1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Kan hayattır, kan dökülür
Kan hayattır, kan dökülür

Kan hayattır, kan dökülür

Bilim tarafsız değerlendirme gerektirir, ancak Mısır'ın Zagazig kentindeki laboratuvar dersimde mikroskop altında kan hücrelerini incelerken, Gazze'nin kanının görüntülerini görüyorum.

18 Kasım 2025 Salı 21:34A+A-

Isa Hamdona’nın WANN’da yayınlanan yazısını Gülbanu SümerHaksöz Haber için tercüme etti.


Mısır’daki Zagazig Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde beşinci sınıf öğrencisiyken sessiz bir laboratuvarda oturuyorum. Raflarda titizlikle dizilmiş cam test tüpleri, lamlar ve mikroskoplarla çevriliyim. Lam hazırlama süreci ayrıntılı bir prosedür gerektiriyor ve her adımı tam doğrulukla izlemem şart. İlk olarak ellerimi yıkıyorum. Sonra sterilize kutudan temiz bir lam seçiyorum. Raflardan bir pipet alıp bir damlayı lama damlatıyorum. Hazırladığım lamı dikkatlice mikroskobun altına yerleştiriyorum. Lensleri kan hücrelerinin en ince ayrıntıları görünür olana kadar ayarlıyorum. Derin bir nefes alıp merceğin içine bakıyorum.

Hocalarımız sürekli bize kanın hayat olduğunu söyler. Oksijen seviyesi, akışı, yapısal dengeleri… Hepsi bir canlının yaşam mücadelesinde olup biteni anlatan göstergelerdir. Hastalıkları ya da kandaki başka sorunları doğru teşhis edebilmek için mutlak bir objektiflikle incelememiz gerekir. En önemlisi ise tarafsız kalmaktır; çünkü bilim - benim alanım - duygulardan arınmış değerlendirme ister.

Ama gözüm mikroskop altındaki o kızıl noktaya değer değmez tüm tarafsızlık uçup gidiyor. Yerine tamamen başka bir görüntü geliyor: Gazze’nin kanı. Evim… ailemin yaşadığı yer. Yıkılmış evlerin tozuna karışan, bombalar ve roketlerle parçalanmış asfaltın üzerine dökülen, steril malzemesi, ilacı, elektriği olmayan hastanelerin önündeki kaldırımları boyayan kan… Bu kanın çığlıkları bize her şeyi haykırıyor: ACI! KORKU! ADALETSİZLİK! Bunları görmek için mikroskoba ihtiyaç yok. Laboratuvarın sessizliği, hayal ettiğim o dışarıdaki dehşeti daha da ağırlaştırıyor.

Bazen bu zıtlık dayanılmaz oluyor. Eldiven ve maske takıp laboratuvarda enfeksiyon kontrolü yapıyorum. Deneylerin kirlenip bozulmaması için son teknoloji ekipmanlarla çalışıyorum. Aynı anda aklım, Gazze’deki ailemin maruz kaldığı kirlilikte: kirli su, yaygın hastalıklar, ilaç yokluğu, anestezisiz ameliyatlar, sadece bir el fenerinin ışığında yapılan cerrahiler… Laboratuvar protokollerinin asla dokunamayacağı bir korku ve çaresizlik.

Gazze’deki kuzenim, bir hava saldırısı yüzünden elektrikler kesildiğinde, kuvezin arızalanması sonucu bebeğinin nasıl öldüğünü anlatıyor. Ben ise aynı saatlerde Mısır’da oksijen yetersizliğine giren bir hastayı hayata döndürme prosedürlerini çalışıyorum. Gazze’deki umutsuzluğu gözümde canlandırıp burada öğrendiğim kontrollü tıp eğitimine kıyaslıyorum.

Küçük kardeşim kırık camların, evde yapılan pansumanlarla kapatılmış yaraların fotoğraflarını gönderiyor. Ben ise steril, klimalı bir sınıfta oturuyorum. Kırmızı kan hücrelerinin yapısını ve görevlerini incelerken, orada dökülen kanın miktarı hiçbir tabloya sığmaz. Mikroskobun altındaki analizler, halkımın yaşadığı bitmeyen kan dökümü karşısında gerçek dışı kalıyor. Gazze’nin kanı, laboratuvar sonuçları ve istatistikler gibi sessiz değil. Hasta dosyalarına hiçbir zaman isimleri yazılmayacak çocukların, bir anda yok edilen ailelerin, ameliyathaneye değil mezarlığa taşınan bedenlerin karanlık tanıklığı… Üniversite laboratuvarındaki kan, sadece inceleme materyalidir. Ama Gazze’de kan, var olmanın bedelidir. Hikayeler taşır, yas taşır, hayatta kalmanın ağırlığını taşır.

Bu çelişki yüreğimi her gün parçalıyor. Kendime aynı soruyu defalarca soruyorum: Gazze sokakları kana boğulmuşken, burada bir cam tüpün ne anlamı var? Ben bu kontrollü ortamda çalışırken, aslında ailemin kontrolsüz, vahşi gerçekliğinde yolumu arıyorum. Peki, tüm bunların içinde eğitimimin amacı ne? Bilimin laboratuvarı ile gerçek hayatın laboratuvarı arasında sıkışmış hissediyorum.

Yutması en zor gerçek, doktor olup hayat kurtarmak için eğitiliyorum, ama şu an yapabildiğim tek şey halkımın akan kanına tanıklık etmek. Bu çaresizlik yükü ağır ama iki gerçeğimi de kayda geçirmek ve paylaşmak zorundayım. Tanıklık etmek hem bir görev hem de bir ceza gibi.

Kendi kendime, bilimin gerçeklikten kopuk kalırsa steril ve ruhsuz olacağını söylüyorum. Bir cam tüp sadece cam değildir; iyileşmenin olasılıklarını içinde taşır. Kitlesel katliamların normalleşmesini önleme, savaş suçlarını belgeleme, hayat kurtarma, kurbanları onurlandırma ve unutmaya direnme potansiyeli barındırır. Gazze’deki aileme, aldığım eğitimi bu acı gerçekle yüzleşmek ve kazandığım becerilerle ona karşı durmak için kullanmakla borçluyum.

Tıpkı insanlar gibi toplumlar da hastalanır: adaletsizlik, baskı, ihmal… Bu hastalıkların da analize, toplumsal müdahalelere, politika temelli tedavilere ihtiyacı vardır; tıpkı fiziksel hastalıkların tıbbi müdahale gerektirmesi gibi. Toplumumuzun tedavi edilmesi ve iyileştirilmesi gerek. Ben de bu yüzden çalışmaya devam ediyorum. Beni ileriye iten çelişki, aslında en çok canımı yakan şey. Çünkü burada incelediğim her cam tüpe karşılık Gazze’de haksızca dökülen kan var. Dünyanın yüzünü çevirmesine izin veremem. Tanıklık etmek benim görevim, sorumluluğum. Dünyanın kayıtsızlığına karşı bir başkaldırı.

Mikroskop bana gerçeği büyüterek gösteriyor: Bizim en ölümcül hastalığımız bir virüs ya da bakteri değil; kaygısızlık, umursamazlık, duyarsızlık.

* Isa Hamdona, Gazze'de tıp öğrencisi olup şu anda Mısır'da uluslararası bir programa kayıtlıdır. Tıp konularını öğrenmeye büyük ilgi duymaktadır ve hedefi beyin cerrahisi uzmanı olmak ve eğitimine Amerika Birleşik Devletleri'nde devam etmektir. “Yazmayı ve fotoğraf çekmeyi çok seviyorum” diyor.

 

 

 

HABERE YORUM KAT