1. YAZARLAR

  2. Halil Tunalı

  3. Kutsallık ve Garsonluk Tartışmaları Arasında Gözardı Edilen Soru: Kimin Devleti?

Kutsallık ve Garsonluk Tartışmaları Arasında Gözardı Edilen Soru: Kimin Devleti?

Ağustos 1997A+A-

Hepimiz hatırlayacağız, son genel seçimler öncesinde RP daha geniş kitlelere açılabilmek ve sistemin dayatmacı söylemini kendi geleceği için de kırabilmek amacıyla devletin egemenlik alanını tartışmaya açmıştı. Şubat 97'den itibaren darbe söylentilerinin ayyuka çıkmasıyla Erbakan'da söylem değiştirmiş, Adil Düzen'den hiç bahsetmezken Garson Devlet ifadesini sık sık telaffuz eder olmuştu. Erbakan devletin asıl görevinin millete hizmet olduğunu, devletin bu yüzden tarafsız olması gerektiğini ifade ediyordu. Peki devlet kimdi; gerçekten millet için mi vardı; tarafsız hele hele de garson olmayı kabul eder miydi? Sanıyoruz bu sorulara tatmin edici cevaplar bulabilmek için Türkiye gündemini iyi takip etmek yeterli. Ama yine de TC devletinin mevcut yapısına ve işleyişine dair önemli noktalara değinmek faydalı olabilir.

Mevcut TC devleti'nin yapısına baktığımızda Devlet aygıtı ve Devlet iktidarı olmak üzere iki kısımdan oluştuğunu görmekteyiz.

Devlet aygıtı da yine kendi içinde ikiye ayrılmaktadır, al Kurulu sistemin işleyişini koruyan ve sürekliliğini sağlayan ekonomik, politik, askeri, ideolojik vd. işlevlerin koordine edildiği kurumlar (ordu, MGK, emniyet, bürokrasi medya vd.) b) Bu kurumlarda çalışan devlet personeli (subaylar, polisler, bürokratlar, hakimler, savcılar, memurlar vd.)

Devlet iktidarı ise devlet aygıtını kontrolünde tutan güçlerden oluşmaktadır. Egemen güçler olarak isimlendirebileceğimiz bu güçler birbirlerine menfaat ilişkileriyle bağlanmış ve devlet aygıtının içinde yuvalanıp stratejik mevkileri tutarak güç sahibi olmuşlardır.

Bunları biraz daha açarsak: Devlet aygıtı devletin görünen, resmi yüzünü oluşturmaktadır. Resmi kurumların devlet personelinin iradesinden bağımsız, devletin resmi ideolojisi tarafından belirlenen bir işleyişi vardır. Bu işleyiş yasalar ve anayasayla güvence altına alınmıştır. Yani yasalar vs Anayasa halkın haklarını değil sistemin işleyişini korumak için vardır. Kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına aldığı iddia edilen Anayasa birtakım hakları verir gibi gözükürken "ancak" diye şerh koyup verilen hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir içeriğe sahiptir. Yine devletin halk için değil, halkın devlet için varolduğu; devletin kutsal olduğu; milletin devletin bir öğesi olduğu ve TC'nin bu anlayış üzerine bina edildiği Anayasa'nın hem başlangıç bölümünde hem de değişik bölümlerinde açıkça ifade edilmektedir: "Türkiye Cumhuriyetinin varoluş nedeni; Türk vatan ve milletinin ebediliğine, Türk devletinin kutsallığına dayanır." (Anayasa başlangıç bölümü). Yine bir başka ifade: "Devletin ülkesi ve milletiyle " diye başlamakta, "devletin" ülkesinden ve milletinden bahsetmektedir. Bu bir zorlama yorum değildir, zira MGK Genel Sekreterliğimin 1990'da Ankara'da bastırdığı "Devletin Kavram ve Kapsamı" isimli kitabın 10. sayfasında şu ibare geçmektedir: "Devletin öğelerinden millet..." bu ve benzer aydınlatıcı ibarelerin yer aldığı kitap, sahibinden devletin kavram ve kapsamını öğrenmek açısından hayli öneme sahiptir.

Mevcut devlet gücünü, örgütlülüğünden, şiddet kullanma hakkını tekelinde bulundurmasından ve kullandığı şiddete legallik sağlayan resmi ideolojisinin halkın önemli bir kısmı tarafından benimsenmiş olmasından almaktadır. Bu noktada ideolojinin üzerinde durmak gerekmektedir. Zira geniş ve samimi kitlelerin yönlendirilmesinde, dolayısıyla düzenin varlığını idame ettirmesinde ideolojinin büyük işlevi vardır Bu çerçevede TC'nin kuruluş yıllarına göz atmak gerekmektedir

Osmanlıyı yıkan kadrolar yeni düzeni farklı bir yapısal ve ideolojik model üzerine kurmak zorundaydılar, zira eski düzenin üzerine bina edildiği hilafet, saltanat ve ümmet modeli varlığını koruduğu müddetçe tasfiye edilen eski kadroların halk nezdindeki meşruiyetleri de korunacak ve bu durum yeni kadroların egemenliklerini tam olarak tesis etmelerini engelleyecekti. Eskinin tüm kalıntılarını bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldırmak için, fiilen tasfiye edilen kadroların ideolojik meşruiyetlerini de ortadan kaldırmak amacıyla Batı'dan yeni bir model kopye edildi. Modern ulus-devlet modeli. Bu çerçevede ümmetçilik yerine ulusçuluk, hilafet yerine laiklik, saltanat yerine cumhuriyet ikame edildi. Tepkilerin yükselmesi önemli değildi. Önemli olan egemenlerin çıkar düzenlerini sağlam bir şekilde tesis etmeleriydi. Bu yapılırken "İhtimal ki bazı kelleler gidecekti" ve pek çok kelle de gitti.

Benzer bir sesi tam da şu an yeniden işitmekteyiz. Başbakan Mesut Yılmaz, İHL'lerin kapatılmasına karşı halkın yükselttiği tepkiye binaen -ki benzer bir tepki Cumhuriyet tarihi boyunca pek az görülmüştür- diyor ki: "Bu reform Cumhuriyet tarihinin en büyük reformudur. Tepki ne kadar büyük olursa olsun mutlaka gerçekleştirilecektir. Hiçbir devlet kendisine düşman yetiştiren okullara müsaade etmez". Mesut Yılmaz üstü örtük bir şekilde İHL'lerin, egemenlerin düzenlerini devam ettirmeleri açısından uzun vadede hayati öneme sahip olduğundan tepki ne kadar yüksek olursa olsun mutlaka kapatılacağını ifade etmektedir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte daha önce hakim olan ideolojinin değiştirilmesi halkın büyük bir kısmı tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Fakat örgütlü olmayan halk güç karşısında boyun eğmiş, süreç içerisinde de azımsanamayacak bir bölümü dayatılan resmi ideolojiyi benimsemiştir.

"Kutsal devlet", "devlet-ebed-müddet" anlayışı ise egemenlerin düzenlerini kurmasında engel teşkil etmeyip aksine olumlu yönde hayati rol oynadığından Osmanlı'dan TC'ye aynen aktarılmıştır. Laiklik, ulusçuluk, cumhuriyetçilik, halkın ancak bir bölümü üzerinde etkili olurken kutsal devlet ideolojisi hemen hemen halkın tamamı tarafından sahiplenilmiştir. Bu yüzden "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden" irtica, komünizm ve bölücülük daima en büyük tehlikelerden sayılmıştır.

Susurluk'tan beri ortaya dökülen pislikler, devletin yüce menfaatlerine yapıldığı kılıfıyla bir yandan yine de aklanmaya çalışılmakta, temelde devletin bu tür illegal faaliyetlerde bulunmasına değil, bu faaliyetleri gerçekleştiren "şahısların" görevi kötüye kullanmasına ve "şahsi menfaat" sağlamasına eleştiri getirilmektedir. Zaten olayların faulleri de savunmalarında en sık olarak "bu işi şahsi çıkarım için değil, devlet için yaptım" ifadesini kullanmaktadırlar. Nitekim Mehmet Ağar Hanefi Avcı'nın suçlamalarına cevap vermek üzere 32. Gün'e canlı yayında telefonla katılıp şu sözleri söylemekteydi: "Kendi şahsi menfaatim için hiç bir şey yapmadım Bazıları bu yöntemi tartışabilir ama bizce bu yöntem sonuç almaya yönelik etkili bir yöntemdir". Kaş yapayım derken göz çıkartan bu ifadelerin üzerinde kimse durmadı oysa M. Ağar kendi ağzıyla "tartışmalı da olsa etkin, sonuç alıcı yöntemlere" başvurduklarını itiraf ediyordu.

Son tahlilde suç işlendiği kabul edilse bile bunların şahsi hatalar olduğu veya bir derece daha ileri gidilerek, devletin içindeki çetelerin işi olduğu söyleniyor ama asla, kutsal olan devlete eleştiri okları yöneltilmiyordu, yöneltenler de uyarılıyordu: "Devlet bir muhteşem kurumdur. Konu devlet olunca uluorta konuşulmamalı. Konu neyse üstüne git, çekinmeden üstüne git ama devleti gagalama" (Süleyman Demirel). "Bazı gruplar devletin çivisini gevşetme pahasına bin yıllık devlet geleneklerini ayaklar altına alarak eleştiride bulunuyorlar (MEB, Mehmet Sağlam). "Devlet küçülmeyecek kadar büyüktür. Elde bir delil yoktur; o yüzden devleti suçlayamam. Devlet büyüktür, uludur, yücedir. Devleti asla suçlamam Şayet kanıtlanırsa şahısların sorumluluğundan bahsedilebilir; devlet suçlu olamaz" (Yekta Güngör Özden), işte artık burada devletin gerçek yüzü yani, devlet iktidarının niteliği yavaş yavaş belirginleşmeye başlamaktadır.

Özellikle Susurluk olayından sonra, devletin bu görünen yüzünün altında, suların derinliklerinde bir başka devletin olduğunu ve bu devletin iktidarının da devlet aygıtı içindeki güçlü kurumların stratejik mevkilerini tutmuş kişilerin oluşturdukları yapılanmaların elinde olduğunu gördük. Bu yapılanmaların elinde hem resmi devletin güçlü kurumları hem de JİTEM benzen daha adını bilmediğimiz pek çok illegal örgütlenmeler vardır. Yeri geldiğinde emir komuta zinciri ve ast-üst ilişkisiyle kontrol ettikleri resmi kurumlar kullanılmakta, bunların yeterli olmadığı veya belli legal sınırları aşamadığı durumlarda ise "resmi illegalite" devreye sokulmaktadır Kutsal devletin yüce menfaatleri propagandası da işlenen suçlara ideolojik meşruiyet kazandırmaktadır

Susurluk'la birlikte bu resmi illegalitenin orta yere serilmesinin perde arkasında ise çıkar çatışması vardır. Cumhuriyet tarihi boyunca en etkin kurumlar olan ve bahsettiğimiz devlet iktidarının da kadrolarını oluşturan ordu ve bürokrasinin egemenliği; yeni yeni palazlanan emniyet güçleri tarafından tehdit edilmektedir. Yani devleti örgütleyen aynı ideoloji çerçevesinde emniyet Özal'la birlikte gelişen liberal yeni sermaye gücünün desteğiyle gerçek iktidarda söz sahibi olmak ve pastadan pay almak istemektedir.

Emniyetin çok önceleri başlattığı bu süreç ordunun inisiyatif alanlarına müdahale ettikçe rahatsızlık vermeye başlamış ve bu rahatsızlık Çillerin, özel timin ordu tarafından sorun olarak gösterildiği zamanda özel time sahip çıkması, emniyet içindeki kadrolaşmayı sağlama amacıyla gece yarısı operasyonları düzenlemesi ve hükümet olanaklarını bu doğrultuda kullanması ile had safhaya ulaşmıştır.

Daha önce de benzer bir girişim Özal tarafından denenmişti. Kürt sorunu başta olmak üzere başka konularda da inisiyatif kullanmak isteyen Özal hareket alanını genişletmek ve bu arada olası bir darbeden korunmak için daha önce sivil bir kuruluş olmasına rağmen orduya bağlı hareket eden ve hiçbir darbeyi hükümete haber vermeyen MİT'i sivilleştirmeye ve kendine bağlamaya çalışmış ve bu plan doğrultusunda Hiram Abas'ı MİT'in başına geçirmişti.

Tüm bunlar olurken bir yandan hükümet olmanın avantajlarını kullanmak isteyen, öte yandan darbe korkusuyla devamlı diken üzerinde duran RP bu ittifakın faaliyetlerine göz yummak durumunda kalmıştır. Emniyeti ve hükümeti bertaraf etmenin yollarını arayan orduya bu fırsatı Susurluk olayı vermiş ve resmi devletin, kendisi kadar legal kurumu olan emniyeti yıpratacak ideolojik propaganda ele geçmiştir. Özel Tim'in kurucularından eski polis müdürü Hüseyin Kocadağ; kırmızı bültenle aranmasına rağmen Emniyet için çalışan Abdullah Çatlı ve hükümetin DYP kanadının Milletvekili Sedat Bucak'ın aynı arabada bulunması bulunmaz bir fırsat yaratmış ve anında basına sızdırılan bilgilerle bir anda tüm Türkiye bu illegal ittifaktan bahseder olmuştur. Buna karşılık Emniyet bu saldırıya istihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'nın JİTEM hakkındaki beyanatlarıyla cevap vermiştir.

Ciddi bir hesaplaşmanın yaşandığı günlerde bütünün çok küçük bir parçası olmasına rağmen devletin gerçek yüzünden bihaber olan vatandaş ise gerçekten şok edici bilgilerin ortaya dökülmesini medyanın ve demokrasinin gücüne bağlamıştı.

Susurluk olayıyla istediği kesin sonuca ulaşamayan ordunun elinde çok önemli bir koz daha vardı: RP'den kaynaklanan irtica tehlikesi. Bir kaşık suda fırtına koparmak suretiyle oluşturulan yaygaralarla suni bir darbe ortamı hazırlanmış ve hükümetin bozulmaması halinde bir darbe yapılması bile planlanmıştı. Ne var ki bu planları boşa çıkarmaya matuf bir manevrayla RP istifa edip hükümeti DYP-RP koalisyonuna çevirmeye çalışmış fakat bu sefer de ordunun baskısı içinde Cumhurbaşkanı buna engel olmuştu. Fiili darbeye gerek kalmadan sivil darbeyle hükümet bertaraf edildikten sonra yapılması gereken Emniyette ve bürokraside temizliğe girişmekti. Bunun gerekçesi de hazırdı: Emniyetin hükümet desteğiyle devlet içinde çeteler oluşturması ve TC'nin koruyucu ve kollayıcısı TSK içinde casusluk faaliyetinde bulunması. Şu an tüm devlet kademelerinde yeni hükümetin istediği ve Ordu'nun onayladığı kadro değişiklikleri yapılırken yetkili ağızların şu açıklamasını duymaktayız: "Devlet içerisindeki çeteler temizleniyor, devlet yeniden rayına oturuyor". Fakat tam olarak rayına oturabilmesi için "Devlete düşman yetiştiren oluşumların" (Mesut Yılmaz) ve "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik hareketlerin" (İsmet Sezgin) de tamamen ortadan kaldırılması lazımdır: Yani İHL'lerin ve RP'nin. Bu noktada şunları söyleyebiliriz: Bir süredir devam eden ve artık sonlarına geldiğimiz örtük savaşın gayesi ilk elde Emniyeti bertaraf etmekti. Zira Emniyet fiili bir güç olarak yakın tehlikeydi, ayrıca ideolojik meşruiyete de sahipti. RP ise ancak orta ve uzun vadede tehdit oluşturabilirdi, zira hem fiili gücü yetersizdi hem de ideolojik meşruiyeti yoktu. RP'nin bir yandan devlet içinde kadrolaşırken bir yandan da merkezin resmi söylemini tamamen sahiplenmesinin ardında bu iki handikapı kapatma amacı yatıyordu.

Dolayısıyla baştaki sorumuza geri dönersek; devlet soyut, kutsal bir varlık değildir, tam tersine somuttur, güç ve menfaat ilişkileri üzerine kurulmuştur.

Devlete hakim olan egemenler ise garson olmak bir yana tarafsız olmayı bile asla kabul etmezler; onların en önemli amacı kendi güçlerini ve menfaatlerini sürdürmektir. Adına düzen, rejim veya sistem denilen mekanizma da temelde bu güç ve menfaat ilişkisinin korunması ve sürdürülmesi amacıyla kurulmuştur. Bu noktada özellikle milliyetçi-mukaddesatçı muhafazakarların ön plana çıkardıkları "Devlet ayrı rejim ayrı veya devlet ayrı sistem ayrı; rejim-düzen bizim değil ama devlet hepimizin, yıkılırsa hepimiz altında kalırız" söylemi gerçekliğe dayanmayan ve egemenlerin ekmeğine yağ süren bir söylemdir. Gerçekte ise düzene yönelik her saldırı direk egemenlere yönelik bir saldırıdır ve bu noktada bir ölüm kalım mücadelesi başlar

Dolayısıyla düzen karşıtı bir hareketin böylesi bir mücadeleden galip çıkabilmesi için yapılması gerekenler önce egemenlere yasal şiddet tekelini sağlayan ideolojik meşruiyeti tasfiye etmek olmalıdır Ki bunun için İslami ilkelere dayanan ideolojik bir mücadele anlayışı hizipler üstü bir şekilde halkta köklü olarak yaygınlaştırılmalıdır. İkinci olarak da halk bu ideolojik anlayış etrafında örgütlü bir güce dönüştürülmelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR