1. YAZARLAR

  2. Yılmaz Çakır

  3. İfrata Karşı Tefrit Safında Savaşan Hocaefendi: Ekrem Doğanay

İfrata Karşı Tefrit Safında Savaşan Hocaefendi: Ekrem Doğanay

Ağustos 1997A+A-

Geçtiğimiz günlerde Akit Gazetesi'nde 20 gün süren "Yaşar Nuri'ye Cevap" başlıklı bir dizi yazı yayınlandı. Y. Nuri'nin Kur'an'daki İslam kitabından hareketle kaleme alınan yazılar, Ekrem Doğanay adlı şahsın imzasını taşımaktaydı. Daha önceleri "İslam'da tesettür ve zinanın hükmü, İslam'ın şiarı cuma namazı" gibi kitaplar da telif eden yazarın en temel tezi, geçmiş ehl-i sünnet alimlerinin bütün meseleleri halletmiş olduğu şeklinde idi. Islahatçı tevhidi çizgi önderleriyle, modem samirileri aynı kefede değerlendirme bahtsızlığına sık sık düşen söz konusu şahsın, özellikle Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh'a yaklaşımları bu cümle çerçevesinde idi.

İslam ümmetinin yüz akı, emperyalizme karşı mücadelede diriliş ve direniş hattının mümtaz isimlerinden olan bu değerli insanları masonlukla itham etmekten çekinmeyen muhterem alimimiz (!) Afgani ve Abduh'un küfür, zındıklık ve mülhitlikle itham olunduklarını yazarak kendi kanaatlerinin de bu yönde olduğunu ima ediyorlardı. Geleneksel ulema kimliğinin en karakteristik yönünü oluşturan savunmacılık ve tepkisellik ise dizinin başlığından son cümlesine kadar her yerde kendisini hissettiriyordu. İslam ümmetinin birkaç yüzyıldır içine girdiği sıkıntılara karşı hiçbir çözüm üretemeyen, hatta birçok kere sıkıntılara bizatihi kaynaklık eden geleneksel ve tepkici tavır alışların Yaşar Nuri gibi modernistlerle, ıslahatçıları karıştırması da bilgisizlik ve dünyayı tanımama şaheseri olarak duruyordu. Modernist Yaşar Nuri'ye cevap vereyim derken sapla samanı birbirine karıştıran ve züccaciye dükkânına girmiş fil gibi her şeyi kırıp döken Ekrem Doğanay'ın tefrikasından bazı incileri şöyle sıralayabiliriz.

"Ahmet b. Hanbel hazretleri demiştir ki, Allah Teala'yı -bila keyf- rüyamda gördüm de; 'Rabbim sana yaklaşan kullarının takarrup ettiklerinin en hayırlısı nedir' dedim. Kelamım (Kur'an) ile ya Ahmet buyurdu. 'Ya Rabbi manasını anlayarak mı anlamadan mı' dedim. Anlasın anlamasın' buyurdu." Ekrem Doğanay'ın Gazali'nin İhyasından aktardığı bu alıntıdan sonraki şu sözleri ise hayli ilginç. Hocamız diyor ki: "İşte Yaşar Nuri gibiler bu ayetlerin (vurgu bize ait) tarizlerine layıktır." Adam resmen Ahmed b. Hanbel'in rüyasında Allah'tan vahiy aldığını söylüyor. Akıl alır gibi değil. Bu ne biçim idrak ne biçim izandır. Kişi İhyayı veya falan alimi kutsamak adına böyle bir cüretkarlığa nasıl kalkabilir? Hz. Muhammed'den başka rasul, Kur'an'dan başka kitap mı var? Vahiy tamamlanmadı mı? Haşa Allah'ın ayetlerinin bir kısmı için İhyaya mı müracaat edeceğiz? Ne buyuruyorsunuz sayın hocaefendi!

Benzer şeyleri yalancı peygamber Reşad Halife de öldürülmezden önce söylüyordu. Ona pek yerinde bir ifadeyle zındık diyorsunuz da, burada niye aynı tavrı göstermiyorsunuz? Yine şunlar da hocamızdan inciler: "Bir müçtehid imama uyan kimse hak yoldadır. İsterse hayatı boyunca imamını taklide devam eder. Sapık İbn Hazm'ın [vurgu bize ait) dediği gibi 'doğrudan Kur'an'la veya sünnetle amel etmek' az çok içtihada ehliyetli olanlar için geçerlidir... İslam ümmetine yapılabilecek en büyük kötülük 'dört hak mezhebi var' demek değil. Aksine mezheplerin sayısını çoğaltmaya çalışmaktır. En büyük ihanet budur... Cater'i Sadik'ın yorumları da uyan insanı haklı olarak sapık ve mezhepsiz ilan ederiz'

Görüldüğü gibi hocaefendinin "sapık" saplantısı var. Dört mezhep dışında kim varsa hoca hemen "sapık var" diye çığlığı basıyor. Buna göre İbn Hazm ve İmam Cafer-i Sadık gibi alimler de birer sapık oluyorlar. Akit Gazetemizde bunları tefrika halinde bir güzel yayınlıyor. Ekrem Doganay'ın sapık saplantısı bitmek tükenmek bilmiyor. Ebu Reyye ise muhterem hocaefendinin diliyle zındıklık payesine kavuşturuluyor.

Ekrem hoca tezlerini kuvvetlendirmek için ayetleri tevil etmekten de geri kalmıyor. Misal olarak cuma namazının farzından sonra kılınan diğer rekatlarla ilgili tartışmalar için cevap olarak şöyle diyor: "İnşirah sûresinin son ayetlerinde şöyle buyrulur: İşinden (ibadetinden) boşaldığın vakit, tekrar çalış ve yorul (rahata düşüp kalma) diğer bir ibadet için kalk, çalış farz bittiyse nafileye geç. Namaz bittiyse duaya, teşbihe geç ve ancak Rabbi'ne rağbet et." Ekrem bey, İnşirah sûresinin 7. ayetinin metniyle hiç ilgisi olmayan "farz bittiyse nafileye geç, namaz bittiyse duaya, teşbihe geç" gibi ifadeleri, parantezsiz ayet metni gibi aktarmakta hiçbir beis görmüyor. Bu ayetlerin(!) delaletiyle de işte cuma farzından sonra kılınan namazlar, yapılan dualar ve teşbihler hepsi bu ayetlerin şümulüne girmektedir" buyuruyor.

Yine Nahl sûresi 43. ayetini de Bektaşiler'e taş çıkarırcasına cımbızlayarak alıyor ve mukallit, müçtehid tasnifinin doğruluğunu ispat etme ve delillendirme uğruna Allah'ın "eğer bilmiyorsanız ilim ehline sorun" buyurduğunu söylüyor. Oysa ayette geçen kelime ilim ehli değil, zikir ehlidir. Zikir ehli ise ayetin alınmayan kısmında da beyan edildiği gibi, kitap ehlidir ve söz-Konusu sorma eylemi sadece peygamberlerin cinsiyetleriyle ilgili olup. Allah'ın bu konudaki yasasının öğretilmesine matuftur. Söz konusu ayet insanların bilgi kaynağı olarak "ilim ehli" diye vasfedilenlere gönderilmesinin delili olarak inmemiştir. Ama ne yazık ki "kelimeleri yerlerinden değiştirmede" marifetli olanlar bu çarpıtmayı hep yapmışlardır İşte ayetin tamamı ve doğrusu: "Biz senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (kitap) ehline sorun." Görüldüğü gibi ayet rasullerin gönderilme keyfiyetiyle ilgilidir. Ve sorulması istenen husus belli ve belirlidir. Bilgisizliği teşvik etmenin sonucunda gelinen nokta ayetleri gazete sütunlarında rahatça tevil etmek olsa bile bu yanlış bir yoldur. Nahl sûresi ayetini Bektaşice ele alan hocaefendi devamında da buyuruyor ki, "Allah Teala erbabı ilme sormalarını emretmiş de -masum olmadıkları halde- doğrudan Kur'an'ı oku (vurgu bize ait) anladığını uygula dememiştir" Yanlış duymadım? Allah ilim ehline sorun demiş. Kur'an'ı okuyun dememiş. Böyle bir söz olsa olsa Kur'an'ı hiç okumamış hurafelerin ağında çırpınan zavallılara yakışır. Kitabullah'ın en temel vurgusu olan Kur'an'ı okumak, anlamak, yaşamak hurafe tüccarlarının dilinde nasıl de ters yüz ediliyor. Kur'an'dan ürküp kaçan Ekrem Doğanay'lar var olduğu sürece onların bu bariz ve büyük hatalarını kendi hatalarını örtmede kullanacak modern samiriler de olacaktır. Ağlamak, sızlamak ya da klasik zındıklık, sapıktık yaftaları yakıştırmak da durumu kurtaramayacaktır. Zira ifrat tefritin anasıdır. İkisi de birbirlerinden beslenirler. Bu bakımdan Ekrem Doğanay'ın Yaşar Nuri'yi eleştirirken yaptığı tahrifat da muhatabının yanlışları dolayısıyla gözardı edilemez.

E. Doğanay'ın rivayet olarak aktardığı "Merhum ve muhterem bir hocaefendi ömrünün son günlerinde çok ızdırap çekmiş, rahatsızlığı hayli şiddetli olmuş. Ziyaretine gelenlere elindeki kalemi göstererek ve dilini işaret ederek işte hep bunlardan çekiyorum. Fukaha'nın meşrebinden biraz udul ettim. Bazı yenilikler ihdas etmek istedim. Allah Teala da bana bu cezayı verdi" gibi uyduruk rivayetler yerine Peygamber (s)'in kıyametteki şikayetinin neyle ilgili olacağını belirten ayetlere bakmasını tavsiye ederiz. Taklitçi ve ezberci tavır, zayıf bir mantık ve muhakeme yapısı oluşturuyor. Bunun sayın hocamızdaki en açık yansımalarından biri de eleştiri konusu yaptığı şahsı özellikle de hadis konusunda anlamamada kendisini gösterir. Hoca diyor ki: "Burada hayretimizi mucip olan bir olayla karşılaşıyoruz. Hadis-i şerifleri ve dolayısıyla hadis alimlerini temelden reddeden Yaşar Nuri'nin bir zuhül eseri olacak ki, Kütüb-i Sitte'yi, ayrıca Sünnen'i, Tirmizi'yi kaynak gösterdiğini görüyoruz." Oysa hadisi inkar ya da red gibi bir tavır bizim de çoğu görüşlerini beğenmediğimiz söz konusu kişi için doğru bir tespit değildir. Ama E. Doğanay için Kütüb-i Sitte adeta hatasız ve korunmuş bir kitap gibi olduğu için ondaki herhangi bir hadis hakkında bile bu Kur'an'a uygun değil diyemezsiniz. Derseniz o zaman hadisi tümden reddetmiş olursunuz. Tıpkı Kur'an'ın bir ayetini reddetmenin onu tümden reddetmek olduğu doğru inancının bir benzerini hadis kitaplarına uyguluyor ve herhangi bir hadisi kabul etmeyen kişi hemen sapık oluyor: "... bil cümle hadisleri sudan bahanelerle ve safsata gerekçelerle redd-ü iptala sa'yetmek cüreti de bir sapıklıktır." Yine hocaefendiye göre "muhaddisler mübarek"tir ve yanılgı onlar için neredeyse mümkün değildir.

Allah Rasulü'nün hadislerini yazmayı yasaklaması olayı için de şöyle söylüyor: "Hadis yazmanın yasaklığı, Kur'an ayetleri nazil olurken idi. Nazmı Kur'an ile Peygamber (s)'in kelamı birbirine karıştırılır da, Kur'an'dan olmayan bir şey sonradan Kur'an'dan sanılır endişesi vardı." Yahu hocam, Allah zikri korumuyor muydu? Peygamber (s) bunu bilmiyor muydu? (Haşa). Bu sözleriniz ve bilgisizliğiniz gerçekten okumakla mı elde edildi? Hoca yazı dizisinin bir yerinde "hasıl-ı hadisler haberi vahid bile olsalar -sahih veya hasen olmak şartıyla- ehli sünnet alimlerine göre şer'i birer delildir. Hatta, fazilette ve ahlaki konularda zayıf hadisleri bile isti'mal caizdir" sözünü alıntılarken Yaşar Nuri'nin kadınların kollarının açık olabileceğine cevaz uydurmak için getirdiği Buhari ve Ebu Davud gibi Kütüb-i Sitte kaynaklı hadisler içinse işi yokuşa sürüyor, çözümü tevilde ve demogojide arayıp şöyle diyor: "Hadisleri tamamen inkar eden (Bu Doğanay'ın kuruntusu. YÇ) ve bu sebeple kitabına Kur'an'daki İslam ismini veren bu kişiye ne olmuş da burada verdiği hükmü hadislere istinat ettiriyor" Oysa söylenecek tek bir söz olmalıydı. Kütüb-ü Sitte'de olsa Kur'an dışındaki diğer kitaplar eksiklikten, yanlışlıktan münezzeh değildir. Ölçü ise ancak Kur'an'dır, Yaşar Nuri'nin Kütüb-i Sitte'den alıntıladığı bahsi geçen hadis de belki, Ekrem Doğanay'ın anlattığı "tek bir hadis öğrenmek için yapılan bir aylık yolculuk" sonucunda elde edilmiştir kimbilir?

Yaşar Nuri, kadınların kollarının dirseklere kadar açık olabileceğini iddia edip hadisleri de istismar ederek tesettürü iğdiş etmeye çalışırken Ekrem Doğanay'da kadınların bütün bedenlerini el, yüz dahil açılmaması gerektiğini belirtmektedir. Yani ifrata karşı tefrit.

E. Doğanay'ın incilerinden birisi de geçmiş alimlerin yaptığı içtihadların adeta birer vahiy gibi algılanması sonucunu doğuran şu yaklaşımıdır: "Ümmeti merhumenin en nezih ve en kudretli mümessilleri olan müçtehidler bir meselede ittifak ederlerse artık o hüccettir. Bütün mezhep imamlarının icma ve ittifak ettiği meselelerde de usulen içtihada mesağ yoktur... Ümmetin hüccet olduğunu inkar etmek Hanefi fukahasınca muhtar olan kavle göre küfrü müstelzimdir." Bu satırlarda göze çarpan en temel husus geçmiş uygulamalara ya da içtihadlara harfiyen uyma tavsiyesidir. Alimlere yanılmazlık ve masumluk verilmekte tahkikin adı anılmazken taklit iman umdesi gibi sunulmaktadır.

Sünnet ve hadis arasındaki farkı bilmeyen Kur'an'dan bihaber gözüken muhterem hocaya göre hadisler de vahiydir. "Kur'an'ı mübin Cibril emin vasıtasıyla tilavet ve tebliğ edildiği gibi hadisler de Peygamberimiz (s)'in mübarek kalbine vayih olan birer vahy-i ilahinin ilham-ı Rabbani'nin eseridir. Onun içindir ki hadislere de vahy-i gayri metluv adı verilir."

Kimi modernistlerin hadisleri tümden reddedici tutumlarının gerisinde çok büyük bir ihtimalle yukarıdaki bu ve benzeri mübalağalı ve yanlış görüşlerin azımsanamayacak etkisi vardır.

Kur'an'ın ölçü alındığı vasat çizgi yakalanmadığı sürece, Ekrem Doğanaylar Yaşar Nuriler'i: Yaşar Nuriler Ekrem Doğanaylan beslemeye büyütmeye devam edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR