1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Kürt sorununun abece'si (1)
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt sorununun abece'si (1)

18 Mayıs 2011 Çarşamba 00:08A+A-

Karmak bir soruna basit bir okuma denemesi...

Şehir Üniversitesi'nde bir konferansa davetliydim. Konu Kürt sorunuydu. 'Dağın Ardına Bakmak' kitabı vesilesiyle çözüm konuşuldu. Dilim döndüğünce düşüncelerimi aktardım. Kürt sorununun kaynağı, tarihsel kökleri, bugün geldiği yer üzerine değerlendirmeler yapıldı.

Mir'lik sisteminden, Mahmur kampına uzanan konuşma, konferansta bulunan akademisyenlerin de sorularıyla samimi bir hal aldı. Söylenenler ne kadar acı olursa olsun dinlemeye, sükûnetle anlamaya gayret etti herkes.

Toplantının bitiminde 'zarif' giyimli bir hanım, bana doğru gelerek 'Söylediklerimi lütfen yanlış anlamayın. Sizi sevdim ama neden kendinizi ayırıyorsunuz, neden kendinize ısrarla Kürt diyorsunuz, bu bana acı veriyor, sizi kendimden ayrı görmüyorum ki ben.' dedi. Kadının sözlerindeki samimiyet, Kürt olduğumu ifade edişimden duyduğu acı ne yazık ki gerçekti. Kendimi Kürt olarak tanımlamam ona acı veriyordu.

O günkü konuşma hâlâ zihnimi meşgul ediyor. Kürt sorununun tırmandığı, olumsuz duyguların görünür hal aldığı zamanlarda o kadının yüz ifadesini hatırlıyorum.

İşin siyasi argümanlara konu olan tarafı bir yana, 'Kürt sorununa muhatap kesimlerin psikolojik bariyeri nedir?' sorusuna verilecek esaslı bir cevap gibiydi söyledikleri.

Kabul edin ya da etmeyin Kürt sorunu artık, hepimizin yapmaya hevesli olduğu sofistike yorumlardan daha basit tarif edilebilecek bir psikoloji sorunu. Siyaseten atılan adımlara rağmen, Kürtlerin kendilerini 'özne' olarak tarif etme ihtiyacı ve bu özne oluşa onay vermeyen duygusal ezberler Kürt sorununun geldiği yeni aşamayı ve muhataplarını yansıtıyor.

Gayet medeni bir ortamda dinlediği bir insanın kendini tarif edişine, durduğu yerden bakarak, 'Neden kendine Kürt diyorsun, bu bana acı veriyor' diyen psikoloji, herhalde meselenin gizli düğümünü oluşturuyor. Kürtlerin kendilerini özne olarak tarif etmelerinin önündeki engellerin en dipte olanı bu üzüntü olsa gerek.

Seksen yıl boyunca bize anlatılan tarihin, gerçekliğin; gerçek olmadığını, kurgunun yenilenmesi gerektiğini talep etmek bir yana, dillendirmek bile toplumdaki bir kesime üzüntü verdiğine göre.

O gün, o kadının acı çektiğine sahiden inandım. Yüzüne yansıyan gölgenin şahidiyim. Fakat neden acı çektiği üzerine hiç düşünmemiş olmasını da daha büyük bir mesele olarak görüyorum. Sorunun dikiş yeri galiba burası.

Bu üzüntünün yarattığı korku dağı, Kürtlerin kendilerini özne olarak tarif etmelerinin önünde bir 'yeterince anlayamama bariyeri' oluşturuyor. Üstelik aynı ruh hali sadece halkta değil, devleti yönetenlerde de var. Devletin soruna çare bulmamasının sebebi, en azından son dönemde, biliyor da kasıtlı olarak gereğini yapmıyor diyeceğimiz bir durum bile olmayabilir sahiden! Asıl vahamet de bu galiba; iktidar partisi dâhil devletin tepesindekilerin çoğunda Kürtlerin derdinin aslında ne olduğuna dair net bir kanaat oluşmuş değil. Başbakan 'Açılım yaptım daha ne istiyorlar, çabamın karşılığı bu mu olmalı?' anlamına gelen ruh haliyle belki de aynı duygusal bariyere takılıyor. Bu bariyer, iktidar partisinin yanı sıra muhalefet partilerinde de mevcut.

'Türklük' kimliğinin içinde eridiklerine inanan, kardeşliği öyle tarif edenlerin duygusallığı, bir rengin diğerlerini yok etmesine, başka hayatlara yer bırakmamasına yeterince güçlü bir itiraz sunamıyor çünkü.

Türk ulusal kimliğini oluşturan değerlere, korkulara sıkı sıkıya bağlı olan bu duygusallık, 1925'ten sonra eğitim, siyaset, darbeler ve başka baskı yöntemleri ile tüm Türkiye halkına dikte ettirildi. Bugün geldiğimiz noktada politik alanda sınırlı mesafeler alınmış olsa da, özellikle sıradan Türk vatandaşın gözünde bir Kürt'ün 'Kürt olduğunu ifade etmesi' sebebi tam da açıklanamayan bir acı çekme nedeni olabiliyor.

Devamı cumaya...

 ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT