1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. "Mezhep Savaşı Çıkar mı?” Sorusuna Cevap Arandı
Mezhep Savaşı Çıkar mı?” Sorusuna Cevap Arandı

"Mezhep Savaşı Çıkar mı?” Sorusuna Cevap Arandı

Özgür-Der aylık panelinde "Mezhebi Dinamiklerin Etkisi ve Çatışma Riski ” tartışıldı. (PANEL)

14 Mart 2013 Perşembe 16:20A+A-

HAKSÖZ-HABER / Kürşat Okur

Özgür-Der'in "Ortadoğu'da Ne-Neden Oldu?" üst başlığıyla düzenlediği aylık panellerin altıncısı olan "Mezhebi Dinamiklerin Etkisi ve Çatışma Riski” konulu program Kenan Alpay ve Yımaz Çakır’ın sunumuyla gerçekleştirildi.

Panelde ilk sözü alan Kenan Alpay, son iki senede Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri anlamak için bu bölgedeki mezhebi dinamiklerin etkisini de ele almak gerektiğini ifade ederek başladığı konuşmasında özetle şu hususlara değindi:

“Konuyu bu bağlamda ele aldığımızda daha özelde Suriye’de yaşanan gelişmeler karşısında İran’ın takınmış olduğu tavır üzerinden ele almak gerekir.  Çünkü Mısır, Libya ve Tunus’ta yaşanan olaylar sonucunda yaşanılan tartışmalara baktığımızda mezhep temelli bir tartışma yaşanmamıştı. Kaldı ki ismi geçen ülkelerdin bu durumun yaşanacağı çok karışık bir mezhebi yapıya sahip olmadığını da görüyoruz. Daha çok bu olayların Batının bir oyunu olup olmadığı veya Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçası olup olmadığı üzerinden bir tartışma yürütülmüştü. Fakat söz konusu süreç Suriye’ye geldiğinde tartışma farklı bir boyuta taşınarak mezhep çatışması üzerinden konuşulmaya başlandı. Bu durumun arka planında da Irak’ta yaşanan Şii-Sunni çatışmasına atıfta bulunarak bir takım tartışmalar yürütüldü. İran Esed rejimini direnişin altın halkası olarak niteleyerek Irak’taki Maliki yönetimi, Suriye rejimi ve Lübnan’daki Hizbullah ile birlikte derin bir jeo-stratejik bölgeyi kendine ait olarak görerek bu bölgeyi muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Suriye rejimine karşı Türkiyeli Müslümanların bu denli kafa karışıklığının yaşamasının sebebi İran asıllı çıkan haberler ve İran’ın nüfuz alanının güçlü olmasından kaynaklanıyor. Esad rejimi ilk olaylar yaşanmaya başladığı zaman verdiği ilk mesajlar Batıya dönerek Suriye rejiminin Laik bir rejim olduğunu, batılı ve seküler değerleri savunduğunu söyleyerek, kökten dinci olan El Kaideci, Selefi ve Vahhabilere karşı savaştığını söyleyerek yaşananlar karşısında batıyı yanına almaya çalışıyordu. Bu Selefi, Vahabi, El Kaideci gibi söylemler gündemde tutularak Suriye’nin bir mezhep savaşına çekileceği ima edilmeye çalışılmıştır. Bu iddialar Sana haber ajansı tarafından ve İran medyası tarafından abartılarak pompalandı.

Suriye nüfusunun mezhep dağılımına baktığımızda Sünni kesim yüzde 80 ile ifade edilirken azınlık iktidarı olan Nusayriler, nüfusun yüzde 14’ü kadardır. Fakat bu durum sanki Suriye’de Esad rejiminin indirilmesinden sonra tekfircilerin bir şeriat devleti kuracağı ve bu durumdan dolayı “ne olacak bu nusayrilerin hali “ denilerek sanal bir korku gündeme getiriliyor. Fakat bugün yaşanan tablo Suriye’de tam tersi bir durumdur. Nusayri destekli azınlık rejimi tam tersi bir katliam yapmaktadır. Suriye’de mezhep kavgası var diyenler acaba ne zamandan beri Şebbihalık bir Şiilik olarak görülmeye başlandığını cevaplamalıdırlar. Şiilik karşımıza eğer Şebbihalık olarak çıkıyorsa, Rakka’da, Dera’da, Hama’da binlerce insanın katledilmesine göz yummak olarak çıkıyorsa bu bir mezhep savaşıdır. Bölgede bir mezhep çatışmasına dair bir durum varsa da bunun müsebbibinin İran’ın ve Hizbullah’ın, Suriye konusunda takındığı tavırdan kaynaklandığını görmekteyiz. Bu durumun tek müsebbibi yok.  Yine Amerikan çıkarlarına saldırmaktan pek bir farkını görmediği Selefi bazı grupların Şiileri hedef alan bombalı saldırıları da Şiileri bu duruma itmiştir. El Hekim ailesini karşılamak için yapılan kalabalıklar arasında patlatılan canlı bombalar bu duruma sebep olmuştur. Yine Kerbela törenleri yapılırken burada bombalı saldırı yapılması Şii unsurların bütün Sunnileri eşitleyerek Baas rejimiyle ittifak etmesine sebep olmuştur. Yine İran’a yapılan ambargoyu Kuveyt, Suudi Arabistan gibi Sunni kitlerin çoğunlukta olduğu devletlerin desteklemesi de Sünnilerin bu perspektifte değerlendirilmesine sebep olmuştur.

Hizbullah- İsrail’in 2006 yılındaki savaşından sonra Suriye’ye gezi için gittiğimde hemen her yerde Hizbullah liderinin posterleri ve Hizbullah marşları çalıyordu. Kendilerine bu durumun sebebini sorduğumuzda ise önemli olanın mezheplerin değil, Müslüman olmanın önemli olduğuna dikkat çekiliyordu. Çünkü Hizbullah, İsrail’e karşı savaştığı için Suriye halkının gönlünde taht kuruyordu. Fakat Hizbullah bugün Suriye halkını katleden bir rejime arka çıktığını düşündüğümüzde, bugün Suriye’de Hizbullah’a duyulan öfke bir toplum psikolojisi açısından gayet anlaşılabilir bir durumdur.

Mezhep çatışması söylemi bir manipülasyondur ve bu durum İran’ın büyük günahlarını örtmek için bize sunulan çuvala sığmayan mızraklarından başka bir şey değildir. Bu durum özetle İran’ın Suriye rejiminin bekasını, kendisininse iflasını açıklamasından başka bir şey olmadığını söyleyerek sözlerine son verdi.”

Panelde ikinci konuşmacı Yılmaz Çakır, mezhebi dinamiklerin etkisi ve çatışma riskinden bahsederken sadece Şia’dan bahsetmenin doğru olmayacağını ifade ederek bunun yanında Sunniliğe bağlı olan çatışma riski yüksek Selefi grupların etkisinin de olduğunu hatırlattı. Çakır konuşmasının devamında:

“Çatışma riskinden bahsetmeden önce hangi mezhebin nasıl bir nüfüz alanı olduğunu bilmek gerekir. Dünya üzerinde 1,5 milyar olarak bilinen bir Müslüman nüfus bulunmaktadır. Bunarın yüzde 15’inin yaklaşık 150-200 milyon arası Şiilerin teşkil ettiği söylnmektedir. Fakat Şiiiik bu sahip olduğu nüfusunun da üstünde bir nüfuza sahiptir. Bu da Sunnilik ve Şiilik arasındaki bazı farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Şii nüfusunun yarısına yakını bugün  İran’da yaşamaktadır. İran’ın nüfusunun yüzde 90’ı Şii’idir. Hemen yukarıda yer alan Azerbaycan nüfusunun önemli bir kısmı da Şii’dir. Bahreyn 2 milyonluk bir ülke olmakla birlikte nüfusunun çoğu Şiidir. Afganistan, Pakistan ve Türkmenistan’da da bir Şii nüfus bulunmaktadır. Fakat biz mezhep dinamiğinin etkisinden bahsedecek bugün İran’ın etkin bir nüfuzu olduğu İran, Irak’taki Maliki hükümeti, Suriye’de Baas rejimi, Lübnan Hizbullahı’nı daha çok konuşacağız.  Bu 4 ülke Şii hilali olarak tanımlanmaktadır. Şiilikte farklı kollar bulunmaktadır. İran’ın da içinde bulunduğu İsna Aşeriye kolu Şiiliğin en büyük koludur. Yine İsmailiye ve Zeydiye gibi diğer ekollerde vardır. Bunlar temelde birbirlerine itiraz noktaları imam sayılarıyla alakalıdır. Türkiye’deki aleviler ve Suriye’deki Nusayriler İran tarafından Şii olarak tanımlanmayıp, yakın zamana kadar Gulat yani aşırı olarak görülse de bu iki kesim gelişen Suriye olaylarına bakış açısında bir söylem birlikteliği yakalamıştır. Tabi her şeyi mezhebi dinamiklerle açıklamak yeterli olmuyor. Mesela İran ve Azerbaycan’ın ikisinin de Şii olduğu düşünüldüğünde İran’ın dış politikada Azerbaycan yerine Azerbaycan ile sorun yaşayan Ermenistan’ı desteklemesi bu durumu mezhep temelli açıklamayla izah etmiyor. Daha çok bu mezhep etkisi bütün Şiileri etkilemektense Şii hilalinin bulunduğu bölgelerde etkili olmuştur.

Mezhepler arası bir çatışmadan bahsedeceksek bu Şiilik ve Sünnilik üzerinden olacaktır. Şii bir devletin olduğundan bahsedebiliyoruz. İran bu konuda anayasada kendini İsna Aşeriye mezhebine bağlı olarak gören bir devlettir. Fakat aynı şekilde kendini Sünni devlet olarak gören bir devlet var mıdır? Buradan baktığımızda Suudi Arabistan nereye girer? Pakistan’ı Sünni bir devlet olarak kabul edebilir miyiz? diye sorarsak burada şunu göreceğiz bunun Osmanlı döneminden bu yana gelen dinin devlet tarafından araçsal olarak emelleri için kullanılan bir pozisyonda olduğunu görürüz. Yine İslam dünyası söz konusu olduğunda Türkiye, İran ve Mısır’ın öne çıktığını görüyoruz. Türkiye ve Mısır’ı ele aldığımızda bu iki devletinde kendini Sünni bir devlet olarak görmediğini görüyoruz. Yani Sünni kesimde İran gibi bir mezhep temelli bir devlet yoktur.

Yine Sünni toplum ile Şii toplum arasında bir tanımlama farkı vardır. Bu durumu şöyle örneklendirirsek bir Şii toplum kendini mezhebi faktörlerle tanımlar fakat Sunni dünyada ise mezhepten daha çok bir cemaat tanımlaması vardır. Baktığımız zaman bir İhvan-ı Müslimin, Cemaati İslamiye gibi farklı bir çok cemaatlerden bahsetmek mümkündür. Bu durum biraz daha Sunni toplumun evrensel düşünme ve ümmet bilincine yakın olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Sunni dünyadaki Selefi grupları ayırırsak panelimizin konusu olan çatışma riskinin bu kesim ile Şiiler arasında olduğunu görüyoruz. Selefi bakış açısı bu durumu kendilerince doğru veya yanlış bir şekilde de olsa izah etmiştir. Buradan yola çıkarak Suriye’de eğer Baas rejimine karşı Müslümanlar kaybederse belki İran kazanacaktır fakat bilahare İran, Ümmeti ve İslam Dünyası’nı kaybedecektir.

Yine olayı başka bir açıdan değerlendirdiğimizde biz İran devrimini ve İran’ın anti emperyalist duruşuna bakarak duygusal olarak bir söylem oluşturduk fakat biz vahdetin ve ümmetin nasıl oluşacağını gerçekçi olarak düşünmedik. Şianın temel anlayışlarından biri olan imamet anlayışı imanın şartlarındandır. İmamet  bir soy bağlılığına işaret eden bir zorunluluktur. 12. İmamdan sonra bu teoloji bir boşluk yaşıyor ve bu boşluğu naib imam anlayışı ile dolduruyor. Bilahare oluşan velayeti fakih anlayışı da söz konusu sıkıntıyı günümüzde aşma çabasıdır. Şiilikte böyle bir inanma zorunluluğu vardır. Bu durum bir tür dini saltanat ihdas ediyor. Ayrıca imamın ve fakihlerin masumluğuna inanıldığı için bir tür bağlayıcılık vardır. Bu yüzden bir imama bağlı olmanız gerekir. Bu yüzden Şii topluluğun mobilize edilmeleri, Sünni topluluğa göre daha kolaydır. Bu konuda mezhep vurgusunu fazla yapmamak gerekir. Çünkü bu kin ve nefret duygusunu kaşımaktadır. Bu yüzden bizler İsrail’i eleştirirken nasıl Yahudi değil de Siyonist ayrımını yapıyorsak böyle ahlaki bir ayrıma gitmek zorundayız.

Son olarak belirmek gerekirse hayat sadece siyah ve beyaz değil. Hayatın farklı tonları vardır. Bu bağlamda hayatta karşılaştığımız olaylar da kimin ne tarafta konumlandığına dair belli bir keskin saflardan oluşmuyor. İran’ın yanında, Abd’nin karşısında bir tutum maalesef her zaman geçerli olmuyor. Çünkü tarihte de bu durumu biz çok kez rahatlıkla görebiliyoruz. Hz. Ali ile Hz. Ayşe veya Hz. Zübeyir ve Hz. Talha’nın karşı saflarda oluşunu görebiliyoruz. Burada bize düşen “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” Hucarat 9. Ayetteki gibi olayı değerlendirmektir, diyerek sözlerine son buldu.”

Panel izleyicilerden gelen katılımlarla son buldu.

20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-(4).jpg

20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-001.jpg
20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-(3).jpg
 
20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-(7).jpg
 
20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-(5).jpg
 
20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-(6).jpg
 
20130313_aliemirikulturmerkezi_mezhebi_dinamikler-(2).jpg

HABERE YORUM KAT

1 Yorum