1. YAZARLAR

  2. Alptekin Dursunoğlu

  3. İran’da Siyasal Değişimin Hikayesi 28 Şubat Seçimleri Yeni Bir Başlangıç mı?

Alptekin Dursunoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

İran’da Siyasal Değişimin Hikayesi 28 Şubat Seçimleri Yeni Bir Başlangıç mı?

Ocak 2004A+A-

1979 Yılındaki İslam Devrimi'nden sonra Nehzet-i Azâdî1 ağırlıklı Mehdî Bazergan hükumetini ve daha sonra cumhurbaşkanlığı yapan Ebul Hasan Beni Sadr hükumetini kendilerine özgü özelliklerinden dolayı dışta bırakacak olduğumuzda 1997 yılına kadar İran'da çoğunlukla sağ cenah iktidar oldu.

Sekiz yıllık zorunlu savaş yıllarında İran'da Başbakan Mir Hüseyin Musevî liderliğinde bir sol hükumet iş başında bulunmuştu. 1980'li yılların sonlarına doğru yapılan bir anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine geçilmiş, İmam Humeynî'nin 1989'da vefat etmesi üzerine dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hameneî İnkılap Rehberliğine, meclis eski başkanı Haşimî Rafsancanî de cumhurbaşkanlığına seçilmişti.

Devrimin ve savaş yıllarının dirayetli liderlerinden Haşimî Rafsancanî'nin, iki dönem süren cumhurbaşkanlığı programının ağırlıklı maddesi, savaşın yaralarının sarılması ve ülkenin kalkındırılması oldu.

O kadar ki, Rafsancanî, iki dönem süren cumhurbaşkanlığı boyunca programında ağırlık verdiği "yapım onarım" faaliyetlerinden dolayı, "serdar-ı sazendegî" (Yapım-onarım komutanı) olarak anıldı.

Haşimî Rafsancanî, gerek meclis başkanlığı döneminde ve gerekse, cumhurbaşkanlığı döneminde Batı tarafından da "ılımlı" ve "pragmatik" sıfatlarıyla nitelendiriliyordu.

Rafsancanî ve Yapım Onarım Dönemi

İslam Devrimi soğuk savaş yıllarının hüküm sürdüğü bir uluslar arası konjonktürde zafere ulaşmıştı ve "Ne Doğu ne Batı; İslam Cumhuriyeti!" sloganından dolayı da sadece ABD liderliğindeki Batı Bloğu'nun değil, Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Bloğu'nun da tepkisini çekmişti.

Yani İran İslam Cumhuriyeti, devrim sonrasında başlayan sekiz yıllık savaş boyunca hem Doğu'nun hem Batı'nın ve hem de bu iki süper güç kutbunun müttefikleri olan çevre ülkelerinin blokajıyla karşılaşmıştı.

Rafsancanî, savaş sonrası cumhurbaşkanlığı döneminde, dış politikada uluslar arası inzivayı kırmaya, içeride ise programı doğrultusunda kalkınmaya öncelik verdi. Bir başka deyişle on yıllık Rafsancanî dönemi, halkın siyasal ve kültürel taleplerinden daha çok, devletin ekonomik ve diplomatik ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan bir dönem oldu.

Ekonomik ve siyasî ambargonun ve sekiz yıllık zorunlu savaşın yıkıcı etkilerine rağmen, İran, Rafsancanî'nin cumhurbaşkanlığında savunma sanayinde kendi ihtiyaçlarını karşılayan, hatta stratejik bir caydırıcılık kazanmış olan bir ülke haline geldi.

Başta komşu ülkeler olmak üzere İslam ülkeleriyle ve Avrupa Birliği ülkeleriyle İslam Devrimi ilkelerini koruyarak ilişkileri tamir etti.

Savaştan zarar gören sanayi tesislerinin onarılmasına ve yeni sanayi tesislerinin kurulmasına çalıştı.

ABD engellemelerine rağmen, savaş dolayısıyla yarım kalan nükleer reaktörlerin inşasına ciddi kaynaklar ayırdı ve ülkeyi ileri teknolojide söz sahibi yapacak alt yapılara ağırlık verdi.

Devrim ve savaş yüzünden tüm toplumsal ve siyasal dengeleri sarsılmış bir devlet olan İran, Rafsancanî'nin iki dönemlik cumhurbaşkanlığı döneminde tekrar sürdürülebilir bir rekabet gücü kazanmış güçlü bir bölge ülkesi haline gelmişti.

Bütün bunlar, siyasî ve ekonomik açıdan ambargo altında tutulan İran gibi bir ülke için çok ciddi siyasî ve ekonomik bedellere mal olan çabalardı.

Genç Nesil ve Değişen Talepler

Devlet yönetimindeki on yıllık enerjisini savunma, yapım ve onarım faaliyetlerine ayıran İran, 1990'lı yılların sonuna gelindiğinde ihmal ettiği ya da göremediği farklı bir gerçekliğiyle yüz yüze geliyordu.

İran çok genç bir nüfusa sahipti ve devrim olduğunda yeni doğmuş olanlar, ülkenin siyasal kaderini tayin edecek seçmenler haline gelmişti.

Nüfusun çoğunluğunu oluşturan bu genç nüfus, yaşları itibariyle, devrim öncesi İran'ı bilmiyordu.

Devrimci kimliğin geliştirilmesinde pratik bir mektep olarak görülen cephe ve şehadet kültürü ise bugünkü gençlerin büyüklerinden, televizyondan ve resmi okullarından duyduğu belki de birer kahramanlık destanından ibaretti.

1990'lı yılların ikinci yarısının gençliği açısından "özgürlük" siyasal bir terim olmaktan çok toplumsal, kültürel ve ekonomik bir terim olarak algılanmaya başlanmıştı.

Yeni gençlik, küreselleşmeyle gelen tüketim toplumu olgusuyla tanışıyor, Batı'nın ürettiği popüler kültürünü görüyor ve kendini bunlarla ülkesinin toplumsal, kültürel ve ekonomik gerçekliği arasında sıkışmış hissediyordu.

İç siyasette ise, devrimin ilk yıllarında bugün "reformcular" olarak tanımlanan sol kesim, "sertlik yanlısı", bugün "muhafazakar olarak tanımlanan sağ kesim ise "ılımlı" olarak bilinirdi.

Bununla birlikte sağ cenahta yer alan Rafsancanî'nin cumhurbaşkanlığı döneminin sonlarına doğru, iç siyasî aktörlerin rolleri ve sloganları neredeyse tersyüz olmuştu.

Rafsancanî'nin Suudî Arabistan'la ilişkileri düzeltmek için attığı diplomatik adımları, İmam Humeynî'nin Hac katliamından dolayı söylediği: "Saddam'ın döktüğü kandan geçeriz; ama Suudîlerin Allah'ın emin beldesinde döktükleri kandan geçmeyiz" sözünü gerekçe göstererek kıyasıya eleştiren sol, artık ABD ile müzakerelerin başlatılması gerektiğinden bahsetmeye başlamıştı.

Artık sağ, siyasal söylemlerinde sürekli olarak dine, sol ise özgürlüğe ve ıslahata/reforma vurgu yapıyordu.

Nizam'ın Maslahatını Tespit Konseyi Genel sekreteri Muhsin Rızaî'nin de belirttiği gibi, anayasası dinî ilkeler üzerine kurulmuş olan ve yönetiminde ciddi oranda din alimlerinin yer aldığı bir ülkede sürekli dine vurgu yapmak; ya da köylerden yerel yönetimlere, yasamadan yürütmeye ve en tepedeki İnkılap rehberine varıncaya kadar tüm asli organların seçimle iş başına geldiği, bağımsız basının ve sivil toplum örgütlerinin özgürce faaliyet yapabildiği bir ülkede sürekli "özgürlüğe" vurgu yapmak nasıl izah edilebilirdi.

Kuşkusuz bu, bir siyasî hesaplaşmaydı ve sağ dine vurgu yaparak iktidarda kalmayı; sol ise, özgürlüğe ve değişime vurgu yaparak nüfusun çoğunluğunu oluşturan genç neslin teveccühünü kazanmayı ve iktidara gelmeyi hedefliyordu.

Küreselleşmeye özgü beklentiler ile yerel değerlerin çelişkisi arasında sıkışmışlık hali yaşayan genç nesil, Rafsancanî dönemi sonunda iç politikada sürekli "din"e vurgu yapan sağ cenah yerine, sürekli "özgürlüğe" ve "değişime" vurgu yapan sol cenahı tercih etti.

Hatemi Dönemi: Büyük Beklentiler ve Sönen Umutlar

1997'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi, çok görkemli bir katılıma sahne oldu ve solun adayı Muhammed Hatemî, büyük ölçüde genç neslin oylarıyla2 cumhurbaşkanlığına seçildi.

Bu tarihe kadar güvenliğe ve ekonomik kalkınmaya odaklanmış bir devlet, Hatemî dönemiyle birlikte alttan gelen toplumsal dalganın talepleri doğrultusunda yeni bir siyasal kavramla karşılaşıyordu: "Islahat/reform"

Hatemî'nin cumhurbaşkanlığına seçildiği tarih olan İran Takvimi'ndeki 2 Hordad, ülkedeki reform yanlısı tüm siyasal grup ve partilerin ortak adı oldu.

Sağın bu yenilgiyi hiç hazmedememesi ve 2 Hordad Cephesi'nin de zafer sarhoşluğuyla hassasiyetleri kışkırtacak ölçüde siyasal değişimde radikal davranmaya başlaması, gerginlikleri olabildiğince tırmandırdı.

Sağın aşırı uçlarına göre Hatemî, ikinci Benî Sadr'dı ve İran'ı İslamî değerlerden ve devrimin ilkelerinden uzaklaştırıyordu.

2 Hordad'ın aşırı uçlarına göre ise, Hatemî İslam Cumhuriyeti'nin Gorbaçov'uydu ve yapacağı reformlarla sistemi değiştirecek adımlar atacaktı.

Sağ, o dönemde elinde bulundurduğu parlamento çoğunluğu sayesinde Hatemî kabinesini iş yapamaz hale getiriyor, 2 Hordad'cılar ise ülkenin en temel ve yakıcı kültürel, toplumsal ve ekonomik sorunlarını gündemlerinin dışında bırakarak, siyasî taleplere ve değişim sloganlarına öncelik veriyordu.

Hatemî'nin iktidar dönemi hem sağcıların çelmelerinden korunmaya çalışmakla hem de 2 Hordad'cıların kendisini zor durumda bırakan gerçekçilikten uzak siyasal değişim vaatlerini dengelemeye çalışmakla geçti.

2 Hordad Cephesi'nin halkın temel sorunlarına çözüm üretmeyen; ama kulağa da hoş gelen gerçeklikten uzak vaatleri ve beklentileri, Hatemî dönemini sözün bol, işin ise az olduğu bir dönem haline getirdi.

İş yapılamıyordu; ama gerekçe hazırdı: Sağ, parlamento gücü sayesinde yapılacakları engelliyordu.

Halk bu gerekçeyi doğru ve gerçekçi bir gerekçe olarak kabul ettiğinden olsa gerek, yapılan ilk parlamento seçimlerinde 2 Hordad Cephesi'ni mecliste çoğunluk haline getirdi.

Halk, yürütmeden sonra sırasıyla yerel yönetimleri ve yasamayı da 2 Hordad Cephesi'ne armağan etti. Artık iş ve icraat yapmanın, halkın öncelikli sorunlarına cevap vermenin önünde hiçbir engel kalmamış oluyordu.

Halkın 2 Hordad Cephesi'ne verdiği destek, Hatemî'nin ikinci döneminde de sürdü. Ama 2 Hordad Cephesi'nin gündemine aldığı öncelikler, halkın yaşadığı nesnel sıkıntılara çare olacak şeyler değildi.

Uyuşturucunun ve fuhşun yaygınlaşması, işsizliğin artması, yaşanan en yakıcı toplumsal sorunlar olarak ortadayken, örneğin 2 Hordad Cephesi'nin yasama gündeminin öncelikleri arasında kadınlarla ilgili BM konvansiyonunu kabul etmek, kız çocuklarının tahsil için yurt dışına tek başına çıkabilmesini sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmak vs. gibi çok daha tali konular bulunuyordu.

Ekonomik açıdan da durum hiç de iç açıcı değildi. Gelir dengesizliği, alım gücünün azalması ve ekonomik yolsuzluklar, halkın yakıcı sorunları olarak hâlâ çözülmeyi bekliyordu.

2 Hordad Cephesi, yerel idarelerde bile sadece laf üretmiş halkın ihtiyaçlarına çözüm olacak dişe dokunur bir icraat yapmamıştı.

2 Hordad Cephesi'ne bağlanan umutlar, yavaş yavaş sönmüş ve halk, tepkisini yapılan yerel idare seçimlerinde ortaya koymuştu.

Şura-yı Nigehban'ın (Anayasayı koruyucular konseyi) yerel idare seçimlerinde hiçbir tartışmalı eleme yapmamasına ve hatta "Millî-Mezhebîler" olarak da bilinen Nehzet-i Azadî'nin adaylarını bile teyit etmesine rağmen, halk son yapılan yerel idare seçimlerine çok fazla teveccüh göstermedi, seçime katılanlar ise 2 Hordad Cephesi'ne oy vermedi.

Seçime katılımın düşmesi ve yerel idare seçimlerinin 2 Hordad Cephesi aleyhine sonuçlanması, halkın önemli bir uyarısıydı aslında.

Rafsancanî iktidarının bir yapım-onarım ve icraat dönemi olmasının aksine 2 Hordad Cephesi'nin yasama ve yürütmede hakim olduğu dönem, gerçekçilikten uzak siyasal sloganların, siyasal gerginliklerin, siyasal ve toplumsal çalkantıların ağırlıkta olduğu, halkın temel sorunlarının ise yerli yerinde bırakıldığı bir dönem oldu.

2 Hordad'cıların gündeme getirdikleri siyasal sloganlar, zaman zaman sistemin kırmızı çizgilerini zorlayan boyutlara ulaşıyor, bu durum ise Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirme hedefine sahip olan Amerika'yı cesaretlendiriyordu.

Hatemî iktidarının özellikle ilk döneminde söz konusu edilen ve sistem dışında kalmışları ve çevreyi, merkeze kazandırmayı ön gören "tesahul ve tesamuh" projesi, âdeta tersine işletilmeye başlamış, çevreye özgü siyasal ve toplumsal talepler, merkeze dayatılır olmuştu.

Solun, devrimin ilk dönemlerindeki radikal devrimci söylemi, 2 Hordad Koalisyonu içerisinde bu kez radikal bir liberalist söyleme dönüşmüştü.

Devrimden hemen sonra ABD Büyükelçiliğini kuşatan liderlerden Abbas Abdî ve İbrahim Asgarzade gibi isimler, ABD ile ilişkilerin en hararetli savunucuları olmuştu.

Devrimin ilk dönemlerinde karşı devrimcilerin ve muhaliflerin kabusu olan istihbaratın önemli adamlarından Said Heccariyan, siyasal çoğulculuğun bayraktarı ve ideologu rolüne soyunmuştu.

Benî Sadr'ın kazandığı ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "Veliy-yi Fakih'in Temsilcisi" sıfatıyla adaylık için müracaat eden yüzlerce kişiyi tek başına elediğini gururla söyleyen Musevi Hoiniha, anayasal bir kurum olan Şûra-yı Nigehban'ın adaylık başvurusundaki teyit etme rolünü tartışmaya açıyordu.

Ayetullah Muntezerî'nin rehber vekilliğinden azledilmesi üzerine kendisine yönelik en büyük tepkiyi gösteren ve dozerlerle medresesini yıkmaya yeltenen solun seçkin isimleri, Ayetullah Muntezerî'nin mukallidi olmakla gurur duyduklarını söylemeye başlamışlardı.

Solun sıralamakla bitirilemeyecek bu ilginç "U" dönüşleri, onların kültürel ve siyasal belirleyiciliklerini kaybetmelerine sebep oldu.

Siyasal alanda pluralizm, insan hakları, demokrasi ve sivil toplum; kültürel alanda ise küresel popüler kültür, tüketim bilinci ve modernleşme, baskın söylemler haline geldi.

Bu başlıklar, devrimin ilk dönemlerinde ve halihazırda İslam'a göre tanımlanan ve içleri İslamî paradigmaya göre doldurulmaya çalışılan olgulardı.

Kültür intikali ve iletişimi alanlarında sorun yaşanan genç neslin beklentileri ve "tesahul ve tesamuh"un siyasal beklentilerden dolayı tersine işlemeye başlaması, yukarıda sıralanan olguların Batılı paradigmaya dayalı verili biçimlerini birer değer haline getirmeye başladı.

Hatemî'nin ve 2 Hordad Cephesi'nin kültürel ve toplumsal politikalar açısından en zayıf kaldığı nokta, sahip oldukları toplumsal desteğe rağmen, küreselleşmeyle dayatılan yeni olguların verili şekilleriyle genç nesle nüfuzunu önlemedeki başarısızlıkları oldu.

Elbette 2 Hordad'cılarda böyle bir iradenin varlığı tartışılabilir bulunsa da bu cephe içerisindeki devrimci ana damar, bunu başarma konusunda geleneksel dinî söylemleriyle genç nesille iletişim kurmakta zorlanan sağa göre daha avantajlıydı.

Neticede 2 Hordad'cılar, yeni siyasal ve toplumsal olguları ne dönüştürerek ne de verili şekilleriyle ülkelerinde geçerli kılamadılar. Bu durum, onları en iddialı oldukları "siyasal kalkınma" alanında da başarısız kıldı.

Son Parlamento Seçimi ve Halkın Mesajı

Halk, son parlamento seçimlerine çok söz ve vaat işitip hiçbir nesnel uygulama görememenin bezginliği ve umursamazlığı içinde girdi.

Bu açıdan bakıldığında Şûra-yı Nigehban'ın İslam Cumhuriyeti tarihinde görülmedik bir uygulamayla birçok adayı elemesi yüzünden yaşanan bunalımın ardından 2 Hordad Cephesine mensup bazı partilerin seçimi boykot etmesi şüphesiz seçime katılım oranının düşmesinde etkili oldu.

Ama bu olmasaydı bile, 2 Hordad'cıların bu seçimde önceki seçimlerde kazandıkları oyu tekrar kazanabilecekleri beklenmiyordu.

Örneğin katılımın yüzde 34 civarında olduğu Tahran'da birinci sırada milletvekili seçilen sağın adayı Gulam Ali Haddad Adil, geçen seçimde 700 bin oy alırken bu seçimde 880 bin oy aldı.

Tahran'da seçime katıldıkları halde herhangi bir adaya oy vermeyen seçmen sayısı ise 800 bin civarında oldu.

Mecme-yi Ruhaniyun ile Hizb-i Kargozaran'ın oluşturduğu reformcular ise 500 bin oy aldı. Bu oy miktarının ikiye bölündüğü düşünüldüğünde Seçimleri boykot eden Hizb-i Müşareket ve Sazman-ı Mücahidin'in de seçimlere katılması durumunda bile alınması beklenen oy miktarının Müşareket lideri Muhammed Rıza Hatemî'nin  bir önceki seçimde aldığı 1 milyon 250 bine ulaşamayacağı tahmin edilebilir.

Bu noktada seçimi boykot etme çağrısında bulunanların sadece Hizb-i Müşareket ya da Sazman-ı Mücahidîn gibi sistem içi siyasal gruplar olmadığını da ayrıca belirtmek gerekmektedir.  

Son parlamento seçimlerinde halkın verdiği en önemli mesajın iş ve hizmet talebi olduğu söylenebilir.

Son seçimlerde her iki tarafın da aşırı uçları oy alamadılar; çünkü bu seçimde halktan oy alanlar, itidalleriyle tanınan ve halka hizmet vaadine bulunanlar oldu.

Seçime katılım oranının her iki tarafın beklediğinden çok daha fazla çıkması, radikal siyasî söylemlerle popülizm yapmanın ya da seçimleri boykot etmenin etkileyici bir siyasal tavır olmadığını ortaya koydu.

Sağı siyasal ve toplumsal açılımlarda, solu ise icraatta yetersiz gördüğü için sandık başına gittiği halde herhangi bir adaya oy vermemeyi bir seçim tercihi olarak görenlerin oranı yüzde 33'ten yüzde 49'a çıktı.

Bütün bunlar şunu işaret ediyordu: Halk bir değişim -İran'daki tabirle ıslahat- istiyordu; ama bu ıslahat pratik hayata yansıyan gerçekçi ve nesnel bir ıslahat olmalıydı.

Bu açıdan bakıldığında yeni meclisin çoğunluğunu oluşturan sağ cenahın geçmişten ders alarak halkın taleplerine sırtını dönen ve sürekli din vurgusu yaparak halktan teveccüh bekleyen tavrını gözden geçireceğini tahmin edebiliriz.

Nitekim seçimden hemen sonra sağın önemli aydınlarından Emir Muhibbiyan'ın: "Yedinci Meclis, reformcuları bile şaşırtacak önemli reformları hayata geçirecektir" yönündeki sözünü bunun ilk işareti olarak değerlendirebiliriz.

Yedinci meclisin çoğunluğunu oluşturan muhafazakar kesimin, önümüzdeki iki yıl içerisinde halktan yana bir duruşla gerçekçi reformlara imza atması durumunda iki yıl sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yürütmeyi de 2 Hordad'dan koparabilir.

Yedinci Meclisin, bir önceki meclisin aksine Şura-yı Nigehban ile daha uyumlu çalışabilecek olması, sağ cenah için önemli bir avantaj olarak gözükmektedir.

2. Hordad Cephesi, sağın nispeten homojen yapısının aksine, bir taraftan sahip olduğu heterojen yapısı, diğer taraftan da yenilmişlik psikolojisi nedeniyle, çok kısa süre içerisinde eriyebilir.

Solun eriyip siyasi inzivaya itilmesi, büyük ölçüde sağın Yedinci Meclis'te sergileyeceği performansla doğru orantılı gözüküyor.

Dipnotlar:

1- Devrimden sonra geçici hükümeti kurmakla görevlendirilen Mehdi Bazargân'ın liderliğini yaptığı hareket. Türkçe'de "Özgürlük Hareketi" anlamına gelen "Nehzet-i Azâdî'nin şimdiki lideri, İbrahim Yezdî'dir. 

2- İran'da seçmen yeterliliğine sahip olabilmek için 15 yaşını doldurmak yeterlidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR