1. YAZARLAR

  2. Arif Hikmet

  3. Osmanlı Beyliğinin Kuruluşuyla İlgili İddialar

Osmanlı Beyliğinin Kuruluşuyla İlgili İddialar

Temmuz 2000A+A-

Osmanlı Beyliği'nin en fazla tartışılan yönü kuruluşu ve kurucuların etnik yapısıdır. Bizans'a yakın bir uç olarak yerleşen bu Beyliğin, kısa zamanda Doğu Roma'yı tarih sahnesinden silecek bir yapıya ulaşması, birtakım spekülasyonları çoğaltmıştır.

Devletin kuruluş dönemiyle ilgili Batılı tarihçilerden Paul Wittek, Ludwig Fekete, |.H. Kramer ve Herbert A. Gibbons gibi ünlü oryantalistler detaylı araştırmalar yapmışlardır. Bu araştırmalar, Osmanlı Beyliği'nin oluşmasında Bizans siyasi kurumlarının ve müslüman olan Rumların etkisinin olduğu yönündedir. Savaşta yenilen Bizans, kültürel ve siyasi kurumlar yönünden kendisini beyliği kuranlara kabul ettirmiştir. Kısaca Osmanlı Devleti'ni kuranlar, yerli Hristiyan halkla göçebe müslüman Türkler'den oluşan yeni bir karma topluluktu.

Oryantalistlerin yukarıdaki fikirlerine karşı Fuat Köprülü, "Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri" isimli bir kitap yazarak onların görüşlerini toptan reddetti. Köprülü'ye göre Osmanlı siyasi kurumlan Bizans'tan etkilenmemiştir. Bu topraklar kendi toplumsal şartlarının ürünüdürler.

Fakat, Fuat Köprülü "İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları" isimli eserinde daha orta bir yol tutarak görüşlerini yumuşatmıştır. "Tarihin belli bir döneminde karşılıklı ilişkileri olan tüm farklı kültürler gibi Bizans ve Türk kültürleri de birbirlerini etkilemiştir. İstanbul'un fethine gelene kadar Türkler'le Bizanslılar üç asır komşuluk etmişlerdir. Bu süre içerisinde iki kültürün birbirini karşılıklı olarak etkilediği kuşkusuzdur. Bizans siyasi kurumlarının Türk siyasi kurumlarına etkisini ise, İslam tarihinin ilk dönemlerine kadar götürmek gerekir. Çünkü Osmanlı kurumları ile Bizans kurumları arasındaki etkilenmelerden bir kısmı, doğrudan ilişkilerle bir kısmı ise daha önceki İslam devletleri aracılığıyla gerçekleşmiştir. İslam tarihinin daha ilk dönemlerindeki fetihlerle Mısır, Mezopotamya, İran, Suriye gibi eski uygarlık merkezleri İslam devletinin egemenliğine girmiştir. Bu ülkelerin yüzyıllardan beri uygulanan gelişmiş hukuk sistemleri ve devlet yönetme gelenekleri vardı. O yerler müslümanların denetimine girince eski hukuk kuralları ve yönetim ilkeleri tamamen yok olup gitmedi."1

"Osmanlı Devleti'ni kuranlar, Büyük Selçuklular'dan Anadolu Selçuklularına geçen siyaset ve devlet yönetme kültürünü temsil ediyorlardı. Bu kültür Abbasiler kanalıyla gelen etkiler nedeniyle belli ölçülerde Bizans kültürünü de temsil ediyordu. Türklerin doğrudan doğruya Bizans etkisinde kaldıkları dönem ise Anadolu'ya geldikleri ilk yıllardır. Anadolu'ya ilk gelen göçebe Türkler, henüz İslam dünya görüşünü yeterince özümsememişlerdir. İlk dönemlerde, Anadolu'nun yerleşik Rum halkının kültüründen etkilendiler. Türk ve Bizans kurumlarının birbirlerini en fazla etkiledikleri yılların ise Anadolu Selçuklu dönemi olduğu kabul edilir. Bu dönemde Selçuklu ve Bizans ilişkileri o kadar yakınlaşmıştı ki Konya sarayında Bizans prenslerine, Bizans sarayında da Selçuklu prenslerine rastlanıyordu. Bizans'ın idare ve himayesinde müslüman Türkler olduğu gibi Selçuklu idare ve hizmetinde de Bizanslı Hristiyan Rumlar vardı."2

İbn Haldun "Hz. Ömer'in haraç, öşür ve kafa vergisi gibi mali işlerin yönetildiği daireyi İslamiyetten önce Irak'ta hüküm süren Farslar ve Şam'da hüküm süren Romalılar tarzında Farsça ve Rumca devam ettirdiğini, İslam devletinin hizmetinde olan zımmilerin bu dairelerin işlerini görüp, kayıtlarını kendi dillerinde tutkularını" yazmaktadır.3

Müslüman olan pagan Türkleri Orta Asya'dan Samancı unsurları getirmeleri gibi, müslümanlığı benimseyen Bizanslı yerli halk da bir kısım Hristiyani unsurları İslamiyete taşımışlardır. Toplumun değişik kesimlerinde görülen bu karşılıklı etkilenmelerden sonra Bizans'ın başkentine yerleşerek onun tüm halklarını, yetkilerini ve işlevlerini devralan Osmanlı Devleti'nin Bizans kurumlarından hiç etkilenmediğini söyleyenler fazla inandırıcı olamazlar.4

Osmanlı Ailesinin Efsanevi Tarihi

Osmanlı ailesinin şeceresini, Oğuz soyuna, Hz. Nuh'un oğlu Yaves'e kadar çıkaran tarihçiler vardır.5 Aslında bu olaylar, yani aileye kök bulma işi sonradan oluşturulmuştur. Osmanlı tarihçilerinin verdiği bilgiler de birbirleriyle çelişkilidir. Oğuz efsanesi II. Murat dönemi tarihçilerinden Ahmedi'nin İskendername'sinde geçmektedir (1413). Bunun sebebi Osmanlı egemenliğinin Anadolu'daki diğer Türkmen aşiretleri üzerinde etkili olmasını sağlamak içindi. Osmanlıları Kayı boyuna bağlayarak saygınlıklarını güçlendirmek istemişlerdir.6

Osmanlıların kendilerini Oğuz soyuyla irtibatlandırmasının bir nedeni de 1402 Timur yenilgisinin izlerini üzerinden silmektir. Halka karşı psikolojilerini güçlendirmektir.7

Arap tarihçisi İbni Hacer Osmanlılar için Hicaz Araplarının torunları olduğunu iddia eder. Bu söylemi tarihçi Enveri, Düstürname'sinde daha da genişleterek Oğuzların atasını sahabeye kadar uzatır.

Osman Bey'i göçebe bir aşiretin reisi olarak kabul edip onun Oğuz'la irtibatını kuran ilk tarihçi İranlı Reşiduddin'dir. Ondan esinlenerek Yazıcızade Ali, 1425 yılında bu konuyu tekrar gündeme getirir. Buradaki amaç diğer beyliklerin ve halkın üzerinde devletin hakimiyetini güçlendirmek ve pekiştirmektedir.8

Osmanlı beyliğinin kuruluşu ve ilk beyleri hakkındaki bilgiler sözlü geleneğe dayanır. Bu gelenek en fazla 14. yy'a kadar gider. Destan geleneği halk arasında rivayetlerle sürdürülür, Askeri başarılar velilerin inayeti ile irtibatlandırılarak hanedana dini bir meşruiyet ve kutsallık kazandırmayı amaçlamaktadır.

Aşıkpaşazade Tarihi'ne göre Osman Bey'in gazileri Aydos kalesini fethederler. Kalenin Rum komutanın kızı, Peygamberimizi rüyasında görür. Kız, kale komutanı olan babası sarhoşken kaleyi müslümanlara teslim eder.9 Benzer motifler başka kalelerin fetihlerinde de görülür.

Farklı İki Görüş

Tarihçi Neşri'ye göre Osmanlılar Selçukluların varisidir; onların devamıdır. Beylik, Selçuklular'ın izniyle kurulmuştur. Bir kısım tarihçiler olayı bu şekilde anlatırlar.

Bir başka görüşe göre Osman Bey, Selçuklu sultanlarından bağımsız hareket etmiştir. Çünkü Selçuklu sultanlarının Osman Bey'e yardım edecek durumları yoktu. Hatta, Aşıkpaşazade Tarihi'nin naklettiğine göre Osman Bey'in Selçuklu'ya kafa tutarak şöyle dediği rivayet edilir: "Bu şehri ben kendi kılıcımla aldım bunda sultanın ne dahli vardır, ondan izin alam. Ona sultanlık veren Allah bana da yasayla hanlık verdi. Ve eğer minneti şu sancak ise ben kendim dahi ol kafir ile uğraştım. Ve eğer o ben Al-i Selçukum derse, ben kendim Gök Alp oğluyum derim. Ve eğer bu vilayette ben onlardan önce geldim derse Süleyman Şah dedem ondan evvel geldi." Osman Bey'in bu sözlerinin ardından Dursun Fakı'ya kadılık verilir. Karacahisar'da ilk defa cuma hutbesi okunur, bayram namazı kılınır.10 Aşıkpaşazade'ye göre Osmanlılar Selçuklulardan daha asildir. Onlara meydan okuyarak kendi bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Aynı görüş Kemalpaşazade'nin Tevarih-i Al-i Osman'ında da vardır (1502-1503).

Sünniliğin Devlet Politikası Olması

13 ve 14. yüzyılın gazileri dini ilhamlarını şeriat ulemasından değil, şeyh ve dervişlerden alırlardı. Bu dervişlerin hurafelerle birlikte eklektik bir dini yapıları vardı.

Osmanlı Beyliğinde kuruluş döneminden 15. yüzyıla doğru gelindiğinde şeriat anlayışı yavaş yavaş kitabileşiyordu. Buna paralel olarak İslami motifler ağırlığını hissettirmeye başlamıştı.

16. asırda, Osmanlıların Oğuzlarla irtibatını oluşturan rivayetler değerini yavaş yavaş kaybetti. Osmanlı sarayında artık dini temalar daha ön plana çıkıyor, sarayda gayr-i Türk unsurlara daha fazla yer veriliyordu. 16. yüzyılda meydana gelen bazı olaylar Osmanlı Hanedanı'nın taleplerinde yeni gelişmeleri, gerekli kıldı. 1502'de İran'da Şii Safevi bir devletin kurulması Osmanlı devletinin katı bir Sünniliğe dönüşümünü hazırlamıştı,

Osmanlılar Şii hanedan ile yaptıkları mücadeleyi meşrulaştırmak için karşı savunma yapmaya başladılar.

Şeyhülislam Ebussuud, Safevİlere karşı cihad ilan ederek bu savaşta ölenlerin şehit olacağına dair fetvalar vermeye başladı. Önceki yüzyıllarda Türkmen göçebe geleneklerine dayanan devlet, artık Oğuz Destanı gibi halk İnançlarını, ilahi rüyalar gibi popüler veya menkibevi izahları terkedip medrese eğitimine önem vermeye başladı. Kur'an ve sünnetten Osmanlı Hanedanı için deliller aranmaya koyuldu.

Bu amaçla Tarihçi Lütfi Paşa, Tevarih-i Ali Osman'da, Hoca Saaddetin, Tacü't-Tevarih'te Kur'an ve sünnetten deliller getirerek Osmanlı Hanedanını meşrulaştırıyorlardı. Tarihçi ve Veziriazam olan Lütfi Paşa, Ebu Davud'un Sünen'inde geçen "her yüzyılın başında Allahü Teala bu ümmete dinini ve hükümdarlığını yenileyecek müceddit gönderecektir" rivayetini Osmanlı sultanları için yorumlayarak her sultanı bir asra göre görevlendirerek onları asırlarının müceddidi yapmıştır. Bunun yanında Tarihçi Hoca Saaddetin de Maide suresinde geçen "Allah onların yerine kendisinin sevdiği, onların da kendisinin seveceği müminlere karşı alçak gönüllü kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden, dil uzatanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir." (5/54) ayetini Osmanlı iktidarını müjdelemektedir şeklinde yorumlamıştır.11

Tarihçilerin Yorumları

Tarihçi Yılmaz Öztuna'ya göre Osmanlıların menşei bir hayli karanlıktır. Sebebi hiç kimsenin bu küçük beylikten böyle bir gelişme beklememesi ve ilk yıllarında bu aileye tarihçilerin ilgi göstermemeleridir. Sonradan gelen tarihçiler ise Osmanlıların ilk zamanlarına ait aktarımlarının herhangi bir belgeye dayanmadığını yazmışlardır. Bu son dönem Türk ve Avrupalı tarihçilerin de kanaatidir, ilk dönemler yani 1402'den önceki zamanlar hakkında bilgisizliğimizin bir nedeni de Osmanlı devlet arşivinin Timur istilasında Bursa yağmalanırken yakılmış olmasıdır.

Öztuna'ya göre devletin kurucusu Osman Bey'in menşei de pek aydınlık değildir. Sonraki tarihçiler Osman Bey'e şeref kazandırmak için onun soyunu Oğuz'a kadar dayandırmak gereğini duymuşlardır.

Tarihçi Enveri'nin Ertuğrul Gazi'nin soyunu Selçuklulara dayandırması da Yılmaz Öztuna'ya göre sonradan uydurulmuştur. Bu rivayetlerin tarihi bir değeri yoktur. Burada amaç, Osmanoğullarını selefleri olan Selçukoğullarına bağlamak ve onun devamı gibi göstermektir.12

Ahmet Yaşar Ocak'a göre son on yılda Osmanlı araştırmacılığı bir hayli artmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş dönemi ile ilgili kaynaklar yeni bir bakış açısıyla ele alınmaya ve eski kanaatler sorgulanmaya başlamıştır.

Gibbons, Fuat Köprülü ve Paul Wittek gibi tarihçilerin ileri sürdükleri tezlere yeni eleştiriler getirilmiştir.

Ocak'a göre Osmanlı'yı kuranlar Selçuklular'a isyan eden Babai isyancıların torunlarıdır. Babailer, Selçuklu kaynaklarına göre heterodoks ve sapkın zümrelerdir.

Ocak'ın ileri sürdüğü başka bir tez de Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'nin mi yoksa Ertuğrul Gazi'nin mi şeyhi ve kayınpederi olduğu yolundaki kaynakların farklı farklı rivayetler ortaya koymasıdır.13

Ahmet Yaşar Ocak'la Mikail Bayram arasında Osmanlı Beyliğini kuranların nasıl bir kimlik taşıdığı noktasında ihtilaflar vardır.14

Fikret Başkaya, Yediyüz adlı kitabında imparatorluğun kuruluşu hakkında verilen bilgilerin belirsiz olduğu Osman Gazi ve Şeyh Edebali ile ilgili efsanelerin yüzyıl sonra uydurulduğu hatta imal edildiğini belirtir.

Başkaya, kuruluş dönemi hakkında yapılan çalışmaların dini, etnik, milliyetçi önyargılarla dolu olduğunu söylüyor. Müslüman yazarların Osmanlı'nın bir İslam imparatorluğu olduğunu, Bizans'tan hiç etkilenmediğini kanıtlamak için zorlandığını belirtirken, milliyetçi yazarların da Bizans'tan etkilenme olmadığını İslami etkinin de önemsiz olduğu şeklinde anlayışlarını dile getirir.

Başkaya'ya göre Orhan Gazi'nin Bursa'yı almasıyla, Bizans'la içice girmesi olayı gerçekleşmiştir. Bu da toplum içinde giderek yöneten-yönetilen farklılaşmasını beraberinde getirmiştir. Gelişen süreç boy devletten, ordu devlete geçme gibi sivil-asker farkını getirmiştir.

Son olarak Başkaya, İmparatorluğa geçişte İran, Arap, Bizans ve eski Türk geleneklerinin etkili olduğu ve bunun üzerine İslam cilası çekildiğini öne sürer.15

Netice olarak bugün Osmanlı devletini oluşturan Osmanlı Beyliği hakkında yapılan değerlendirmeler eskiye oranla daha objektif ve daha tarafsız olabilmektedir. Yayınlanan kitap ve dergilerde konu çeşitli açılardan değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmelerin gerçeğin ortaya çıkmasında faydaları olduğu muhakkaktır. Tarihe bilgi ve bilinçle bakarsak günümüzdeki birçok sorunu daha iyi anlayacağımız muhakkaktır.

Dipnotlar:

1- Şükrü Karatepe, "Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti", Devlet Yönetimi bölümü, s. 22-23, Yeni Şafak

2- A.g.e., s. 25

3- İbn Haldun, "Mukaddime", c. I, s. 631.

4- Davut Dursun, "Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti", Devlet Yönetimi bölümü, s. 26, Yeni Şafak

5- Hoca Saadettin Efendi, "Tacü't-Tevarih, C. I, s.27, Milli Eğitim Basımevi, 1974.

6- Aldo Galatta, "Oğuz Efsanesi ve Osmanlı Devletinin kökenleri", s. 45, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İst.

7- Colin Imber, "Osmanlı Hanedanı Efsanesi", s. 75. İslami Araştırmalar, 12/1, Ankara.

8- A.g.e., s. 76

9- Aşıkpaşazade, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s. 37, Devlet Kitapları, 1970.

10- A.g.e., s. 22-23.

11- Hoca Saadettin, A.G.E., S. 24.

12- Yılmaz Öztuna, "Türk Tarihinden Yapraklar", s. 58-59, M.E.B. Yay., İst.

13- Ahmet Yaşar Ocak, "Osmanlıya Dair", İslami Araştırmalar, c. 12, sy. 3-4, s. 225-230, 1999

14- "Babailer İsyanı Üzerine", Fikir ve Sanatta Hareket, s. 16, 23 Mart 1981.

15 - Fikret Başkaya, "Yediyüz", s. 32, Ütopya Yay., 1999.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR