1. YAZARLAR

  2. Ahmet Varol

  3. Gazze’de Neler Oluyor?

Gazze’de Neler Oluyor?

Haziran 2004A+A-

Gazze'de uzun süreden beridir yaşanmakta olan sancı 15 Temmuz 2004 tarihinde gerçekleştirilen önemli bir adam kaçırma olayıyla patlamaya dönüştü. Dünya kamuoyunun da söz konusu sancıdan bu patlamayla birlikte haberi oldu. Ne var ki olaylar haber kaynaklarında gene yüzeysel olarak ve sadece patlamanın göstergesi olan olaylarla ele alınıyor. Biz bu noktaya nasıl gelindiği, patlamanın başlangıcını oluşturan ve normalde onaylanması mümkün olmayan kaçırma olaylarının nasıl değerlendirilmesi gerektiği, Filistin'deki İslâmi hareketin olaylara bakışı hakkında Türkiye'deki kamuoyunun bilgilendirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple belki biraz uzunca bir makaleyle ama yine de oldukça özet ve özlü bilgiler vererek zikrettiğimiz konularda sizleri aydınlatmak istiyoruz.

Aslında özerk yönetim içinde yaşanan ekonomik, siyasi ve ahlâki problemler uzun süreden beridir bu yönetimin kontrolünde bulunan bölgelerde, özellikle de Gazze'de ciddi sıkıntılara ve devam eden bir sancıya sebep oluyordu. Tabii bu sıkıntılar, sancılar ve özerk yönetim içindeki çözülme, İsrail işgal devletinin saldırılarının, cinayetlerinin, yıkımlarının gölgesinde kalıyordu. Bu arada özellikle İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) Filistinlilerin kendi aralarındaki sıkıntılarının fiili bir çatışmaya dönüşmemesi için büyük bir özen gösteriyor, çünkü böyle bir çatışmanın sadece işgalci Siyonistlerin ekmeklerine yağ süreceğini düşünüyordu. Nitekim son gelişmelerle ilgili açıklamalarında da gerçekleştirilen kaçırma, bina yakma ve benzeri şiddet olaylarını onaylamadığını bildirmiştir ki bundan ayrıca söz edeceğiz.

Özerk yönetim bünyesindeki siyasi, idari ve ahlâki çözülme hakkında fikir edinilmesine şu bilgiler yardımcı olacaktır:

Görünüşte özerk yönetim bölgelerinde uygulanan yazılı yasalar olmasına rağmen özellikle polis ve istihbarat teşkilatının bu yasaları hiçbir şekilde nazar-ı itibara almayarak sorumsuz hareketler yapması toplumun bütün kesimlerinde ciddi rahatsızlıklara sebep oluyordu. Bu durumdaki bir güvenlik teşkilatı güvenliği sağlamak yerine güvenliğe karşı bir tehdit haline gelmiş durumdaydı. Zaten kendi içindeki çözülme ve problemler de gücünü ve etkinliğini kaybetmesine sebep olmuştu.

Özerk yönetimdeki çözülmenin en önemli yansımalarından biri de rüşvet ve yolsuzlukların yaygınlaşmasıydı. Hatta bu yolsuzluk yaygınlaşması Türkiye'deki Susurluk skandalına denk bir olayın bile yaşanmasına sebep oldu. O da Mısır yönetimi tarafından ihraç edilen bir miktar çimentonun, özerk yönetim içindeki bazı kişilerin yolsuzlukları ve usûle aykırı uygulamaları neticesinde Batı Yaka bölgesine nakledilmesi ve işgal devletinin bu bölgede inşa ettiği ırkçı ayırım duvarında kullanılmasıydı. Bu çimento skandalı toplumda ciddi tepkilere sebep olduğu ve özerk yönetime bu işe adları karışanların derhal cezalandırılmaları çağrısı yapıldığı halde özerk yönetimin söze gelir bir şey yaptığı görülmedi.

Filistin toplumunu ve direniş gruplarını rahatsız eden önemli bir gelişme de özerk yönetime, özellikle de polis teşkilatına işgalcilerle işbirliği içindeki bazı elemanların sızmasıydı. Hatta işgal devletinin, direniş önderlerini hedef alan cinayetlerinde bu tür elemanlardan yararlandığı biliniyordu. Özerk yönetim zaman zaman işgalcilerle işbirliği yapan bazı kişileri tespit ederek, idama varacak derecede ağır cezalarla cezalandırdıysa da söz konusu sızmaların önüne geçmek için iyi bir performans ortaya koyamadı. Bunda emniyet teşkilatının üst kademesine kadar çıkabilmiş bazı kişilerin işgal devletiyle irtibatlı olmasının rolü vardı. Yani Irak'taki Allavi'nin benzerleri özerk yönetim bünyesinde çalışma fırsatı bulabiliyorlardı.

Bunlar ve benzeri gelişmeler özerk yönetimin genel yapısıyla ilgili ve tüm toplumu rahatsız eden gelişmeler. Ancak problemin odak noktasına, Arafat'ın örgütü olarak bilinen el-Fetih içindeki ihtilaflar ve ayrışmalar damgasını vurdu. Tabii bu ihtilafların ve ayrışmaların ortaya çıkmasında zikrettiğimiz problemlerin de önemli rolü oldu. Ancak, sancının dışa yansımasının ve patlamaya yol açmasının temel sebebi söz konusu ihtilaflardır.

Son gelişmelerle birlikte iyice gün yüzüne çıktığı üzere, el-Fetih içinde iki kanat oluştu. Birincisi özerk yönetim lideri ve örgüt içinde "eski bekçi" olarak adlandırılan Yaser Arafat'ın başını çektiği kanat. Diğeri de ıslahatçılar veya Türkçe'deki adlandırmayla reformcular olarak adlandırılan, başını da bazı genç önderlerin çektiği kanat.

Bu iki kanat arasındaki ayrışma el-Fetih'in Gazze bölgesinde yaklaşık on gün önce gerçekleştirilen örgüt içi seçimlerinde kendini belli etmişti. Bu seçimlerde reformcuların: "Çözülmeye Hayır Değişime Evet" sloganını kullanmaları dikkat çekmişti. Bu, aynı zamanda örgütün artık tarihi lideri haline gelen Arafat'a ve onun izlediği politikaya da bir başkaldırı anlamına geliyordu. Çünkü reformcular propagandalarında değişimin piramidin tepesinden başlaması gerektiğini özellikle vurguluyor, tepedekinin de zaten artık istirahata çekilmesi gereken bir "yaşlı" olduğunu ifade ediyorlardı.

El-Fetih içindeki ihtilafların önemli sebeplerinden biri de direniş konusundaki tartışmalardı. İsrail işgal devletinin Filistin halkının gasp edilmiş, meşru hakları üzerindeki tasallutundan vazgeçmemesine ve sadece kuvvet diline başvurmasına rağmen özerk yönetim bünyesinde özellikle eski kuşağı oluşturan kesim işgalcilere bir kez daha görüşme fırsatı tanınması yönünde görüşler ortaya attılar. Bunun için de tek taraflı olarak ateşkese gidilmesi ve işgalcilere yönelik eylemlerin durdurulması gerekiyordu. Fakat el-Fetih'in askeri kanadı durumundaki el-Aksa Şehitleri Birlikleri buna karşı çıkıyor ve direnişin kararlı bir şekilde sürdürülmesi görüşünü savunuyordu.

Bu arada önemli bir problem de, özerk yönetimin güvenlikle ilgili sorunların üstüne gitmek ve kargaşayı önlemek amacıyla geliştirdiğini ileri sürdüğü 'Ulusal Program'ı uygulamaya geçirmek istemesi yüzünden ortaya çıktı. Bu çerçevede "yasal olmayan" silahların kontrol altına alınması adına tüm direniş örgütlerinin silahlarının toplanması ve kontrol altına alınması hedefleniyordu. Bu ise ABD'nin geliştirdiği "Yol Haritası" planının ana hedeflerinden biriydi ve sadece Siyonist işgalcilerin işine yarayacaktı. Çünkü Filistinli direnişçilerin ellerindeki silahlar toplanıp depolara konurken işgalcilerin ellerindeki silahlar kalacak, dolayısıyla işgalciler, cinayet, katliam ve yıkım konusunda kendilerini daha rahat hissedeceklerdi. Özerk yönetim ise, ABD ve İsrail'in bu isteklerini yerine getirmekle sözde "bağımsız" bir devletçiğe kavuşmayı umuyordu. Oysa bu şartlarda yani her türlü silahtan ve savunma imkanlarından arındırılmış bir devletçik sürekli işgalci Siyonistlerin tehdidi altında olacak ve yönettiği halkın haklarını savunma gücüne sahip olamayacak; bilakis bu halk üzerinde başkaları hesabına bekçilik yapacaktı.

Bütün bu konularla ilgili tartışmalar ve sıkıntılar devam ederken 15 Temmuz 2004 Perşembe günü, silah toplama görevi kendisine tevdi edilen Gazi el-Cubali, sol çizgideki Halk Direnişi Komiteleri'ne bağlı Cenin Şehitleri Birlikleri tarafından Gazze'de sahil şeridinde pusuya düşürülerek kaçırıldı ve Bureyc mülteci kampında birkaç saat tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Bu arada Gazze bölgesi polis teşkilatının lideri el-Cubali'nin işkenceleriyle tanınan ve çeşitli yolsuzluklara adı karışmış biri olduğunu hatırlatalım.

El-Cubali'yi kaçırıp birkaç saat tuttuktan sonra serbest bırakan Cenin Şehitleri Birlikleri adına el-Cezire'ye açıklama yapan Ebu İyad: "Özerk yönetim güvenlik ve düzeni sağlamaya, yolsuzlukları sorgulamaya güç yetiremediğini ortaya koyunca bu işi biz omuzlarımıza aldık" dedi. Ebu İyad, özerk yönetimden yolsuzlukların ve çözülmenin üzerine gitmesini, bu bataklığa saplananların sorgulanmasını istediklerini ifade etti ve el-Cubali'nin de bunların arasında adeta sembol isim haline geldiğini hatırlattı.

El-Cubali'nin serbest bırakılmasının üzerinden fazla zaman geçmeden Yaser Arafat onu görevden aldığını ve yerine Saib el-Aciz'i tayin ettiğini açıkladı. Ancak bu kez de amcasının oğlu Musa Arafat'ı Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nın başına geçirerek yeni bir kargaşaya sebep oldu. Musa Arafat hem el-Fetih içinde hem de halk tarafından istenmeyen bir isimdi ve yolsuzluklara bulaşanlar arasında Gazi el-Cubali'den geri kalmıyordu. Dolayısıyla adam kaçırma olaylarıyla alevini çakan patlama durulacak yerde büyüdü. Bu kez el-Fetih'in taban kesimini oluşturan bir kalabalık Musa Arafat'ın görev yaptığı Ulusal Güvenlik merkezine doğru yürüyüş yaptı ve bazı binaları ateşe verdiler.

Başlangıçtaki tepkilere aldırış etmeyen ve amcasının oğlunu görevden almamakta ısrar eden Yaser Arafat sonuçta 19 Temmuz Pazartesi günü yaptığı toplantıda onu görevden almak zorunda kaldı.

Yaşanan önemli bir olay da el-Cubali'nin sol bir grup tarafından kaçırıldığı sırada el-Fetih'e bağlı bir silahlı grubun da Han Yunus'ta birkaç Fransızı kaçırması oldu. Bu kaçırma işlemini gerçekleştirenler kendilerinin Fransızlarla ve Fransa'yla herhangi bir sorunlarının olmadığını ancak tepkilerini duyurmak amacıyla bu eylemi gerçekleştirdiklerini iddia ettiler. Fakat tepkinin bu şekilde dile getirilmesi yarar değil zarar getirmiş, Filistin direnişinin imajını olumsuz yönde etkilemişti. Bu yüzden Han Yunus ahalisi ve buradaki tüm direniş grupları olaydan dolayı hem Fransa yönetiminden hem de halkından özür dileme ihtiyacı duydular.

Burada üzerinde durmamız gereken bir konu da Filistin'deki İslâmi hareketin konumu ve olaylara bakış tarzıdır.

Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) özerk yönetim içindeki çözülme, ahlâki yozlaşmayı ve işgal devleti hesabına çalışanların sızmalarını daha önce yayınladığı muhtelif bildirilerinde gündeme getirmiş, bütün bu problemlerin üzerine gidilmesini ve suçluların tespit edilip cezalandırılmasını istemişti. Son dönemde ortaya çıkan "ateşkes" tartışmalarında da, ateşkesin işgalcilerin saldırılarını önlemediğinin tecrübe edildiği ve bu konuda uluslararası garanti alınmadan herhangi bir ateşkese gidilmemesi gerektiğini vurgulamıştı. Direnişçilerin ellerindeki silahların toplanmasının ise sadece işgalci Siyonistlerin işine yarayacağını, Yol Haritası planına göre kurulacak bir devletin de bütün devlet yetkilerinden yoksun olacağını vurgulamıştı. Bütün bunlara rağmen HAMAS, Filistinliler arasındaki ihtilafların bir çatışmaya, fiili kavgaya dönüşmesine de her zaman karşı olmuş, böyle bir şeyin işgalci Siyonistlerin ekmeklerine yağ süreceğini her fırsatta dile getirmiştir.

HAMAS son olaylarla ilgili açıklamalarında adam kaçırma eylemlerini ve Filistin ortamında gerginliğe götüren tavırları tasvip etmediğini dile getirdi.

HAMAS'ın 17 Temmuz 2004 tarihli bildirisinde şu hususlar dile getirildi:

1.Biz Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) olarak Filistinli kanının saygın olduğunu, Filistin'deki iç problemlerin çözümü için adam kaçırma ve benzeri şiddet eylemlerini tasvip etmediğimizi, bu tür eylemlerin Filistin halkının birliğine, bütünlüğüne, dayanışmasına zarar vereceğini, Filistin içinde kargaşaya, huzursuzluğa sebep olacağını, Filistinli vatandaşın güvenliğini ortadan kaldıracağını vurguluyoruz.

2.Bu tutum (söz konusu eylemlere karşı olma), Filistin özerk yönetiminin muhtelif birimlerindeki çözülmeyi, bozulmayı ve halkımızın ıslahata olan ihtiyacını görmezlikten gelmeye yöneltemez. Fakat bunun (ıslahatın) bizim Filistinli olarak görüşlerimize ve ihtiyaçlarımıza uygun kapsamlı bir ulusal plan ve program çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekir.

3.Filistinliler arasındaki ihtilafların hesaplaşmalar yoluyla değil, Filistin bünyesindeki başvuru organlarının devreye sokulması suretiyle halledilmesi gerekir. Yaşanan olaylar, bu geçiş döneminde halkımızın öncülüğü için tüm gruplardan birleşik bir Filistin önderliği oluşturulmasının zorunlu olduğunu ortaya koymuştur.

4.Filistin'deki halkımıza yardım sunulmasına katkıda bulunan yabancı sivillere herhangi bir şekilde zarar verilmesini kesinlikle reddediyoruz ve bu tür hareketlerin, halkımızın diğer halklarla ilişkilerine büyük zarar vereceğini, Filistinliler arası ihtilaflardan onların tamamen uzak tutulmaları gerektiğini hatırlatıyoruz.

5.Tüm Filistinli grupları ve oluşumları mevcut kargaşaya karşı, halkımızın dayanışmasını garanti edecek, onu fitnelerden, güvensizlikten ve istikrarsızlıktan uzak tutacak ortak bir tavır almaya çağırıyoruz.

6.Filistinli halkımızı ve haklarımızı savunmak için Siyonist işgale karşı direnişin sürmesi gerektiğini vurguluyoruz."

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki, Filistin özerk yönetiminin yanlış uygulamalarının, tasvibi mümkün olmayan birtakım olaylara yol açması Filistin davasına ve direnişine zarar vermiştir. Bunların işgal devletinin Gazze'den çekilme planını uygulamaya zorlandığı bir dönemde meydana gelmesi olumsuz yanının daha da artmasına ve "İşgal güçlerinin çekilmesi sonrasında Gazze bir tufan mı yaşayacak? İşgal güçleri kendilerinin çekilmesi sonrasında bir iç çatışma olması için zemin mi oluşturuyorlar?" gibi soruların akla gelmesine sebep olmuştur. Temennimiz herhangi bir iç çatışmanın olmamasıdır ve yaşanan olayların böyle bir çatışmaya dönüşeceğini de sanmıyoruz. Ama özerk yönetim bünyesinde ciddi ve köklü bir ıslahata ihtiyaç olduğu, özellikle kişisel menfaatlerini, Filistin halkının ulusal çıkarlarına tercih ederek yolsuzluklara bulaşanların, işgal devletiyle gizli ilişkiler içine girenlerin mutlaka tasfiye edilmesi gerektiği üzerinde ihtilaf yoktur.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR