1. YAZARLAR

  2. Cemal Karslı

  3. Dünyayı Siyonist Lobi Yönetiyor

Dünyayı Siyonist Lobi Yönetiyor

Ocak 2004A+A-

FACT Partisi Genel Başkanı, Almanya Kuzey Rhen Westfalya Milletvekili.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Türkiye'de yaşayan ancak daha sonra Suriye'ye göç eden bir aileye mensubum. 1980 yılında Almanya'ya göçmen olarak gittim. Mimarlık eğitiminden sonra siyasi faaliyetlerde bulunmaya başladım.1985 yılında söylemlerinden dolayı Alman Yeşiller Patisine girdim ve 1995 yılında Kuzey Rhen Westfalya Eyaleti'nden milletvekili olarak parlamentoya girdim. İki dönem milletvekilliği yaptım. 2002 yılında Yeşiller Patisi'nin insan hakları konusunda gösterdiği tavır ve söylem değişikliği, benim partiden ihraç edilmeme neden oldu. Hür Demokrat Partisi Eyalet Başkanı Mollerman'ın daveti üzerine bu partiye girdim. Ancak Hür Demokratların 11 Eylül sonrası olaylarına ve gelişmelerine gösterdiğim tavır ve söylemlerime karşı gösterdiği tepkiyle bu partiden istifa edip FACT isimli bir parti kurdum. FACT'ın şu andaki genel başkanlığını yapmaktayım.

Sizin Almanya'da renkli bir kişiliğiniz var. Yaklaşık iki yıl öncesinin Almanya gündeminin en önemli siyasetçisisiniz. Yeşiller Partisi'nden ihraç edilme sürecinizi kısaca anlatabilir misiniz?

Teşekkür ederim. Ben 1985 yılında Yeşiller Patisine üye oldum. Bu partide göçmenlerin, azınlıkların ve genelde insan haklarını savunan bir insan olarak parti içerisinde ön plana çıktım. Ben öteden beridir dünya genelinde yapılan insan hakları ihlallerinin tümüne karşı olan bir kişiliğe sahibim. Bu bağlamda Filistin'de uygulanan insan hakları ihlallerine de karşı çıkıyorum. Yeşiller Partisi'nin önemli isimlerinden ve şu anda Almanya Dışişleri Bakanlığı yapan Joschka Fischer'in Yeşiller Partisi'nde olması da benim o partide siyasi faaliyet yürütmemdeki en önemli etkenlerdendi. Zira Fischer'de Filistinlilerin haklarını savunan, hatta 1969 yılında Cezayir'de düzenlenen Filistin Kurtuluş Örgütü'nün toplantısına katılmış onlara destek vermiş siyasi bir kişilikti. Yeşillerin, ezilen insanların/halkların/ülkelerin haklarını savunan bir özelliği vardı ve ben de aynı düşünceleri paylaştığım için onlara katıldım. Ancak bu düşüncelerini özellikle iktidara geldikten sonra unuttular ve bu yüzden aramızda görüş ayrılıkları ortaya çıktı.

Özellikle 11 Eylül'den sonra partinin düşünceleri öyle bir değişikliğe uğradı ki, benim ezilen ve haksızlığa uğrayan insanların, özellikle Filistin halkının durumunu, uğradığı haksızlığı dillendirmem ile birlikte partiden ihracıma karar verildi ve hakkımda bir linç kampanyası başlatıldı. Biliyorsunuz ki 11 Eylül'den sonra Müslümanların haklarını savunmak teröristlerle birlikte olmayla eş anlamlıydı, ki bu durum hala devam etmektedir. Ben terörle mücadele denilen şeyin muhaliflerin sesini kısmak için yapılmasına karşıyım. Bu terörle mücadele değil olsa olsa hak ihlalidir.

Alman askerlerinin Afganistan'a gitmesine karşıydınız, bu bağlamda parti içinde muhalefet ettiniz. Fakat Yeşiller Partisi'nin kuruluş metninde de savaş karşıtlığı gibi bir söylem olmasına rağmen size karşı gösterdikleri tepkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

Ben bu durumu, 11 Eylül'den sonra Avrupa ülkelerinde (Almanya'da dahil) siyasi dengelerin değişmesi, en demokratik, barışçı olanların dahi ABD'nin baskısıyla değişebilmesi olarak açıklıyorum. Benim zoruma giden, insan hakları, ezilmiş ve haksızlığa uğramış insanların haklarını savunma gibi söylemlerle iktidara gelen Yeşillerin iktidarda bu görüşlerinden uzaklaşarak bunlara göz yumması, ses çıkarmamasıdır.

Sanırım sizin ihraç edilmenizde medyanında büyük etkisi oldu

Aslında benim yaptığım şey; insan olarak herkesin yapması gereken şeydi. Ben, İkinci Aksa İntifadası başladığında "İsrail'in kullandığı metotların, Nazilerin kullandığı metotlara benzediğini" ifade eden bir basın açıklaması yaptım. Parti içerisinden bu açıklamama aşırı bir tepki geldi. Zaten o dönemde Avrupa Parlamentosu İsrail'e karşı ambargo kararı almıştı ancak Joschka Fischer bu karara karşı olduğunu açıkladı ve kararın parlamentodan çıkmasını engelledi. Yeşiller Partisi buna da sessiz kaldı ve hiçbir açıklama yapmadı. Özellikle Cenin Katliamı'ndan sonra bu suskunluğun devam etmesi benim için bardağı taşıran son damla olmuştu. Ancak bu açıklamama gelen tepkiler partimden daha çok medyadan oldu. Bana karşı bir linç kampanyası başlatıldı ve benim antisemitist olduğum ilan edildi. Bu yüzden partimden ihraç edildim. Bu öyle bir kampanyaydı ki her yaptığım hareket, her söylediğim söz antisemitist tutumlar olarak değerlendirildi. Çünkü ben Filistin'le ilgili olarak İsrail'in tutumunu eleştirmiştim, bu da Avrupa'daki Siyonist lobiyi harekete geçirdi. Ancak herkes şunu unutuyordu ki, Cenin'de bir insanlık suçu işleniyordu. İnsanlar, özellikle genç erkekler evlerinden alınıp toplama kamplarına götürüldüler ve onların hepsine aynı Nazi Almanyası'ndaki gibi numaralar verildi, o insanların isimleri artık numaralardı. Ben Alman halkını bu tür insanlık suçlarına karşı uyandırmak, bilgilendirmek için bir çağrı yaptım. Bu tür olayların tarihte insanların başlarına ne büyük yıkımlar getirdiğini göstermek, hatırlatmak istedim. Ancak istenmeyen adam olarak ben ilan edildim

Siz bu kampanyaya karşı "Siyonist Lobi Düğmeye Bastı" şeklinde bir açıklama yaptınız, böyle bir açıklamayla Avrupa'daki iktidarların veya uygulanan politikaların vesayet altında olduğunu mu iddia ediyorsunuz?

Evet, ben böyle bir açıklamayla aslında bütün Dünyada "Siyonist" bir lobinin olduğunu ve bu lobinin ülkelerin siyasetinden ekonomisine kadar her şeyini belirlediğini düşündüğümü ifade ettim. Hatta ben bu lobinin Almanya Başbakanı Schröder'den dahi güçlü olduğuna inanıyorum. Zira bu linç girişimi bir kimsenin başına gelmeden, gerçekten bunun nasıl bir şey olduğunu bilemez. Benim hakkımda yalnızca Almanya'da 15 bin adet makale yazıldı ve benim antisemitist olduğum ilan edildi. İnsanlar bana vebalı gibi davranıyordu.

Bakın şunu açıkça ifade edeyim ki, ben Müslüman bir aileden geliyorum ancak ben İslamcı değilim. Hiç bir dine, kültüre, ideolojiye karşı değilim. Zaten böyle olmadığımı benim hayatım gayet iyi açıklıyor. Benim eşim Katolik bir İtalyan. Evde İtalyanca, Almanca, Arapça konuşuruz. Benim oğlumun ismi Sami, ben antisemitist olsam oğluma bu ismi vermezdim. Ancak benim bu tür düşüncede olmam başka bir milletin, ülkenin veya bir insanın başka birisinin üzerinde baskı kurmasına, onu ezmesine sesiz kalmamı gerektirmez. Bunu yapan İsrail ise ona karşı durmam antisemitist olmamdan değil, insan olmamdan kaynaklanır. Ben Ruanda'da yapılan iğrenç insanlık suçlarına da karşı çıktım, o zaman kimse bir şey söylemedi ne zaman İsrail'in politikasını eleştirdim, siyasi bağlamda linç edildim. Bu da sorunuzun cevabını veriyor sanırım.  Benim mücadelem daha öncede ifade ettiğim gibi Yahudilik-İslam meselesi mücadelesi değil, yani din mücadelesi değil, insan hakları mücadelesidir. İnsanların Dünyada özgürce, insanca yaşayabilmesi mücadelesidir. İnsan hakları ihlaline uğrayan Yahudi, Hıristiyan, Müslüman veya Ateist kim olursa olsun onun yanında olmam benim insan olmamla alakalıdır. Antisemitist olan zaten bu hakları ihlal eden anlamındadır. Bana karşı yapılan girişimler olsa olsa insan hakları ihlalleri yapanların, bu ihlallere karşı duranları susturmak, ortadan kaldırmak, toplumun gözünden düşürerek onlarında yığınlar halinde bu suça ortak olmasını sağlamaktan başka bir şey değildir.

Bu öyle bir kampanyaydı ki, Bush'un Almanya ziyaretinde dahi televizyonlardaki ilk haber benim hakkımdaydı. Mesela ben "Bu teyp çok güzeldir" diye bir açıklama yapsam, hemen ertesi gün gazetelerin baş haberinde ve büyük puntolarla Cemal Karslı "Bu teyplerin çok güzel olduğunu ancak Yahudilerden alınmaması gerektiğini" söyledi şeklinde haberler çıkıyordu.

Size karşı halkın tepkisi nasıldı?

Bu kampanya başlatıldığında halkın yüzde 80'i benimle beraberdi. Yolda gördükleri zaman yanıma gelip beni tebrik ediyorlar, elimi tutup devam etmemi istiyorlardı. Ancak reel politikte korkuyorlardı. Yani bana olan destekleri benimle baş başa görüşmelerindeydi. Benim Milletvekili olan bir çok arkadaşımla olan baş başa görüşmelerde bana destek veriyorlardı. Ancak parlamentoda veya basında yaptıkları açıklamalarda beni dışlıyorlar, bana karşı olduklarını ifade ediyorlardı.

Neden böyle davranıyorlardı?

Hem antisemitist olarak suçlanmamak için, hem de geçmişte yaşadıkları Nazi tecrübesinin verdiği ezilmişlik psikolojisi buna izin vermiyor. Ben hayatım boyunca böyle bir çifte standart görmedim. Hem benim yaptıklarımı doğruluyorlar hem de kınıyorlardı. Size bunun ne kadar büyük bir kampanya olduğunu ifade edebilmek için şunu söyleyebilirim ki bu gün ben hangi renk ceket giydim, saç modelim nasıl bunların dahi antisemitistlikle ilgili kurulup haberler yapıldı. Ancak bir kişi vardı ki bütün bu kampanya boyunca hep yanımda olduğunu açıkladı. Hür Demokrat Parti Eyalet Genel Başkanı Jurgen Mollerman. Mollerman, beni partisine davet etti, ben Hür Demokratlara katıldıktan sonra aynı konularla ilgili olarak yaptığım açıklamalar sonucu partiden gelen tepkiler üzerine istifa ettim. Ancak Mollerman'ın bana olan desteği hiç bitmedi. O onurlu bir insandı. Daha sonra paraşüt atlaması sırasında paraşütü açılmadığı için öldü. Aslına bakarsanız yıllarca paraşüt atlaması yapan ve bu konuda oldukça tecrübeli bir insanın, bana verdiği destekten sonraki bir dönemde ölmesi bana kuşku verdi. Ben onun öldüğüne değil öldürüldüğüne inanıyorum.

Sürdürdüğünüz mücadeleyi daha geniş katmanlara ulaştırabilmek için yeni bir parti kurdunuz. Partiniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Evet FACT isimli bir parti kurduk. Bunun amacı sizin de belirttiğiniz gibi insan hakları ihlallerine karşı verilen mücadeleyi bütün halk katmanlarına ulaştırmak, bu konuyla ilgili olarak onları daha fazla bilgilendirip bu mücadelenin içerisine sokmak, göçmen haklarını savunmak. FACT ismini de bu yüzden partiye verdik. Özgürlük, İş, Çok Kültürlülük, Şeffaflık. Bu gün Almanya'daki göçmen nüfus 3,5 milyon civarında, okullarda okuyan öğrenciler tüm öğrencilerin yaklaşık olarak yüzde 40'ını oluşturuyor. Bu rakam gelecek yıllarda daha fazla artacak. Bu rakam siyasi alan açısından çok ciddi bir rakam. İktidardaki Yeşiller dahil bütün partilerin bu konularla ilgili söylemleri özellikle 11 Eylül'den sonra iflas etti. Başörtüsü yasağının da gündeme gelmesi zaten bunun bir göstergesidir. Göçmenlerle ilgili tüm sorunlara çözüm bulabilmek, yapılan veya yapılması düşünülen insan hakları ihlallerini yok edebilmek adına mücadele vermek için bu partiyi kurmak ihtiyacı hissettik.

Özellikle Fransa'da başlayan ve hemen bütün Avrupa'ya yayılmasından endişe edilen Başörtüsü yasağı konusunda neler yapılmalı, siz parti olarak nasıl bir çözüm arayışı içerisindesiniz.

Batı bir düşman arıyordu kendisine. Bu düşmanın İslam olmasına karar verdi. 11 Eylül'den sonra da bu düşmanlığını doruk noktaya ulaştırdı. İşte Avrupa'daki başörtüsü meselesi de bu tarihten sonra ortaya çıkan yine bu tarihin sonuçlarındandır.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, hak verilmez alınır. Bunun için Avrupa'da özellikle Almanya'da yaşayan göçmenler kendilerine dikkat çekebilecekleri siyasi ve kültürel çabalar içerisine girmelidirler. Almanya'da 3,5 milyon Müslüman göçmen var ve tüm siyasi partiler bu rakamı yanlarına çekmek için onlara iktidara gelince unuttukları vaatlerde bulunuyorlar. Avrupa'daki bu yasak yeni tecrübe ediliyor. Eğer Müslümanların aktif bir siyasi dilleri olsa Avrupa bu işi böyle kolay göze alamaz. Zira bu rakam kamuoyu oluşturması açısından gerçekten ciddi bir rakam. Bizim bu tür yasaklamalara karşı, herkesin kendi dinini, kültürünü yaşaması için çalışmalarımızı siyasi bir parti oluşturarak gündeme taşımamız dahi iktidardakilerin dikkatini bu yöne çekmelerine neden oldu. Ben başörtüsü konusunda Hıristiyan Demokratlara şunları söyledim, hatta Cumhurbaşkanı dahi aynı şeyleri söylüyor; "Eğer siz, dinsel bir sembol olarak gördüğünüz başörtüsünü yasaklarsanız, bu yasaklama size de dokunacaktır. Öncelikle parlamentoda Tanrı adına yemin edemeyeceksiniz, bir Hıristiyan'ın boynunda taşıdığı haçta olmayacaktır. Ayrıca bu yasak demokratik ve insan hakları söylemlerinizi kendi ellerinizle yok etmenize neden olacak ve bu yasaklamalar ileride daha başka şeylerin yasaklanmasını da beraberinde getirecek. Değişik kültürler, dinler, diller ve ırklar bir arada yaşabilir. Önemli olan insan olabilmek ve öylece yaşabilmektir." dedim. Ayrıca başörtüsünün bir simge değil bir kimlik ifadesi olduğunu, bir Hıristiyan haç takmazsa bunun onu günaha sokmayacağını ancak başörtüsünün dini bir emri olduğunu ifade ettim.

Ancak Türkiye bu konuyla ilgili olarak Avrupa için ciddi bir laboratuar, zira Türkiye'de başörtüsünün yasaklanması Almanların veya diğer Avrupa ülkelerinin "Türkiye Müslüman bir ülke olmasına rağmen orada dahi yasak" gibi bir söylemi bu yasağı meşrulaştırma adına kullanmalarına neden oluyor.

Benim için mesele başörtüsü meselesi değil, benim için mesele İslam kimliği, Hıristiyan kimliği veya Yahudi kimliğidir. Ben bu olayı bir insanlık sorunu olarak görüyorum.

Teşekkür ederim.

Röportaj: Abdurrahman Çeliker

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR