1. YAZARLAR

  2. Arif Çifci

  3. Dini Millileştirme Çabası: “Türk Müslümanlığı”

Dini Millileştirme Çabası: “Türk Müslümanlığı”

Mayıs 2007A+A-

Geçtiğimiz ay Ekin Yayınları tarafından yayınlanan Ramazan Yazçiçek'in "Milli Din Arayışı ve Türk Müslümanlığı" isimli çalışmasında belli zamanlarda etrafında kamuoyu oluşturulmaya çalışılan "Türk Müslümanlığı"nın fikri ve kültürel dayanakları ele alınıyor. Kitap, Türklerin Müslüman olmadan önceki kültürlerini yeni dine girerken nasıl kamufle ederek taşıdıkları inceliyor.

Eserde ırkçılık olgusunun din ile temellendirilmesine eleştirel bir açıdan bakılarak "ırkçılığın dinleştirilmesi" sorununun gelişim evreleri, meydana çıkışı geniş bir şekilde tartışılıyor.

Cumhuriyet kurulurken yeni bir Türk ulus kimliği yeniden oluşturulur. Din de bu yeni ulus anlayışına uygun olarak, yani Türk'e özgü bir  şakilde kurgulanır.

Modern ulus-devlet Batılı paradigmalar çerçevesinde kurulurken Türk Müslümanlığının da halka şirin görünmek için dini kendi anlayışına uygun olarak dönüştürme (vicdanlara hapsetme, bireyselleştirme gibi) hedefleri vardı. Ayrıca siyasal İslam'a karşı da bir dalga kıran vazifesi görmesi de gerekiyordu.

"Milli Din Arayışı ve Türk Müslümanlığı" adlı eser; takdim ve girişten başlayarak on bir bölümden meydana gelmektedir.

İlk bölümde ırkçılık tanıtılarak konu tanımlanır. Irkçılık; "bir halkın, bir grup insanın başka halk ya da insanlardan farklı olmakla kalmayıp, diğerlerinden biyolojik, ırksal özelliklerinden dolayı her yönden üstün olma" iddiasıdır. Irkçılık Almanya, İtalya, Rusya, İsrail ve bugünkü ABD'de önemsenmiştir. İslam, ırkçılığı şeytani bir davranış kabul ederek Allah'ın vahyine ters bir görüş olarak reddeder.

Hem Yahudiler hem de Hrıstiyanlar, tarihi gelişim içerisinde dinlerini ırkçı bir forma sokarak ulus-devletlerin hizmetine sunmuşlar ve onların sömürgeci emellerine hizmet etmişlerdir. Önce ırk kutsanır, sonra ırkın oluşturduğu ulus-devlet kutsanır, ardından da din, kutsallaştırdıkları devletin emrine amade kılınarak hem dönüştürülür, hem de deformasyona uğratılır.

İkinci bölümde ırkçılık, cahiliye asabiyeti ve taassub olarak değerlendirilir. Kur'ani bakış açısından herhangi bir kavmin, dilin veya kabilenin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Çünkü insanın tercihi olmadan sahip olduğu özelliklerinden dolayı kınanamayacağı belirtilmiştir.

Üçüncü bölümde ırkçılığın ve milliyetçiliğin tarihte oluşan örneklerinden Arap ırkının üstünlüğünü ilan eden Ümeyyecilik hareketi tanıtılır ve yanlışlığı üzerinde durulur. Bu hareket İslam tarihinin ilk ırkçılık hareketidir. Olay İsrailoğullarının Yahudileşme sürecine benzetilir. Hz. Peygamber'in vefatıyla başlayan siyasal ihtilaflar önce hizipleri doğurur, daha sonra kelam ilmi vasıtasıyla akaide taşınarak inanç esası haline getirilir. Sonuç olarak Ümeyyeoğulları kendi ırkçılıklarını dinsel formlar içerisine karıştırarak meşrulaştırmanın yollarını aramışlar ve bunun için "hadis" adı altında birçok uydurma sözler üretmişlerdir.

Dördüncü bölümde; Arapların kendi kavimlerini üstün görmelerine olarak oluşan "Şuubiyye hareketi"nin özellikleri anlatılmaktadır. Bu oluşumun içinde önce İranlılar, ardından da Türkler, Rumlar ve daha başkaları vardır. İslam'dan önce sahip oldukları inançları ve motifleri Müslüman olduktan sonra da yaşatmaya çalışan heteredoks akımlar zamanla  Şuubiyye zemininde buluşmuşlar ve dini de kullanarak dinsel bir ırkçılık  hareketi geliştirmişlerdir. İran, Hint ve Orta-Asya kültür ve dinlerinin farklı formlara girerek Müslüman halk içerisinde yaşamaya devam etmesi sağlanmıştır. Bunda hiç şüphesiz hızla gerçekleştirilen fetihlerin rolü büyüktür.

Beşinci bölümün başlığı enteresandır.  Yazarın da ifade ettiği gibi "İlahi Kanunla Yönetmekten İlahi Yetkiyle/Sıfatla Yönetmeye" doğru bir dönüşüm yaşanmıştır. Irkçı yaklaşımlar islam dünyasında da var olmuş, çeşitli fırkalar, siyasi emellerine ulaşmak için dini motifleri ve İslami kavramları kullanmışlardır. Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar'da da bunun örneklerini görebilmekteyiz.

Pozitivizmin hakim olduğu modern zamanlarda da laik yönetimler bu sıfatları kullanarak zalim diktatörlere kutsallıklar verme alışkanlığı devam ettirmişlerdir. Ayrıca günümüz demokratik toplumlarında egemenliğin halka ait olduğu vurgulanarak halklar ilahlaştırılmış, halkın adına hüküm koyanlar kendi tağuti düzenlerini gizlemeye çalışmışlardır.

Esas konuya "Türkler ve İslamiyet" başlığını taşıyan altıncı bölümde girilmiştir. Bu bölüme kadar devlet ve iktidar eksenli, kavmiyetçiliğe alet edilen dinlerin tarihsel öyküleri incelenmiştir. Bundan sonraki bölümlerde Türklerin İslam öncesi inanç yapılarına, Anadolu'nun İslamlaşmasına ve yaşadığı maceraya, arkasından Cumhuriyet'in kendine göre oluşturduğu "dinde yeniden yapılanma" çalışmalarına değinilmiştir.

İlerleyen bölümlerde yazar, Müslümanlığı kitleler halinde kabul eden Türkmenlerin eski dinlerinin etkisinden kurtulamadıklarını, yeni dinin kavramlarının içeriğini eski kültürlerle doldurarak yaşamlarına devam ettiklerini örneklerle açıklamıştır. Veli, evliya anlayışına İslam öncesi Şamanizm ve Budizm inancının karıştığı, X. ve XIII. yüzyıllarda tekkelerin çoğunun Budist manastırlarının yanında inşa edildiği, azizlerin veli olması, Saint Nicolas'ın Sarı Saltuk olması, Hacı Bektaş'ın Hristyan Saint Charalambus kültünden etkilenmesi kitapta zikredilen dikkat çekici örneklerden sadece birkaçıdır.

Eski Türk inançlarının Şamanizm, Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdeizmin inanç unsurlarının hem gayri Sünni hem de Sünni menkıbelerde bugün de devam ettiği gerçeğine işaret edilerek İran, Anadolu ve Balkanlar'da yaygın olarak yaşamakta olduğuna vurgu yapılmıştır.

Hakim olan kitabi ve naslara bağlı Müslümanlık anlayışına karşı "Mevali" denilen zümreler (Fars ve Türkmenler) mistik ve muhalif bir tepki göstererek tasavvufi bir harekete savrulmuşlardır. Batınilik, hurufilik ve pagan kültlerinin de yine tasavvuf aracılığıyla Müslümanlar arasına girdiğini görüyoruz.

Eserde Ahmet Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş, Şemsi Tebrizi, Hallac-ı Mansur, Cüneydi Bağdadi, Beyazıt Bestami ve benzerlerinin Anadolu Halk Müslümanlığının şekilenmesindeki rolüne değinilmiştir. Geleneksel Türk dini, tasavvuf ve tarikatlar kanalıyla oluşmuştur. Bu kanallardan bir sürü batıl inançlar ve hurafeler de folklorik bir şekilde Halk Müslümanlığına yansımıştır.  Kur'an İslamı'na aykırı anlayışlar bu halk müslümanlığına dayanak yapılmıştır. Halk Müslümanlığı denilen olgu daha sonra ulusçu Müslümanlık için bir prototip oluşturarak CHP'nin kurduğu Halk Evleri tarafından Kur'an Müslümanlığının karşısına alternatif olarak konulmuştur.

Halk Müslümanlığının bir başka grubunu da Alevilik oluşturmaktadır. Anadolu Aleviliği kitabi olmayan ve şifahi kültürle gelen bir sürü hurafelerle bezenmiş bir şekilde Türkmenlerin yaşayış biçimine yansımıştır. Batılılaşma ve laiklikle birlikte Türk Müslümanlığının dayanaklarından biri de Alevilik olmuştur. Özellikle İttihat ve Terakki ile başlayan modernleşme, batılılaşma yanlılarıyla Anadolu Aleviliğinin ittifak kurduğu, Türkiye'nin dinsel, siyasi coğrafyasında dengeleyici bir unsur olarak görüldüğü, Kemalist devrimin milliyetçi, laik ve seküler yapının oluşmasında katkıda bulunduğu tespiti konunun uzmanlarınca da yapılmıştır. Ayrıca Kur'an İslamı'na karşı Aleviliği ve Türk Müslümanlığını sistem her zaman yedeğinde bekletmiştir.

İslam'ı Türkleştirme projesi II. Meşrutiyet'le başlamıştı. Ziya Gökalp'in dilin yanında "dini türklük" teklifi de yapması da bundandır. Cumhuriyet'in ibadet dilinin Türkçeleşti-rilmesi girişimi bunun bir devamıdır. 'İslam'ın Türk-leştirilmesi' ve 'Türk milli dini' haline getirilmesi, Mustafa Kemal'in 1932 Ramazanından başlayıp 1950'de biten başarısız bir projesiydi.

Cumhuriyet dönemine ait son bölümde yazar "siyasal bir talep olarak Türk Müslümanlığı" nı incelemiş ve sistemin dine pragmatik baktığını belgelerle anlatmıştır. Dini yok edemeyeceğini anlayan laiklik ve Cumhuriyet, onu dönüştürme projesini devreye sokarak kontrol altına almaya çalışmıştır. Din önce vicdanlara hapsedilmiş, sonra vicdanlarda da yine sistemin isteklerine göre şekillenmesi istenmiştir.

Bugünlerde Türk Müslümanlığını önceleyen geleneksel cemaatlerden "dinlerarası diyalog" çağrısı yapan bir grup, Hrıstiyanlarla Hz. Muhammed üzerinden değil de, Mevlana, Hallac-ı Mansur ve Muhiddin Arabi gibi İslam'dan sapmış geleneksel kişiler üzerinden görüşebilmektedir. Bu ilginç bir zemindir. Çünkü gelişen Kur'an İslamı ne Batı'nın ne de laik düzenin işine gelmemektedir.

Kur'an Müslümanlığına karşı alternatif olarak sunulan Türk Müslümanlığının özelliklerini ortaya koyan yazar, bu konuda ilginç tespitlerde bulunur:

1•        Türk Müslümanlığı Kur'an'dan ziyade halkın inançlarına dayanır. Bu şekliyle halkın hurafelerini meşrulaştırır.

2•        Suya sabuna dokunmayan, vicdanlara hapsedilen, atalardan alınan her türlü İslam dışı inançlara yer veren, popülizme açık, sabiteleri olmayan bir ekletik yapıya sahiptir.

3•        Her türlü siyasal iradeyle iyi geçinen, küresel sistemlerle sorunu olmayan, kılık kıyafeti, ticareti, pragmatik bir yaklaşım içerisinde ilkesizleştiren, tatil beldelerinde, kutlama törenlerinde gösterişçi dindarlık anlayışına savrulan bir zihniyettir.

4•        Post-modern anlayışın her şeyini kabul eden, bireyselliği öne çıkaran, dünyevileşen, modernitenin din anlayışının ve sekülerizmin hedefleriyle örtüşen bir Türk Müslümanlığı çağdaş sömürü sistemlerinin de işine gelmektedir.

5•        "Türk Müslümanlığı en iyi Müslümanlıktır." diyerek diğer kavimleri aşağılayan modern ulus-devletleri ve Türk kavmini kutsayan Kur'an dışı bir anlayışın halka dayatılmasıdır.

6•        Türk Müslümanlığı Türk inanç ve kültürlerinin müsaade ettiği kadar Müslüman olmayı salık vermektedir. Türk Müslümanlığı bütün bu anlamıyla, ırkçılığın, dinsel, Türki versiyonudur.

Türk-İslam sentezi, Türk İslamı, Anadolu İslamı, yerli İslam, gönül Müslümanlığı gibi deyimler uçları açık etnik ve seküler temele dayalı bir din anlayışının neticesidir, Kur'an dışıdır.

Cemal Kutay, Mustafa Kemal'i Türkler'in peygamberi olarak görür. Şairler ulusal dinin erkanı olarak "Milli kıble Sakarya, milli Kabe Çankaya" der.

Yazar konuya dair bu tespitlere yer verdikten sonra meseleye alternatif bir bakış açısı ile bakmaya çalışır. Yazara göre; "İslam'da ibadet kavmi/beşeri kalıplar içerisinde yapılamaz, ibadet ancak dini bir kimlikle yapılır ki; dini kimliğin dili de, ırksal, bölgesel değil evrenseldir. Beşeri değil, ilahidir. İbadetlerin evrensel Kur'an diliyle yapılması demek, ibadet kastıyla ve Resul'ün örnekliğinde yapılması demektir. Bu esas, başka bir insanın, ırk veya kabilenin örnekliğini aklı ya da heva ve hevesi merkeze almayı ortadan kaldırmaktadır."

"Türk Müslümanlığı söylemi İslam'ın evrenselliğine aykırıdır. Nasyonalist bir yaklaşımdır." diyen yazar, eserinde ibadet dilinin Kur'anca olmasını savunarak şu ilkelere de dikkat çekiyor: Araplar veya Arap dili olan Arapça kutsal değildir. Böyle bir yanlış anlaşılmaya da karşı çıkılması gerekir. İbadet dilinin Kur'aniliği esastır. Ümmet bilinci Kur'an'ın mesajının evrensel olmasıyla gelişir. Burada ibadet dili Arapça değil, Kur'anca'dır. Arap dili diğer dillere üstün olarak gösterilemez. Böyle bir yaklaşım doğruyu ararken düşülen başka yanlışlara kapı aralar. Türkçe mealler Kur'an'ın anlaşılması için bir imkan arayışının neticesinde doğmuştur.

Müslümanların ulusçuluk ve milliyetçilik çıkmazını aşması yönünde önemli bir katkı olarak gördüğümüz bu eserinden ve emeğinden dolayı yazar Ramazan Yazçiçek'i kutluyor ve eserin son cümlelerinde yaptığı hatırlatmaları ve temennileri yineliyoruz:

"...Günümüzde bütün sıcaklığıyla yaşanmakta olan İslam dışı modern problemlerin aşılması da Kur'an'ın aydınlığında pekala mümkündür. Dinsel ırkçılık, geçmişte Ümeyyecilik, Şuubiyye idi, bugün Türk Müslümanlığı. Belki yarın, bir başka teoloji denemesi veya felsefi doktrin olarak karşımıza çıkacaktır. Aynı kastın farklı ifadelerle isimlendirilmesi kabul ve redlerin değişmesi için yeter sebep değildir. Müslümanlar açısından konunun özü şudur: Mensubiyet 'Arap Müslümanlığı'na olmadığı gibi rücu da 'Türk Müslümanlığı'na veya başka bir kavmin Müslümanlığına olmayacaktır.

Kur'an'ın aydınlığında Kur'anca iman ve Kur'anca yaşam duası ile..."

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR