i Edha ise udhiyye kurbanı bayramıdır. Duha (kuşluk) ile aynı kökten...

Bayram namazları Allah Rasulü (s)’nün uygulamasına dayanır. İbni Abbas’tan gelen bir haber şöyledir: “Rasulullah, Ebu Bekir ve Ömer ile beraber Ramazan Bayramı namazlarında bulundum. Hepsi bayram namazını hutbeden önce kıldırırlardı.”15

Bütün hadis kitaplarında Allah Rasulü’nün hayızlı kadınlar da dâhil sahabi kadınlarının tamamını bayram namazlarına katılmaya çağırdığı rivayeti yer alır.

Hanefî ve Mâlikî okullarına göre kaçırılan bayram namazının kazası olmaz. Ancak başka yerde bir imama yetişirse olur. Şafiî ve Hanbelî okullarına göre kaza mümkündür.

Bayram hutbesi, Cuma hutbesinden farklı olarak namazdan sonra okunur. Bayram namazında tekbirler getirmek (Allah’ın adını anrak O’nu yüceltmek) gerekiyor. Ramazan Bayramında tekbirler getirilir: “Allah’ı yüceltmeniz (tekbir getirmeniz) ve şükretmeniz için...” (Bakara, 2/185) Bu ifadenin fiilî karşılığı hayatın eksenine yalnız Allah’ın büyüklüğünü taşımaktır. O’nun büyüklüğü itiraf edilirse O’na boyun eğilir, itaat edilir ve buyruklarına teslim olunur.

Sözün Özü

Bayram finaldir. Bu finale götüren süreçler Ramazan ayının girişi, oruç ile fücur yönümüzü tutarak, günahlara ve suçlara karşı takva erdemimizi kuşanıyoruz. Oruç imtihanıyla sabırla kendimizi yanlışa karşı tutarak terbiye olduk, olgunlaştık, rafine olduk. Namazlarımızla yalnız Allah’a yöneldik. Kadir Gecesinin önemini idrak ettik. Duyargalarımızı Kur’an vahyine açık hale dönüştürdük. Şimdi bayram zamanı... İşte Müslüman aklın bayram algısı böylece ortaya çıkıyor. Hayatı Ramazanlaşanın bayramı da cennet olur.

Bunların ortak anlamı nefsin günahlara yönelik meylini engellemek, onu terbiye etmektir. Sabırla kendini olgunlaştırmaktır. Nefsin kesafetinden cevhere doğru yolculuktur bu durum.

Ramazan, dünya imtihanına, bayram ise bu imtihanın bir sonucu olan cennet ödülüne tekabül ediyor. Ramazan’ı israf etmeyelim, ona uygun davranışlarda bulunalım. Geliniz Ramazanlaşalım; Ramazan’ı hayatımız, hayatımızı Ramazan kılalım. Cennet bayramımız olsun!

 

Dipnotlar:

1- Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 2/185 ayetinin tefsiri: C. 1, s. 643.

2- Elmalılı H. Yazır, A.g.e., aynı yer.

3- Ali Küçük, Basairul Kur’an, 2/185 tefsiri.

4- Şamil İslam Ansiklopedisi, Oruç mad.

5- Elmalılı H. Yazır, A.g.e.,, 2/183 ayetinin tefsiri, C. 1, s. 643-644.

6- (Buhârî, Fadlu Leyletü'l-Kadr, 3; İtikaf, 1, 14; Müslim, İtikaf, 5, (1172); Muvatta, İtikaf, 7, (1, 316); Tirmizî, Savm, 71, (790); Nesâî, Mesâcid, 18, (2, 44); Ebu Dâvud, Sıyâm, 77, (2462, 2464); İbnu Mâce, Sıyâm, 59; (1771)

7- İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/400-401.

8- Es-Sabunî, Safvetu’t-Tefâsir, İz Yay., C. 1, s. 170.

9- V. Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi.

10- Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Hayatımızdaki İslam, s. 47.

11- Tirmizi, Daavat, 85; İbn Mace, Dua, 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/171; İbn Cerir et-Taberi,Tefsir, Hisar Yay., 9/180-187.

12- Krş: M. İzzet Derveze, et-Tefsîru'1-Hadîs, C. 1, s. 264-65, Ekin Yay.

13- Ayrıca bkz: Hüseyin Aykan, İbrahimî Eylem: Kurban ve Biz, s. 132-135, Çıra Yay.

14- Ebu Dâvud; Ahmed bin Hanbel.

15- Buhari ve Müslim.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR