1. YAZARLAR

  2. Xavier Raufer

  3. Kara Afrika ve Devrimci İslam

Kara Afrika ve Devrimci İslam

Ocak 1991A+A-

Xavier Rauffer, L'Express muhabiridir.

Raufer'in Afrika'daki devrimci İslami hareket ve oluşumları konu alan bu yazısında ayrıntılı inceleme ve araştırmalara dayanan analizlerden çok, gazetecilik kaygısının egemen olduğu görülüyor. Genel yaklaşımı itibariyle bizde çokça karşılaştığımız irtica tehlikesi'ni çağrıştıran bu makaleyi, oldukça saldırgan ve sömürgeci bakış açısına rağmen, kuzeyi dışında hakkında pek malumatımız bulunmayan Afrika kıtasında son dönemlerdeki İslami canlılık hakkında, aktardığı enformasyon nedeniyle sunuyoruz.

DÜNYA ve İSLAM

 

Rüşdi Olayı

Geçen 18 Mart'ta, sekiz binden fazla kişi, İmam Humeyni'nin mürtet Salman Rüşdi'yi ölüme mahkum eden fetvasını desteklemek için, Büyük Dakar Camii'nde toplandı. İlk safta, Senegal İslami hareketinin önde gelen isimlerinden Batı Afrika'da çok yaygın olan bir cemaatin, Ticaniler'in genel halifesi, El Hacc Abdulaziz Si bulunuyordu.

Şubat'ın ortasında Mart sonuna kadar, gösteriler, Afrika kıtasında hızla yayılmıştı. Uganda, Sierra Leona ve Zimbabve'de, müslüman otoriteler kitabı lanetlediler ve yazarını şiddetle eleştirdiler. Tanzanya'da 3 Mart günü, imam Humeyni'nin fetvası, Büyük Darü's-Selam Camii önünde toplanan halka duyuruldu. Humeyni'yi destekleyen 50.000 Nijeryalı, ülkenin kuzeyinde toplandı. Sudan'da gösteriler, Hartum İngiliz Büyükelçiliği önünde, "Rüşdi'yi öldüreceğiz" çığlıklarıyla, Mart boyunca devam etti. Oysa bu gibi gösteriler, buzdağının sadece görünen kısmıydı: Afrika'da sokağa dökülmek zor, hele konu böylesine tehlikeli olunca.

Kısacası, "Şeytan Ayetleri" meselesi, kıtadaki depremden payını aldı. Daha da önemlisi, uzun zamandır varlığından kuşkulanılan, bir türlü sönmediği gibi, için için yanmaya devam eden bir savaşın gerçekliğini de açığa çıkardı.

2000 Yılında İslam'ı Kim Kontrol Edecek

Oyun yeri: İslam dünyasının başlıca cemaatlerinin bulunduğu, sekiz yüz milyondan fazla müslümanın yaşadığı, Moritanya'dan Mindano'ya kadar uzanan uçsuz bucaksız alan.

Oyuncular: Başa güreşen, İslam'a saygıyla bağlanacak bir buçuk milyar müslümana, otuz yıl içinde kılavuz ve referans olmayı misyon edinen ve bundan bir türlü vazgeçmeyen Iran İslam Cumhuriyeti.

Kanıt: Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan el-Benna ve Cemaat-i İslamî'nin kurucusu Ebu'l-Ala el-Mevdudi'nin eserlerini Farsça'ya çeviren Ali Hamaney'in, özellikle Sünni İslami hareketler konusunda uzman olmasından dolayı, Humeyni'nin halefi olarak seçilmesi.

Kupa -kutsal yerler ve minnettar bırakan petro-dolarlar- şu an Suudi Arabistan'ın elinde. Bu amansız mücadelede -ilk bakışta anlamsız gelebilir ama ileride nedenini göreceğiz- ortadaki en önemli ödül Afrika: Nüfusbilimcilerinin değerli bilgi kaynağı, misyonerler ve hıristiyanlıkla yapılan çarpışmaların toprakları, uzun süredir ekonomik bir krizin görüldüğü yer. Tahran'ın devrimci-müslüman liderlerini coşturan göçü unutmamalı. Nereye? Avrupa'ya, Batı dünyasının kalbine, iki senedir, bu mücadele bütün şiddetiyle sürmekte. -Hala çok güçlü olan- Suudi Arabistan, camii, dernek ve din adamları ağına cimrice yaptığı yardımları ve verdiği bursları arttırmak zorunda kaldı. Diğer taraftan İran, Irak'a -ve diğer müslüman ülkelere- karşı sürdürdüğü savaşın sona ermesiyle birlikte daha serbest hareket etme imkanına kavuştu.

Yaygınlaşan Radikallik

İslam'ı; Batılıların idareyi elinde bulundurdukları, aktif ama zararsız, hatta saygılı, tarikat tarafları, uyumlu ulemanın ufak parçalara ayırdığı, kutsal savaştan ziyade ticari menfaatlerini düşünen şeyhlerin kontrolünde bulunan, "kolonilerin güzel zamanı"ndaki Afrika İslamı gibi görürsek, bu mücadeleyi anlamamız oldukça zorlaşır.

Çoğunluğu suni olan Afrika devletlerinin, uyguladıkları kötü politikalar yüzünden daha da güçlenen bu İslami zeminde, en iyi olan hangisi? Renkli derililerin topraklarım, sınırlarını, önemli merkezlerini gösteren politik bir kart kullanarak durumu anlamaya çalışalım.

Fırtınaları, rüzgarları, denizyollarını gösteren bir okyanus haritası burada çok işimize yarardı; çünkü hiç bir yerde İslam ve sınırlar Afrika'da olduğu gibi karışık ve iç içe geçmiş durumda değildir. Vaizler, dini örgütler, gezgin dindar tüccarlar, hac yollan, bölgesel yapıya karşı olan akımlar, durağanlık ve bizimki. En güzel mesaj taşıyabilmek için kıtanın bir ucundan öteki ucuna, camii avlularındaki medreselerde eğitim görmeye giden Mısırlılar ve Sudanlılar. Hükümetleri, evlerinden uzak olmalarından dolayı onlara kızmazlar; çünkü bilirler ki onlar ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar, Müslüman Kardeşler'e yakın olacaklardır. Tunuslu müslümanlarla köklü ilişkileri olan, Büyük Camii'ye bağlı Dakar İslam Enstitüsü'nün de çerçevede önemli bir yeri vardır. Kuzey-Doğu Nijer ve Kuzey Nijerya'nın önemli cemaatleri ise, Senegal'in merkezinde bulunan Kaolack'taki ulemanın etkisinde yaşamaktadırlar. Afrika devletleri, yeterli donanıma ve düzenli teşkilatlanmaya sahip olmadıkları için bu milletlerarası trafiği izleyebilmek ve kontrol edebilmekten acizdirler. Bir vaiz nasıl takıp edilebilir? Taraftarlar nasıl kaydedilebilir? Yabancılara ders veren genç gruplar neredeler? Taban hakkında bilgi edinmek yerine, önemli şeyleri göremeyen, problemleri kabul etmeyen bölgesel otoritenin yanında yer almak, bazılarının miyop, geri kalanların da nostaljik bakışları, Batılı bilgi kaynaklarım, Şah'ın İran'ındaki Amerikalı meslektaşlarının düştüğü hataya doğru sürüklemekte ve kaygı verici değişim sessiz bir şekilde devam etmektedir.

Putların Yıkılması

Bu kaygı verici değişim, önce kafalarda gerçekleşiyor. Elit kesim ve yönetici sınıf önce hafif bir sis bulutu gördü, sonra da, seçilen sisteme hizmet etmiş yılların bir anda yıkıldığını: Yugoslavya'nın kendi kendini yönetmesi, Cezayir'in sosyalizmi. Dışarıda milliyetçilik, içeride ilericilik; üçüncü dünyacılık ve endüstriyel iradecilik; yerel yönetimin kibirli tavrı: Afrika sosyalizminin pembe düşlerinin, Kosova isyanlarına, Cezayir'in kanlı haftalarına, bir tas dolusu zehire dönüşmesi.

Liberalizm ve demokrasi ne durumda? Ya, bir gün "yeni sanayileşmiş ülke" olma hayali? Ortada, aynı idealleri paylaşmayan, sunulan yaşam tarzını benimsemeyen bir halk var. Cezayir'de ateş çemberi, rejimin imtiyaz sahiplerinin yaşadığı semtleri kuşatmış durumda. Bir tarafta, cepte 100 CFA Frankı ile alışverişe çıkan insanlar, 5 Fransız Frankı günlükle geçinmek zorunda olan aileler; diğer tarafta ise, fakir halkın önünden, hızını bile azaltmadan geçen Mercedes ve BMWler. Geriye kalan ne? Devrim mi? Sabır veya yasa dışı yollara sapma; 1968 Mayısı'nın ideolojik döküntülerinden kurtulamamış, gerçek dünyadan uzak Marksist partiler.

Kalan İslam. Sosyalizmden ve birinci sahneyi oynamaya bir türlü başlayamayan liberalizmden usananların İslam'ı. Bilinçli ama yönetimde söz sahibi olmayan kesim (diplomalı işsizler, entellektüeller, ufak yatırımcılar, tüccarlar) için kalan ise toplumsal değerlerin ve ahlakın kırıntıları. Her şeye rağmen insanlara, yöneticilerin ve Batılıların yaşayışlarına köklü eleştiriler yapabilmeyi mümkün kılacak bir bakış(ı yeniden) veren Kur'an.

Reformistlerin İslamı

Fakat bu; ufak suiistimalleri kar sayıp, iktidara karşı takındığı uysal tavrını yine devam ettiren, zayıf görünüşlü bir İslam. Reformistler -kendilerini bu şekilde adlandırıyorlar- batıl inançları, evliyalıklarını ilan edenleri ve Murabıtların sunduğu din anlayışını reddedenlere, cesur bir İslam teklif ettiler. Yoksa, Murabıtlar kolonicilerle anlaşmış, panayır yankesicileri miydi? Reformistler, düşüncelerini yerel dillerle de ifade edebilecekler miydi? Peygamberleri gibi Arapça konuşan reformistler, 1950'li yıllardan itibaren, örnekleri Cezayirli Şeyh Abdülhamit Bin Badis'in izindeki anti-koloniciler olmuşlardı. Bin Badis, Konstantinli büyük bir ailenin oğluydu. Etkisini Batı Afrika'da kısa zamanda hissettiren 1931 Ulema Toplantısı'nda ortaya çıkmıştı. Mesajı: İslam'ın orijinal şekline dönüş, batıla karşı savaş, ama Batılı zihniyetle eşit şartlarda mücadele edebilmek için, Avrupa'dan gelen teknolojiyi öğrenme.

Senegalli bir aydının oğlu olan Şeyh Ahmed Türe, öğrenim gördüğü Konstantin'deki enstitüde, Bin Badis'in düşüncelerini benimseyenleri harekete geçirdi. 1953 yılında Arap üniversitelerinde öğrenim gören Afrikalılarla birlikte, İslami Kültür Birliği'ni kurdu. Bin Badis ve Suudi Arabistanlı Vahhabiler'in istediği saf İslam'ı savunan Mali'nin Dyolalar'ı ve gezgin dindar tüccarlar sayesinde, birlik, kısa zamanda bütün Batı Afrika'da yayıldı. Bütün Cezayir milliyetçileri, yakında yaman bir İsrail düşmanı olacaklardı. Arapça eğitim veren Kur'an okulları, reformizm etkisiyle canlılık kazandı. Birliğe bağlı gençlerin, aydınların, şehirlilerin çoğunlukta olduğu reformistler, tarikatların tersine, köklü sosyal temellere sahip değillerdi. Dini bilgileri ve cemaatleşme metodunu, Kur'an ve sünneti inceleyerek öğreneceklerdi. Burjuvalasma mı? Hayır, tam tersine... 1970'li yıllardan itibaren, İslami devletin kurulması gerektiğini -açıkça veya gizlice-savunanların ve İran İslam Devrimi'ni coşkuyla karşılayanların sayısı oldukça çoğaldı. Bölgedeki İslami hareketlerin çoğuna ilham veren, Senegal radyosunun Arapça yayınlara başlamasını sağlayan Şeyh Türe, 1985 yılında yaptığı bir konuşmasında, "İslam ümmetinin yeniden güç bulabilmesi için tek umut İran deneyimidir" dedi.

Reformistler, entellektüel dünyalarından çıkıp, tarikatların etrafında bulunan büyük kitleye İslami devrimi anlatabilirler. Mali ve Senegal'de, öğrencilerin önemli bir kısmının eğitim gördüğü medreseler, şu an reformistlerin belirlediği eğitim sistemini uyguluyorlar. Birisinin de dediği gibi "okullara hakim olan, beyinlere de hakim olur; beyinlere hakim olan ise insanlara da hakim olur." Sonuç: Seksen yaşındaki bir adamın idare ettiği, İslam virüsüne yakalanmış bir Ticani cemaatin, reformizmin etkisiyle, papanın Senegal'i ziyaretine karşı başlattığı kampanya, "Batı'nın mason ajanlarına" karşı düzenlenen gösteriler, Hizbullah'ın şehitleri için yapılan yürüyüşler ve genel şeyhin, Humeyni'nin fetvasını desteklemesi.

İslam'ın devrimci virüsü başka doğrultularda da yayıldı. Lübnanlı ve Hindo-pakistanlı göçmen müslüman topluluklar da bu virüsten etkilendiler.

Göçmenlerin İslamı

Afrika'nın, Alt Sahra bölgesinde, Lübnanlıların sayısı 250.000'i bulmakta, Hint kökenliler ise milyonu geçmekte. Birinci grup, daha ziyade Afrika'nın Fransızca konuşulan bölgelerinde yaşamakta; ikinci grupsa, kıtanın güney ve doğusunda, eski İngiliz kolonilerinin yer aldığı bölgede bulunmakta. İstisnalar: İngilizce konuşulan Nijerya'da yaşayan 15.000 Lübnanlı ve Madagaskar'daki 20.000 Hindo-pakistanlı. Çoğunluğu Şii olan müslümanların sayısı epey fazla: Büyük şehirlerde oturan 8.000'i Şii olmak üzere, İran'ın temsil ettiği anlayışa yakın olan 15.000 müslüman Madagaskar'da; büyük kısmı Şii 30.000 Lübnanlı Gine ve Nijerya'da; 70.000 Şii Fildişi Kıyısı'nda; 18.000 Senegal'de; 15.000 Sierra Leone'de ve 3.000 Zaire'de. Sonuçta, iki hatta üç milletin (Lübnanlılar, Fransızlar ve Afrikalılar) karşılaştığı bu bölgede, 125,000 "memurun olmasına şaşmamak lazım. Gayri resmi çalışanları da unutmamalı. Bu Lübnanlıların çoğu şehirlerde yaşayan, sakin, meşruiyetçi ve ticaretle uğraşan kişilerdir. Uzun süre önce gelenler, ekonomik düzenin önemli noktalarını kontrollerinde bulunduruyorlar ve idari mekanizmaya aktif olarak katılıyorlar. Parasal durumları oldukça iyi. Noter memurluğu, Benin gibi bir ülkede mütevazi hayat seviyesini ifade ediyor, bazıları İse günde (750.000 Fransız Frankı) 15 milyon CFA Frankı kazanabiliyor.

Ama müslüman ve hıristiyan Lübnanlılar ülkeleriyle olan ilişkilerini başarı ile gizliyorlar. Şiiler arasına Benin, Kongo, Fildişi Kıyısı, Gine, Nijerya, Sierra Leone ve Zaire'de yardım toplamada Lübnanlı örgütler birinci. Genellikle Emel, ama Hizbullah'ı da unutmamalı. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Gabon'da olduğu gibi, ticari ve aileler arası çatışmaları sonuca bağlayanlar da bu örgütlerin elemanları.

Şii toplumu genelde çok genç. Aşağı yukarı yarısı 30 yaşın altında. Güney Lübnanlı, Beyrutlu, Bekaalı bu gençlerin çoğu örgütler için çalışmakta. Onlar için Afrika cephe gerisi, cepheye dönmeden önce izinlerini geçirdikleri dinlenme yerleri.

Örgütler, her ne kadar askerlerinin morallerini düşünüyorlarsa da, bu tatillerden yararlanmayı da unutmuyorlar. Orta Afrika Cumhuriyetinde, Sierra Leone'de mücevher ticaretiyle ilgilendikleri ve Afrika-Avrupa arasında para akışını sağlamak için serbest bölgelerden yararlandıkları söyleniyor.

Bu bağlantıların, bazen Lübnan'dan da ileriye gittiği oluyor. İslami Cihad'ın Fransız rehinelerin serbest bırakmasında Lübnanlı -Fildişi Kıyılı kişilerin oynadıkları rolleri hatırlayın!

Aktivizm, ama ölçülü ve Afrikalı İslamcılarla dikkat çekici ilişkilere girmeden. Senegal'de, Şeytan Ayetleri'ne karşı yapılan şiddetli gösteriler sırasında Şii toplumu krizdeydi, imamları Şeyh Abdul Menem Zein'i çok yumuşak bulan etkin durumdaki gençler, Hizbullah'a yakın, daha radikal bir kutup oluşturmaktan bahsetmeye başladılar. İkisi de, İran yanlısı ama henüz birleşmeyen iki paralel hareket.

Devrimci İslam Sesleri

İslami ateşin verdiği güç sayesinde hareketler, kronikleşmiş sorunların çözümünde başarılı neticeler elde ettiler. Yüzyıl boyunca, Sudan'dan Sahel'e, mazlum halka ahireti hatırlatan, zalim iktidara karşı mücadeleyi emreden kurtarıcılar, mehdiler önderliğinde sayısız ayaklanmalar olmuştu. 1980'li yılların başında yapılan, bu ayaklanmaların sonuncusunda Kuzey Nijeryalı "Maitatsine"ler dört binden fazla şehit verdiler (bu rakam on bin de olabilir). Ne zaman konuşma özgürlüğü ortaya çıksa, şiddetli bir patlama da hemen arkasından gelir. 1979 Ağustosu'nda, Kaolacklı genç din adamı el-Hacc Ahmed Halifa Niass, kısa süre sonra kapatılacak olan Senegal Hizbullahı'nı kurdu. Ama basın özgürlüğü, yetkililerin, kardeşi Sidi Lamine Niass'ın 1983'te çıkarmaya başladığı devrimci İslami dergi Ve'l-Fecr'i kapatmalarını engelledi. Bütün bu hareketler, bu gergin durum ortada yokmuş gibi, özellikle Mağrib'te baskın olan Malikiler'in, Peygamber'e hareket eden mürtetler hakkındaki sert görüşleri bilinmiyormuş gibi, masmavi olduğunda inandığımız gökyüzünden, Salman Rüşdi yıldırımı düşüverdi. Metin, "infaz hemen yerine getirilmeli, ondan hiç bir pişmanlık kabul edilmemeli" diyor.

İran'ın Stratejisi

Tahran'ın İslam devrimcileri, olanları uzun zamandır heyecanla izliyorlardı. Afrika politikalarının örtüsü altında, Avrupa'ya sızmaya çoktan başlamışlardı. Uygulanan bu taktik, Lübnanlıların gerekli bağlantıları kurmasıyla tamamlanıyordu.

Paris, 1986 Eylül eylemlerini düzenleyenlere, yardım etmek suçundan Fransa'da tutuklanan, Senegal kökenli Nasır Rıda Haşim; 1987 Temmuz'unda, Air Afrique'e ait DC-10 tipi uçağın, Orta Afrika Cumhuriyeti'nden, Muhammed Hariri tarafından kaçırılması; 1988 Ağustos'unda önemli bir örgüt karargahının tesbit edilmesi ve Abid-jan'daki patlama. Ve -henüz- resmi olmayan bilgilere göre: Zaire'de ikinci bir örgüt karargahının tesbiti ve Fransa'da suikast düzenlemeyi planlayan N'djamena'daki bir örgütün dağıtılması. Bütün bunları düzenleyenler, tabii ki Afrika'da yaşayan Lübnanlı gençler. Bu saldırılar belirgin bir şekilde yapılmakta. İran-Irak savaşı sırasında Fransa, Bağdat'taki ordunun bir numaralı toptancısı olmaya çalışmıştı. Bu Eylül 1986 tipi eylemlerin de sebebim açıklamakta. İran, dış müdahalelerine son verdi mi? Hayır, terörizm, şu an için değilse bile -sürekli tedbirli ve uyanık olmak gerekir- ileride tekrar ortaya çıkacaktır. Rüşdi olayında olduğu gibi ufak bir vesile yeterli. Saldırgan dini siyasetini yayma çabasında, harekete hazır bir örgüt beklemekte. Bütün bunlar, Tahran'ın gizlemeye bile gerek duymadığı projesinin bir parçası. İslam Ülkeleri Konferansı üyesi, 46 ülkenin mümkün olduğu kadar çoğunu kendi safına çekmeye çalışıyor. Böylece, bu ülke hükümetlerini, gerçekleştirilmesi güç yükümlülükler altına sokmayı planlıyor -bazıları çoktan, bu yükümlülük altına girdiler bile-. Tahran'ın, kokuşmuş ve zalim diye tanımladığı yöneticilerin sahte İslamı ve halkın yoksulluğu arasındaki çelişki iyicene su yüzüne çıkınca, ulemanın önderliğinde gerçekleşecek ikinci İslam devriminin de vakti gelmiş olacak. Bunun için daha uzun zamana ihtiyaç var, zira müttefikler hala azınlıkta, ama yol belli.

Bu projenin birinci perdesi sahnede. Ekonomik yardım paketleri: Örneğin; Burundi, kahve ve çay için önemli miktarda yardım almakta. Bilinen bir başka yardım ise, Güney Afrika'nın ırkçılık karşıtı gerillalarına verilmekte. İsrail'e karşı mücadele eden Lübnanlı müslümanlar -Hizbullah- da yardımlardan önemli bir pay almakta.

Kısacası, çok yönlü bir propaganda yapılıyor. Anti-emperyalizm, kıtadaki "sosyalizm düş kırıklığını" da gözardı etmeden, Burkino Faso, Kongo, Gana, Madagaskar gibi ilerici ülkeleri de hakimiyeti altına almakta. Devrimci müslümanlar, mesajlarını Güney Afrika, Nijerya, Senegal ve Sudan'daki İslami hareketlere taşımakta, Lübnanlı ve Hindo-pakistanlılar ve özellikle gençlere seslenilirken, Şiilikten bahsedilmiyor. Ne deniyor? içki, uyuşturucu bağlısı, kadınları kötü durumda olan Batı'nın hayatlarından memnun olmadığı. Kanıtları: Batı'nın kimyevi ve düşünsel artıklarını Afrika'ya atması. "Şeytan Ayetleri"nde olduğu gibi... Suudi prenslerin fuhuş ve lüks dolu yaşamlarının özellikle altı çiziliyor: Yatlar, gazinolar, saf altından musluklar...

Bu propagandalar, elçilikler, kültür merkezleri, yardımda bulunulan medreseler, dini konferanslar vs. gibi birçok değişik kanaldan yapılmakta. Afrikalı müslümanların çıkardığı dergiler, gazeteler ve kıtayı yorulmak bilmeden dolaşan vaizler sayesinde daha da güçlenmekte. Afrikalı gençler İran'a okumaya gidiyor. Bunların sayısını kestirebilmek imkansız. Şii gençler, Lübnan, Suriye ve Pakistan üzerinden Kum'a hacca gidiyorlar. Para gerektiği zaman ise, İslam Cumhuriyeti elini cebine atıyor, İran'ın, Madagaskar'daki Morondava Büyük Şii Camii'ne ve Dakar'daki Ve'l-Fecr adlı Sünni İslami dergiye yardım ettiği söyleniyor.

İslam Bir Katalizör mü?

Afrika kıtası, İslami felaketin eşiğinde mi? Hayır, henüz değil. Yine de bundan daha tehlikeli bir başka şey olmaz. Sebepler serisi yeterli. Mevcut rejimler, önce, radikal İslam'ın yıkıcı gücünün farkına varılmasıyla son bulmuştu. 1980'li yılların Mısır'ı önümüzde. Sonunda, toplumsal çalkantılar, bunları takip eden isyanlar ve devlet reisinin öldürülmesi...

Halk, dervişlerin etkisinden kurtulmaya ve çılgın eylemlere girişmeye henüz hazır değil. Hindo-pakistanhlar'ın ve Lübnanlıların, İslami görüşün liderliğine oynamayı pek düşünmedikleri de biliniyor. Daha ziyade ticaretle ilgileniyorlar. Ufak yardımlarda bulunuyorlar, ama söz konusu devrim olunca, bu halıyı kendi ayaklarının altından çekmek demek olur; çünkü devrim büyük ekonomik güç gerektiriyor.

Temelde ve yaygın kanının aksine, İran tarzı devrimci İslam, dini bir reaksiyon değildir. Benzerini Latin Amerika'daki katoliklerde de gördüğümüz, İslam dünyasının özgürlük ilahiyatıdır. Yoksullarla diyalog, gelir dağılımındaki adaletsizliğe dikkat çekmek, mevcut gayri meşru iktidarı ve yoksulluğu ortadan kaldırmaya çalışmak...

Peki kriz, tehlikeli boyutlara geldiği zaman sonuç ne olacak, yoksa askeri bir çözüme mi gidilecek? Halkı değiştirmeden, meşru bir sistem olmadan, olaylar nasıl düzene sokulacak? Askeri bir çözüme gidilmesi epey zor. Şili tarzı çözüm -Şikago Boyslar'ın liberalizmi- pek çekici değil, "halk İslami" belki bir çözüm olabilir. Genç bir rehberden yoksun kafalarda, bu anlayış hızlı adımlarla ilerliyor...

Çev.: Emrah Eryılmaz

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR