1. YAZARLAR

  2. Mehmet Kamış

  3. Korku siyaseti
Mehmet Kamış

Mehmet Kamış

Yazarın Tüm Yazıları >

Korku siyaseti

27 Şubat 2010 Cumartesi 00:50A+A-

Darbe şartları her oluşturulduğunda şapkasını alıp kaçacak yer arayanlar, Türk siyasetine korkmayı öğretti. Korkmayı ve kaçmayı...

27 Mayıs'ın eli kanlı darbecilerinin astığı sonra fotoğrafını çekip medyaya sızdırdığı Menderes'in o görüntüsünü ise bu korkaklıklarını açıklayacak haklı bir mazeret olarak sundular.

Bu görüntünün seçimle gelen bütün siyasetçilerin bilinçaltına yerleştirilmesinde şapkasını alıp sürekli kaçanın çok büyük emeği oldu. Darbe şartları, şapkasını alıp giden siyasetçi ve Menderes'in idam sehpasındaki fotoğrafı! Hepimiz bu üçlü ile terbiye edildik. Türkiye'nin darbe şartlarına getirilmesi konusunda, siyasetçilerin basiretsizliklerinden bahsetmeyelim. Bu durum, basiretsizlik mi yoksa toplumun askerle terbiye edilmesindeki en önemli figürlerden biri olmak mı, ondan da emin değilim. Çünkü 12 Mart muhtırası, 12 Eylül ihtilali ve 28 Şubat darbesi olduğunda hep aynı isimler iktidardaydı.

Neticede bu siyasetçiler, topluma korkmayı, sinmeyi, sıkıyı görünce şapkayı alıp kaçmayı ve kendi hakkının gasp edilmesine rıza göstermeyi öğretti. "Aman kızdırmayalım, aman gücendirmeyelim. Darbe yaparlar maazallah, sonumuz ne olur? Bak Menderes'in darağacındaki fotoğrafına." dediler hep...

Kimse o gömleği tekrar giymeye cesaret edemediği için darbeler yolunda on binlerce fidanımızın telef olmasına göz yumdular. Menderes'ten sonra gerekirse o gömleği giymekten çekinmeyeceğini ilk söyleyen Özal oldu. Özal'ın zekâsına kattığı cesareti sayesinde Türkiye sivilleşme yolunda dev adımlar attı. Türk halkı, Özal'la cesareti tanıdı, hakkını aramaya ve konuşmaya başladı. Atatürk'ten sonra ilk kez bir devlet adamı Genelkurmay Başkanı'na durması gereken yeri gösterdi.

Cemil Çiçek, dün Hürriyet Gazetesi'ne Yıldırım Akbulut'un başbakanlığı sırasında Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay'ın istifası dönemindeki hatırasını anlatıyor. Çiçek yaşadıklarını şöyle aktarıyor: "Torumtay'ın istifası ile sarsılmıştık. Rahmetli Turgut Özal cumhurbaşkanı idi. Körfez krizinin gergin günlerini yaşıyorduk. O gün ben devlet bakanıydım ve eski Başbakanlık'ta odamda oturuyordum. Ajanslar sadece bir cümle ile istifayı duyuruyorlardı, bir anda Başkent'te bu istifanın bir darbenin ayak sesi olduğu havası yayılmış. Millet bir anda kaçışıvermiş, Başbakanlık koridoruna çıktım. Yanımdakilerin büyük bölümü, hatta özel kalemim bile muhtemel gelişmelere karşın hükümetin yanında olmadığını göstermek için ortadan kaybolmuş, inanmazsınız çaycım bile kaçmıştı. Diğer bakanların da yaşadıkları benden farksızdı ve yalnızdılar. Daha acısı, Başbakan Yıldırım Akbulut da yalnızdı.''

Şimdi insan düşünüyor; bu hikâye niye anlatılır? Cumhurbaşkanı tarafından istifası istenen Genelkurmay Başkanı hikâyesi, Türk demokrasisinin en önemli cesaret örneklerindendir. Sivil siyaseti cesaretlendirecek çok önemli örneklerden birisidir. Böyle bir hikâye, korkuyu merkeze alarak mı anlatılır? Böyle anlatmak korkuyu hatırlatmak ve korkmayı öğretmekten başka ne işe yarar? Bu tavır, Türk siyasetinin bilinçaltına korku yaymak değil midir?

Korku pompalamak, korkmayı hatırlatmak anlayışı, şapkasını alıp kaçan adamın döneminde kaldı. Türk siyaseti buradan çok yol aldı. Türkiye, Menderes'in darağacındaki fotoğrafı gösterilerek yola getirilecek bir ülke değil artık. Türk seçmeni şapkasını alıp kaçan adamları ya da onların türevlerini artık görmek istemiyor.

AK Parti kamuoyu anketlerinde üçüncü defa seçim kazanacak parti olarak görünüyor. Türk siyasetinde bir ilki başarması muhtemel AK Parti'nin bu kamuoyu teveccühünü kazanmasının en büyük sebebi siyasi cesaretidir. Siyasi cesaret de bisiklete binmek gibidir. Pedalı çevirmekten vazgeçtiğiniz anda düşüverirsiniz..

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT