1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Cahili Mekke Sisteminin Tepkisi ve İslami Direniş -1

Cahili Mekke Sisteminin Tepkisi ve İslami Direniş -1

Ağustos 1997A+A-

Kur'ani vahyin ilk inzal olduğu Mekke'de hakim olan cahili sistemin, ilahi buyruklar karşısında ortaya koyduğu tepkinin niteliğine değinmeden önce, cahili yapı hakkında, Kur'an'da belirtilen bazı vurgulara değinmek yerinde olur. Çünkü, herhangi bir tepkiyi şekillendiren şey, tepkiyi ortaya koyan kişi ya da yapının karakteristik özellikleridir. Binaenaleyh, cahili Mekke Sistemi'nin İlahi mesaja karşı ortaya koyduğu tepki de, bu sistemin varlığını üzerine kaim kıldığı özelliklerden kaynaklanmakta ve şekillenmektedir.

Kur'an'da çok önemli bir yer tutan geçmiş peygamberler ve ümmetlerine ilişkin kıssalara bakıldığında açık olarak görülecektir ki, Hz. Muhammed'e ve getirdiği mesaja karşı çıkan Mekke Oligarşik Sistemi ile diğer peygamberlere karşı çıkan cahili toplumların temel nitelikleri büyük ölçüde aynıdır. Kamer süresindeki anlatım tarzı bizim bu iddiamızın en güzel dayanaklarından birisidir: Rabbimiz Nuh, Hûd, Salih, Lut ve Musa peygamberlerin kavimlerinin gösterdikleri yalanlayıcı tepkileri tek tek anlatırken her bir ümmetin akıbetini bildiren ayetlerden sonra; "Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?" diyerek tekrar tekrar uyarıda bulunmakla muhataplarına geçmiş ümmetlerle kendileri arasında mukayese imkanı vermektedir. Buna binaen, cahili yapının/yapıların tepkilerini bekleyen kimlik öğelerini Kur'an'dan tespit edebiliriz.

Mekke Cahili Yapısı'nın egemenleri de diğer cahili yapılarda görüldüğü gibi kendilerine verilen nimetleri Allah'ın ölçüsüne rağmen hevasından koyduğu ölçülere göre değerlendirerek1 azgınlaşmakta ve ekonomik imkanları ile çocuklarının çokluğuna güvenerek müstağni bir tavır sergilemektedirler.2 Öyle ki, "İnsanları diliyle çekiştiren, kaş vs gözüyle işaretler yapıp alay eden fesad kişi3nin bu müstağni tavrının, malını yığıp sayan ve bu gücün kendisini dokunulmaz (müstağni) kılacağını sanan anlayıştan kaynaklandığı bildirilmektedir4. Bu zihniyet bugün olduğu gibi o günkü cahili Mekke topluluğunda da hayatı tüketim kültürünün doğurduğu handikaplara mahkum etmekteydi5. Şükürden yoksun6, ihtiyaç sahiplerinin ve kimsesizlerin sonlarıyla ilgilenmeyen, sermayeyi tekelci bir zihniyetle denetimine almak isteyen ve dünyevileşmiş7 olan bu zihinsel ve ameli kirlilik, toplumsal kesimler arasında nimetin dolaşımını engellemekteydi. Öyle ki, insanların önemli bir kesimi (özellikle kız çocukları ve köleler) asgari insani ihtiyaçlardan dahi mahrum bırakılmış iken, egemenler adeta yeryüzü cennetlerinde yaşamaktaydılar. Her türlü hayra engel olan, saldırgan ve şüpheci8 egemenler namaz kılanı engelleyerek9 ve medyatik anlamda büyüyü kullanarak10 insanların zihinlerini kirletip halkı tebalaştırmakta, böylece sistemlerinin bekâsını sağlamaktaydılar.

Kur'anî mesajı mevcut statükoları açısından tehdit edici bir nitelikte gören cahili yapı, ilahi mesajı getiren elçiye ve vahyi bildirime karşı tepkisini ortaya koymakta gecikmedi. Zaten İslami kimliğin oluşumu içe kapanık, mesajını gizleyen bir düzlemde devam etmiyordu. Allah Rasulü ve arkadaşlarının cahili yapıya karşı oluşturulan mücadele zemininde mesajlarını halkın gündemine sokan bir eylemliliği açıkça bilinmekteydi. Müzzemmil sûresinde de belirtildiği gibi İslami tebliğ; arılık, gelip geçici bir hevesin ürünü değil, bilakis ciddi, sürekli ve programlı bir çabadan oluşmaktaydı. Zaten bu nedenle de İslami direnişin kaynağını oluşturan Kur'an'da, bölüm bölüm11 ve programlı olarak/tertil ile indirilmekteydi.12 Buna binaen egemenler müslümanların kararlılıklarının bilincinde olarak çeşitli yöntemlerle karşı-tepkilerini ortaya koymaya başladılar.

Gerek Kur'an'dan elde ettiğimiz bilgiler, gerekse de tarihsel bilgi kaynakları gösteriyor ki, İslami oluşum nasıl programlı ve yapısal bir işleyişi gerçekleştirmek istiyorsa, cahili yapı da aynı şekilde programlı, aşamalı ve yapısal bir tepkiyi ortaya koymaktadır.13 İslami oluşum ile mevcut sistem arasındaki çatışma sonucunda gittikçe ayrışan iki topluluk ortaya çıkmaktadır. Bu durumu inkarcıların ağzıyla Kur'an bize haber veriyor.

"Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, inkar edenler, 'inananlar için iki topluluktan hangisinin makamı daha hayırlı, konumu daha güzeldir' derler." (Meryem,  19/17)

İlk Mekki sûrelerden birisi olan Mearic'de de belirtildiği gibi, "emanetlerini ve ahitlerini gözetirler" ayeti ilk müslümanların ciddi bir yapılanma içinde olduklarına işaret etmektedir.

"Emanet" ve "ahit" kavramlarının anlamlarını daraltmadan düşündüğümüzde "gözetilen" emanet ve ahitler; sorumluluk alanları ve yetkileri belirlenmiş bir yapının gereği olan program ve hedeflerdir14 İki topluluktan birisi olan müslümanlar işte bu program ve hedefler etrafında şeref aramaktadırlar. İslami tebliğe karşı tavır alan cahili yapı ve bağlıları ise, kendilerine çekici gelen dünya hayatını tercih ederek zulüm ve baskıyla zillete yönelmektedirler.15

Cahili Tepki

Cahili Mekke Sistemi, İslami direnişin seyrine ve performansına göre çeşitli zulümlere başvurmuştur. Biz bu cahili tepkiyi dört aşamada ele alabiliriz:

1- Kayıtsızlık, Alay ve Dedikodu Dönemi

Cahili tepkinin ilk aşamasını büyük ölçüde bu başlık tanımlayıp anlamlandırabilir.

Hem ilahi mesajı topluma taşıyan ve açık bir kimlikle mesaja "şahitlik" eden elçiye, hem de ilahi mesaja karşı, egemenlerce ortaya konulan istihzaî tavırla ilgili ilk dönem Kur'an ayetlerinde çok sık örnekler yer almaktadır. Müşrikler bu tavırlarıyla hem elçi hem de getirdiği mesaj hakkında şaibe oluşturmayı umarak İslami gelişimi daha başlangıçta engellemeye çalışmışlardır.

Furkan sûresinde belirtildiği gibi elçiye yönelik cahili tepki yukarıda bahsettiğimiz alaycı tutumu örneklemektedir.

"Seni gördükleri zaman mutlaka seni eğlence konusu yapıyorlar. Allah bunu mu peygamber göndermiş?" (Furkan, 25/41)

Bir zamanlar hakemliğini kabul ettikleri insan olan Hz. Muhammed ile alay eden bu insanlar doğal olarak tepkilerini onun mesajına yönelik kayıtsızlık tutumlarıyla gösteriyorlardı.

"Ayetlerim size okunuyordu da siz arkanızı dönüyordunuz" (Mü'minun, 23/66)

"Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: 'Bu bizi babalarımızın taptıklarından çevirmek isteyen bir adamdır'. Ve dediler ki: 'Bu uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir', Ve kendilerine gelen hakkı inkâr edenler. 'Bu apaçık bir büyüdür, başka bir şey değildir' dediler" (Sebe, 34/43)

Bu ve benzer ayetlerden de anlaşılabileceği gibi cahili yapının amacı, insanların İlahi bildirileri düşünmelerini engellemek, oluşturulacak ön yargılarla insanlarla ilahi mesaj arasında setler yükseltmekti. Bahsedilen amaca ulaşmak için uyguladığı alaycı, kayıtsız ve dedikoducu tutum yetmeyince Mekke Oligarşisi'nin egemenleri yeni yöntemler geliştirmişlerdir.

2. İftira, Karalama ve Psikolojik Baskı Dönemi

İlahi bildirilere, Rasul (s) ve çevresine karşı başlangıçta egemenlerin takındıkları alaycı, inkarcı, küçümseyici, hafife alıcı tavır, İslami gelişimi engellemeye yetmemiştir. Bilakis, Rasülü ve getirdiği mesajı ciddiye alanların sayısı gittikçe artma eğilimi göstermiştir. Bu durumu gören cahili toplumun egemenleri, bütün rasullere karşı gösterilen cahili bir geleneğe başvurarak iftira ve karalama kampanyası başlatmışlardır. İşte bu safhada Allah Elçisi'nin kalbini mutmain kılar ve kendisini güçlü sanan inkarcılara meydan-okur:

"Yoksa 'Onu kendisi uydurdu' mu diyorlar? De ki 'Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sûre getirin ve eğer doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın" (Hud, 11/13)

Doğal olarak bu meydan okumanın bir arka planı vardı. Bu meydan okuma ilahi mesaja ilgiyi engellemek için sürdürülen karalama kampanyasına verilmiş bir cevaptı. Hud sûresinin 13. ayeti ve nitekim Enbiya sûresinin 5. ayeti inkarcıların karalayıcı ve psikolojik olarak güven sarsmayı hedefleyen tavırla­rından bize haber vermektedir.

"Hayır, dediler. Bunlar karma karışık düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurmuştur. Hayır, o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize bir ayet/mucize getirsin" (Enbiya, 21/5)

Burada dikkatimizi çeken bir nokta da, inkarcıların mucizelerine karşılık Allah, yalanladıkları ve "karmakarışık düşler" olarak tanımladıkları Kur'an'ın benzeri olan on sûre getirmelerini inkarcılardan isteyerek acizliklerini gözler önüne sermektedir.

Rasul'ün baba ile evladı birbirinden ayırdığını, halkın içine düşmanlık tohumları ekerek birbirine düşman hale getirdiğini/modern ve aktüel söylemle bölücülüğe sebep olduğunu, bu nedenle de "iç tehdit" oluşturduğunu söyleyen inkarcılar böylece cevaplarını almış oluyorlardı.

Doğal olarak, egemenler oturdukları yerde oturmayarak, statükolarını devam ettirebilmek için yeni yollar aramaya koyulacaklardı. Nitekim yeni tarzlarını belirlediler. Terör ve Abluka...

3- Terör ve Abluka Dönemi

Esasen, egemen şirk sisteminin öncüleri16 vahyin indirildiği ilk anlardan itibaren teröre başvurmaktan kaçınmamışlardı. Mü'min kadınların ve erkeklerin işkencelere uğradığına işaret eden sûrelerin ilki Buruc süresidir.17

"Burçlara sahip olan göğe andolsun. Va'dedilen güne andolsun. O gün şahitlik edene ve şahitlik edilene andolsun. Kahrolsun hendeğin adamları. O yakıt doldurulup tutuşturulmuş ateş. Onlar hendeklerin başında oturmuşlardı. İçine attıkları mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Mü'minler sırf aziz, övgüye layık Allah'a inandıkları için onlar bu mü'minlerden öç almışlardı. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir. Allah her şeye şahittir." (Buruc, 85/1-9)

Buruc sûresinin sebeb-i nüzulü hakkında çeşitli rivayetler kaydedilmektedir. Rivayetlerin şu veya bu şekilde olması sonucu değiştirmiyor. Ayetlerin içeriği ve Ashabı Uhdûd'a işaretle yetinilmesi, Kur'an'ı dinleyen Arapların Uhdûd olayını bildiklerini göstermektedir. Bu olay bazı insanların Allah'a imandan başka bir fiilleri olmadığı halde dinlerinden dönmeleri için ateşte yakılmalarına rağmen direnip dinlerinde sebat ettiklerini de vurgulamaktadır. Bu olayın hatırlatılması Mekke müşriklerinin müslümanlardan öç almak için Ashab-ı Uhdud gibi davranmaya başladıklarına bir işaret ve kınama taşımaktadır. Böylece: Rasul'e iman etmelerinden dolayı, Mekkeli liderlerin, müslümanlara Ashab-ı Uhdud benzeri bir tavır takındıkları belirtilmektedir. Takip eden ayetlerde ise, müslümanların musibetlerle karşılaşması ve dinlerinden döndürülmeye çalışıldığı ile ilgilidir.

"İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra yaptıklarına tevbe etmeyenler yok mu. onlar için cehennem azabı vardır. Ve onlar için yangın azabı vardır. İnanan ve iyi işler yapan kimselere altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur. Şüphesiz Rabbi'nin tutuşu şiddetlidir. İlkin vareden, sonra geri çevirip yeniden yaratan odur. O bağışlayan, sevendir (Buruc, 85/10-14)

Burada özellikle dikkat çeken bir nokta da, mü'min erkeklerin yanı sıra kadınların da ayetlerde zikredilmesidir. Bu da gösteriyor ki, çağrının duyurulması ile birlikte, kadınlardan bir grup Rasul'e iman edip, büyük takibat, sıkıntı ve işkencelere maruz kalmalarına rağmen daveti kabule koşmuşlardır. Rivayetlerin bildirdiğine göre onlardan bazıları fiili baskı ve işkenceye hedef olmuştur. Bu rivayetlere göre mü'min kadınlardan bazıları, erkekler gibi, dinlerine bağlılıklarından dolayı hayatlarından olmuşlardır. Ve Kur'anî mücadelenin şahitliğini gerçekleştirmede canı ile bedel ödeyen ilk şehit sahabe Sümeyye adlı bir kadın olmuştur.18

Ankebût sûresinin 10. ve 11 ayetlerinde, baskı ve zulüm ve karşısında yılgınlığa düşmüş, zayıflamış bazı müslümanların kafirlerle işbirlikçiliğe başladıklarına dair işaretler görmekteyiz. Bu tür insanların 12. ve 13. ayetlerde belirtilen ifadelerden de çıkartılabileceği gibi, psikolojik olarak da zayıf oldukları anlaşılmaktadır.

Aynı tür insanların kimlik ve kişilik özellikleri hakkında Hacc sûresinin 11 ve 15. ayetlerinde de ilginç vurgulara rastlamaktayız. Hacc sûresinin 10-15. ayetleri ile Ankebut sûresinin 10. ve 11. ayetleri arasında büyük bir benzerlik görünüyor. Her iki ayet kümesinde de karşılaştıkları zulme dayanamayıp zayıf düşen, işkenceleri göğüsleyemeyip sabretmeye güç yetiremeyen ve Allah'ın müslümanlara va'dettiği yardımdan ümit kesen insanların hem psikolojik olarak hem de ardından kimlik olarak çözüldükleri işlenmektedir. Özellikle Hac sûresinin mezkur ayetlerinin de, mü'minlerin bu tür olaylara karşı uyanık olmaları ve itminanlarını yitirmemeleri gerektiği ilginç bir benzetmeyle vurgulanmaktadır.

"... Kim Allah'ın dünyada ve ahirette O'na (Rasul'e) yardım etmeyeceğini sanıyorsa öfkesini gidermek için her çareye başvursun. Kendini boğmak için (evinin) göğ(ün)e bir sebep (ip)le uzansın. Sonra kendini yerden kessin de baksın (bakalım) tuzağı öfkelendiği şeyi giderebilecek mi?" (Hac, 22/11-15)

Evet, Allah'ın yardımının gecikmesine öfkelenen ve içlenen, bunun için irtidat edip inkara kalkışan adamın durumu, herhangi bir şeye kafası bozulan ve kendi kendisini darağacındaki ipe asan kişinin eylemi gibidir. Böylece intihar eden adam öfkesini dindiremez, başkasına da zarar veremez.

Bu ayetlerden bir bütün olarak, müslüman olduğundan dolayı işkenceye maruz kalan ve sıkıntılara düşen, gönül huzuruyla davranmayan, işkence ve sıkıntılara karşı sabretmeyip özgürlüklerini yitiren ve irtidat eden kişiler eleştirilmektedir.

Nahl sûresinin 95'den 106. ayetine kadar olan ayet kümesinde de adeta genel bir çerçeve çizilerek mü'minlere, irtidat edenlerden dolayı yaşanan psikolojik çöküntünün yersizliği hatırlatılmaktadır. Çünkü, "Gerçek şu ki, iman edenler ve Rabblerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir zorlayıcı gücü yoktur". (Nahl, 16/99)

Mekke oligarşisinin ileri gelenleri bu işkencelerle de yetinmemiş, ekonomik ve sosyal bir tecrit politikası izleyerek mü'minleri tam bir ablukaya alıp İslam'a karşı savaşlarına yeni bir boyut katmışlardır. Nitekim tarihsel kaynaklar, hacc mevsimi dolayısıyla Mekke'ye gelen Arap kabilelerinin Kur'an'ın etkisinde kalmalarını engellemek için Mekke müşriklerinin ikaz ve tembihleriyle karşılaştıklarını kaydetmektedir. Yine kayıtlara göre Peygamberimiz (s)'in soyu olan Haşimoğulları'na sosyal ve ekonomik boykot uygulanmıştır. Mekke oligarşisi müslümanlarla her tür ilişkiyi yasaklayan bir yazılı bildiriyi Ka'be duvarına asmıştır. Bu bildiriden sonra Mekke halkı müslümanlarla sosyal, ekonomik, kültürel her türlü insani ilişkilerini kesmiş ve müslümanlar Mekke'nin bir dağ mahallesinde üç yıl çeşitli mahrumiyet ve eziyetler altında sürecek olan zor yıllar yaşamışlardır19. Müşriklerin bu çabalarına rağmen mü'minlerin iç dayanışmaları daha da pekişmiş ve sayılarında hiç bir azalma da olmayınca Mekke sisteminin önde gelenleri ablukayı daha da daraltma yoluna gitmişlerdi. Ancak onların bu çabaları ters tepmişti. Henüz İslam'dan habersiz olan kabileler bu karşı propaganda aracılığı ile İslam'dan haberdar olmuştu. İnsanlar büyük bir merak ile Hz. Peygamberi tanımak ve dinlemek istemeye başlamışlardı.

Gerek Habeşistan'a yapılan hicretler, gerekse Taif ve Medine'ye gösterilen ilginin, müslümanların, İslam'ı merak eden insanlara ulaşması ve yeni talepler oluşturmayı hedeflediği gibi, müşriklerin izlediği terör ve ablukadan da kurtulmayı hesap etmiş olacağını söyleyebiliriz.

Ancak sabırla ve vahyi doğruları "kafirlerin kafalarını çatlatırcasına" tekrar ederek yükselen direniş, zorlu imtihanlar karşısında müslümanların iç dayanışmalarını zindeleştirip konumlarını güçlendirmiştir. Şura süresindeki bir ruhsatla müslümanlar artık Mekke Dönemi'nin son safhalarında güçleri yettiği oranda kendilerine yönelen musibetleri kuvvetle defetme noktasına ulaşmışlardı.

"(Mü'minler) bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birlik olup karşı dururlar" (Şura, 42/39)

Medine'ye yapılan büyük hicret sonrası ortaya çıkan gelişmelerle müslümanlar Allah'ın arzında inançlarını iktidar kılacaklarına inanmaya başladılar. Artık Mekke Cahili Oligarşik Rejimi ile Medine İslam Toplumu arasında yeni bir ilişki dönemi başlayacaktı.

Bundan sonraki sürece ilişkin hem Kur'an'da hem de hemen konuya ilişkin bütün tarihsel kaynaklarda ayrıntılı malumat bulunuyor. Başta Bedir, Uhud ve Hendek savaşları olmak üzere artık karşılıklı meydan savaşları yapılacak ve Allah'ın yardımı ile Mekke'nin fethi ile mü'minler kesin zaferlerini ilan etmiş olacaklardı.

Dipnotlar:

1- Müddesir, 74/18-25

2- Müddesir, 74/11-15

3- Hümeze, 104/2-3

4- Hümeze. 104/2-3

5- Müddesir. 74/43-47

6- Fecr, 89/16

7- Fecr, 89/17-20

8- Kaf, 50/25

9- Nas, 114/4-5

10- Felak, 113/4

11- Müzzemmil, 73/4

12- Furkan, 25/32

13- Alak, 96/17; Müminun, 23/67

14- H. Türkmen, Kur'an Neslinin Oluşumu ve Mekke'deki İlk Yapılanma. Hak Söz, Sayı: 76, Temmuz 1997.

15- Fatır, 35/5-10

16- Nur, 24/7

17- İ. Derveze. Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı. C. II, s. 278

18- a.g.e., C.II, s.281

19- Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi. C. I, s. 27

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR