1. YAZARLAR

  2. Oktay Altın

  3. Kar Çiçeği

Kar Çiçeği

Aralık 1995A+A-

Erzurum, her yönü bir başka güzellikler şehri. Destansı gizemler şehri. Kasım ayından sonra, beyaz karın düştüğü, karakışın başladığı, hayatın bir başka yaşandığı, karın, buzun, soğuğun işgal ettiği şehirdir Erzurum. Karın tadını çıplak ayaklı çocuklar ve dağlarda kayanlar çıkarır Erzurum'da. Palandöken dağları bütün ihtişamıyla kıble tarafında... Palandöken, bir simgedir Erzurum'da. Kayakçılar ve dağcılar, bir de gurbetteki Erzurumlular için bir aşktır Palandöken" satırları Özgün Yayınları'nın Ekim '95'te çıkardığı Bahattin YILDIZ'ın "Kar Çiçeği" adlı romanının arka kapağında yer alıyor.

Roman, "Afganistan'da başlayan cihad, İran'da Şah'ı deviren İslam inkilabı'nın gerçekleşmesi ile yeni Hicri yüzyılı müjdeleyen" 1399 yılının bitip 1400'e girildiği günlerde Akıncılar Derneğinin 22 Kasım günü Kayseri'de yapacağı "Hicret Yürüyüş ve Mitingine dikkat çekmek ve katılmak için Erzurum'dan Kayseri'ye koşacak olan üç gencin "birinci yurt kantinindeki hantal masalardan birinin üzerine serilmiş haritanın etrafında" yaptıkları planla başlar.

Erzurum'dan iki kişiyle koşuya başlayan ve çevrenin ilgi odağı haline gelen gençler, önlerindeki "hicret" yazısını merak edenlere, uğradıkları köy ve kasabalardaki halka, dillerinin döndüğü kadar İslam'ı, Peygamberi ve hicreti anlatmaya çalışırlar. Kargın'a ulaştıklarında "köyün en bilmişi amca"ya Humeyni'nin Şii fakat bir alim ve müslüman olduğunu ve Şah'a karşı tercih edilmesi gerektiğini anlatırlar.

Değişik badireler atlattıktan sonra Kayseri'ye ulaşan gençler, burada üzücü bir haberle karşılaşırlar. Yürüyüş ve miting afişlerini yapıştıran Kemal Özdemir, ülkücüler tarafından şehid edilmiştir.

"Ülkenin her tarafından gelen müslümanlar ABD, SSCB ve İsrail bayraklarını yakıyor, sloganlar atıp, polis ne oluyor demeden halkayı çözüp dağlıyorlardı." Müslüman Gençlik, Kayseri caddelerinde şehir şehir, ard arda, omuz omuza, kol kola yürek yüreğe yürüyorlardı, inançla bağırıyorlardı: 'Hicret, Şehadet, İslami Devlet".

Seyfullah'ın "İyi bak Yasir, şu genç topluluğa iyi bak. Bunlar bilmeden şehadete yürüyorlar" sözü samimi ama Kur'an'la irtibatı yeterli olmayan gençlerin ruh halini tesbit ediyordu...

Erzurum'dan Kayseri'ye koşan gençlerden biri olan milli atlet Yasir'le milli kayakçı Ayşenur'un Palandöken'de karşılaşmasından sonra romanın çizgisi bir başka yönde gelişir. Dönemin sıcak, hareketli İslami mücadelesi içerisinde, İnsani boyutun da bir parçası olarak sindirilmiş, tabii seyrinde gelişen bir sevda beklerken, umduğumuzu bulamıyor, dönemin hareketliliğine çok az yer verilen, neredeyse iki genç arasındaki aşkın her şeyi kuşattığı bir anlatımla karşılaşıyoruz. Aralarında herhangi bir akit olmaksızın Ayşenur'un Yasir'in boynuna sarılması, Yasirin Ayşenur ve kız arkadaşlarıyla saatlerce romantik müzik dinlemesi örneklerinde olduğu gibi zaman zaman meşruiyet sınırlarını aşan ilişki biçimleri ve yazarın bu ilişkileri olağan ilişkiler şeklinde anlatımı, roman kahramanının İslami duyarlılığı ile de çelişiyor.

Ayrıca Ayşenur'un "güzelliğini arttıran değil, açığa çıkaran" örtünmesinden sonra hayatında çok fazla bir değişikliğin olmaması, her zamanki ilişkilerini sürdürmesi, hatta milli kayak yarışmalarına katılması da düşündürücü. "Vişne renkli el örgüsü bir başlık, Anadolu kadınlarının kullandığı bir şal atkı, çiçekli şalvarı, siyah botları içindeki şalvarının üzerine çektiği çoraplarıyla Ayşenur, otel lobisinden geçerken içerde oturan sinema sanatçısı bayanlar Ayşenur'un yürüyüşüne, fiziğine, güzelliğine, hatta uyumlu giyimine karataşı çatlatacak nazarlarla bakıyordu" ifadeleri 'daha fettan, daha çekici müslüman kadın' İmajını yerleştirmeye çalışan Tekbir Giyim sahiplerinin mantığıyla örtüşmüyor mu?

Ayşenur'un "sen yine melankoliye kapılıyorsun" ya da Yasir'in "Huzur Sokağı'ndaki Bilal gibi bir ömür acı ve hayali beraberce taşıyacaksın" sözleri müslüman gençlerin ferdi duygularıyla sosyal sorumluluklarını dengeleyemediklerini ve hayal kırıklıkları yaşadıklarının ifadesi. Meryem, aracılar vasıtasıyla kendisine evlenme teklif eden "idealist" Seyfullah'ın teklifini istihare sonucunda reddettiğinde Seyfullah'ın her şeyden el etek çekmesi; bugün yaşanan hayatta da izlerini bulmanın mümkün olduğu ve "İslami arabesk" romanların etkisiyle yaygınlaştırman bir bunalım kültürünün yansıması mıdır?

"Erkeğin namaz kıldığı odaya kadın girdiğinde namaz bozulur, hatta melek bile kaçar" inancını "batıl", çevrede aydın ve bilgili olarak bilinen Naim Hoca'yı "felaket" olarak değerlendiren Yasir'in, gördüğü rüyayı hocaya yorumlatmaya kalkması duyarlı, sahih bilgiyi biraz otsun kavramış, fakat hurafe ve bidatlerden tam anlamıyla kurtulamamış kafa yapısına bir örnek olsa gerek.

Romanın bir kaç yerinde solcu ve ülkücü gruplara değiniliyor. Bu değinilerden anlaşılan ise kendi dışındaki bütün grupları faşist, dolayısıyla düşman sayan solcular; Doğu'da akıncılarla, Batı'da solcularla çatışan Ülkücüler imajı, Birbirine muhalif olan, birbiriyle çatışan bu grupların sorunları, beslendiği kaynaklar, gerçekleştirmek istedikleri dünya görüşleriyle ilgili sorulabilecek tüm sorular cevapsız kalıyor. Bir devrin anatomisini çizme, insanlara şahit olma iddiasındaki bir romandan bu tür sorunları daha fazla irdelemesi beklenirdi. Kaldı ki romanın kurgusunu teşkil eden MTTB, Akıncılar gibi müslüman gruplarla ilgili zikredilen tek dergi "Hicret", tek kitap "Huzur Sokağı", tek gazete "Yeni Devir", yazarlar ise Sezai Karakoç ile İsmet Özel. Bunlar da satır arasına sıkıştırılmış.

Roman, görülen rüyaları haklı çıkararak son bulur. Yasir "Fırtınalar, çığlar, kana boyanmış karlar" arasında Ayşenur'un peşinden koşar ve "Seyfullah'ın gözlerinden akan yaşlar Yasir'in donmuş yanaklarından kayıp karların üzerine düşer."

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR