1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. İsrail'den Kim, Neden Rahatsız?

İsrail'den Kim, Neden Rahatsız?

Haziran 2004A+A-

Haksöz Dergisi adına

Türkiye-İsrail ilişkilerinde son dönemlerde ortaya çıkan gerilim ve gerginlik temel bir politika değişikliğine tekabül etmemekle birlikte sıradan bir pürüz sayılabilecek basitlikte de değildir. Türkiye devletinin İsrail ile ilişkilerine genel olarak bakıldığında ikili bir boyut olduğu görülebilmektedir. Bir tarafta süreklilik boyutu belirgindir. Yani güçlü işbirliği ve stratejik ortaklık boyutu.

İsrail'in kuruluş aşamasından itibaren Türkiye devleti aktif biçimde İsrail ile dostluk, müttefiklik ilişkisi içinde olmuştur. Bunda Batı merkezli, daha açık ifadesiyle emperyalizm yanlısı dış politika çizgisi belirleyicidir. İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde İsrail'i bir uzak karakol mantığıyla bölgeye oturtan emperyalist güçler aynı zamanda Türkiye devletinin dış politikasının da temel referans kaynağını teşkil etmektedirler. Dolayısıyla ilk andan itibaren bu iki devlet arasında güçlü bir irtibat ve ilişki sağlanmıştır. Savaş ertesinde Ortadoğu'da yükselen anti-emperyalist ve milliyetçi tepkilere karşı bölgede statükonun korunmasına yönelik ortak kaygılar ve politikalar izlenmesi bu işbirliğinin somut karşılığı olmuştur. Türkiye'de resmi ideolojinin temel kabullerinden olan Batıcı ve ulusçu yönelimin Müslüman ve Arap halklara karşı olumsuz yaklaşımın da katkısıyla bu dönemde Türkiye, İsrail ile birlikte açık bir biçimde Ortadoğu'da emperyalizmin koçbaşı rolüne soyunmuştur. Bu yaklaşım özellikle darbe dönemlerinde daha da belirginlik kazanmış, bu meyanda dış konjonktürel gelişmelerin de katkısıyla bilhassa 28 Şubat sürecinde zirvesine çıkmıştır.

Öte yandan bugüne kadar genel manada çok temel bir rota değişikliğine uğramaksızın süren bu çizginin zaman zaman sarsıntılar geçirdiği de bir vakıadır. Ara dönem olarak tanımlanabilecek bu kesitlerde farklı ihtiyaçlar ve zorunluluklar ön plana çıktığından Türkiye devletinin dış politikasında kısmi değişiklikler ve Ortadoğu ülkeleriyle ilişkileri dengeleme anlamında İsrail ile ilişkilerde geri çekilme ve soğuma durumları yaşanmaktadır. Örneğin 73 savaşının ertesinde Arap ülkelerinin uygulamaya koyduğu petrol ambargosu ve ardından Kıbrıs sorunu dolayısıyla Türkiye'nin Arap ve İslam dünyasına artan ihtiyacı İsrail ilişkilerinde zorunlu bir geri çekilme sürecini getirmiştir. Bu politika değişikliğinde şüphesiz içeride yükselen toplumsal muhalefetin payını da görmek gerekir.

Halen yaşanmakta olan Irak krizi de Türkiye devletinin İsrail ile ilişkilerinde bir ihtilafa yol açmış ve Türkiye'yi İsrail ile mesafeli bir tutum almaya zorlamıştır. Yine hükümetteki partinin kadrolarının geçmişten getirdikleri siyasal kimlik ve tabanının taleplerinin de bu tutum alışta etkili olduğu kabul edilmelidir. Burada dikkat çekici olan soru şu olmalıdır? Türkiye ile İsrail arasında halen yaşanmakta olan sorun geçici midir, kalıcı mıdır?

Bize göre, emperyalizmin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme planları, temelde bu bölgenin tüm yerli unsurlarının aleyhinedir. Dolayısıyla İsrail'in çıkarlarını ve güvenliğini önceleyen Amerikan saldırganlığının bölgeye yönelik planlarının uzun vadede tüm bölge ülkeleri ile birlikte Türkiye devletini de rahatsız edeceği kesindir. Bununla birlikte emperyalist güçlerin kendilerine kökten bağımlı unsurlar arasında ortaya çıkan ve çıkabilecek pürüzleri, ihtilafları azaltacak formüller geliştirmeleri zor olmaz. Yani Türkiye ile İsrail arasındaki muhtemel sorunları giderecek politikalar sunabilirler. Türkiye egemenlerinin emperyalizmle işbirliğine hayli yatkın bir tutum içinde olmaları ve "model ülke", "bölgesel süper güç" gibi düşük dozda da olsa yayılmacı hevesler taşımaları da bu durumu kolaylaştıracaktır.

Ne yazık ki, son zamanlarda Türkiye ile İsrail arasında yaşanan sorunlar temel bir bakış açısı farklılaşmasından, strateji değişiminden kaynaklanmamaktadır. Hükümetin tutumu her ne kadar önceki hükümetlerle karşılaştırıldığında ileri bir adım olarak görülebilse de, söylemden öteye geçip, somut bir politika değişikliği durumunu doğrulamamaktadır. Nitekim Siyonist devletin tüm dünyada yankı uyandıran kimi vahşiliklerine söz düzeyinde tepki verme, kınama türünden çıkışların farklı tavırlarla telafi edilmeye çalışıldığı da gözlenmektedir. İsrail'e karşı duyulan kızgınlığın özellikle Kuzey Irak'ta var olduğu söylenen İsrail faaliyetlerine dayandırıldığı görülmektedir. Bu manada rahatsızlığın devletin geleneksel Kürt tepkisi zeminine oturması da ayrı bir olumsuzluk, bir tehlike sayılabilir.

Ak Parti Hükümeti'nin yetkili kadroları arasında İsrail'le ilişkilere sıcak bakmayan çok sayıda kişi olduğunu tahmin etmek zor değil. Ne var ki, küresel statükoyla iyi geçinme ve onunla işbirliği içinde bir şeyler kapma anlamında köklü bir değişim geçirdiği her halinden belli olan Ak Parti'nin, İsrail konusunda inandırıcı bir tutum belirlemesini beklemek de fazla hayalcilik olur. Bu noktada Siyonist vahşete karşı tavır sahibi kişi ve kesimlerin yapması gerekenler bellidir. Öncelikle mevcut hükümetin kapasitesini ve sınırlarını iyi bilmek gerekir. Ak Parti'nin ideolojik-siyasal konumlanışı ciddi bir anti-emperyalist ve anti-Siyonist tutum almaya asla müsait değildir. Dolayısıyla Amerikan dış politikasının İsrail ile bu derece bütünleştiği bir dönemde hükümetin İsrail konusunda söylemden öteye geçip ciddi bir tutum içine girmesi imkansız gibidir. Türkiye'de emperyalizm ve Siyonizm karşıtı güçlü bir toplumsal muhalefetin mevcut bulunmayışı da hükümetin niyeti varsa dahi bu yönde atabileceği adımları zayıflatmaktadır.

Bu durumda bize düşen hükümeti de etkileyecek, mecbur bırakacak şekilde İsrail zulmüne karşı tüm kamuoyunu harekete geçirmeye çalışmak olmalıdır. İsrail'in işlediği suçlara yönelik güçlü bir toplumsal tepki dalgasının oluşturulması hükümeti de, bürokrasiyi de daha tutarlı ve samimi tutumlara zorlayabilir. Bunun içinse öncelikle İsrail konusunu gündelik politikalar düzleminden çıkarıp, ilkesel bir zemine oturtmak ve konuyu ahlaki-ideolojik kaygılarla tanımlayıp, tanıtmak mecburiyetindeyiz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR