1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İtalya-Fransa Krizi ve Yaklaşan AP Seçimleri
İtalya-Fransa Krizi ve Yaklaşan AP Seçimleri

İtalya-Fransa Krizi ve Yaklaşan AP Seçimleri

AB'nin geleceği açısından kritik önem taşıyan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde İtalya ile Fransa arasında patlak veren kriz, geçen yılı krizlerle kapatan Brüksel için 2019'un da zorlu geçeceğinin işareti.

14 Şubat 2019 Perşembe 21:09A+A-

Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan / Anadolu Ajansı

2018 senesini krizlerle kapatan Avrupa Birliği, 2019 senesine de krizlerle başladı. Aslında 2019 senesi için Avrupa Birliği olası kriz haritasına baktığımızda, mayıs ayı içerisinde gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu seçimleri döneminde bir krizin baş göstermesi beklenmekteydi. Ancak, krizler hem beklenmedik bir yerden hem de beklenmedik bir zamanda ortaya çıktı.

Avrupa Birliği’nin kurucuları arasında yer alan Fransa ve İtalya, Avrupa Birliği kurulduğundan beri en kötü ikili ilişkilerini şu günlerde yaşamakta. Elbette 2006 Dünya Kupası sırasında Zinedine Zidane ile Marco Materazzi arasında yaşananların bir gün iki ülke siyasetinde de yaşanacağını öngörmek mümkün değildi. Fakat Fransa ile İtalya arasında son günlerde yaşanan gerginlik futbol sahalarında yaşanan gerginliği dahi geride bırakır noktalara geldi. Gelinen son noktada Fransa, Roma’da görevlendirilmiş olan büyükelçisini istişarelerde bulunmak amacıyla geri çağırdığını açıklarken, bunun süresiz bir geri çağırma olmadığını, dolayısıyla ikili ilişkilerin daimi olarak koparılmadığını vurguladı. Peki ama Avrupa’nın tarihsel, kültürel yapı taşlarını döşeyen ve nihayet bir Avrupa kimliği inşasında rol oynayan bu iki ülkesinin arasını açan olaylar nelerdi?

Macron’a karşı bir hareket: “Sarı Yelekliler”

Uluslararası ilişkilerde yumuşatılmış bir açıklama ile gelen diplomatik geri çağırmalar, esasen diplomatik bir “uyarı ateşi” olarak yorumlanır. Devletler ikili ilişkilerde sorunları öncelikle barışçıl yöntemler ve müzakerelerle çözmeye çalışırlar. Diplomatik temsilcilerin geri çağırılmaları bu nedenle başvurulacak ilk yöntem değildir. Bu nedenle Fransa’nın büyükelçisini geçici olarak geri çekmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en alt seviyeye gerilemiştir.

Fransa’yı elçisini geri çağırma kararına iten son olay İtalya Başbakan Yardımcısı Luigi di Maio’nun sürpriz bir şekilde, aylardır Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron karşıtı gösterilerde bulunan Sarı Yelekliler ile buluşmak için, 5 Şubat tarihinde Fransa’ya gitmesi oldu. Fransız Dışişleri Bakanlığı bu olayın kabul edilemez bir provokasyon ve iki ülke arasında tarihsel bir kriz ve tarihsel bir kırılma anı olduğunu söyleyerek elçinin geri çekilmesine kadar gitti. Fransa Parlamentosu milletvekillerinden Jean Christophe Lagarde yapılan hareketin uygunsuz ve kabul edilemez olduğunu vurguladı ve aynı hareketi bir Fransızın İtalya’da yapması durumunda da kabul edilemez olacağı gerçeğinin değişmeyeceğinin altını çizdi.

Fransa bir diplomatik özür beklerken, Macron’u özellikle mülteci politikaları nedeniyle açıkça eleştiren Di Maio, serbest dolaşım hakkına dayanarak, önceden bildirilmeyen bu buluşma için özür dilemeyi reddetti. Di Maio’ya göre Fransa olayı abartarak, siyasi bir oyun peşindeydi ve buluşma sadece sivil bir hareketin nasıl başlayabileceği hakkında fikir alışverişinde bulunmak için yapılmıştı. Di Maio, Fransa ile önceden anlaşılan yüksek hızlı tren hattı projesini iptal etmekle karşı tarafı tehdit ederken, Fransa hükümet sözcüsü Benjamin Griveaux ise daha önceki olaylara da atıfta bulunarak İtalya’yı "aşırı milliyetçilik cüzzamını” desteklemek ile suçlayacaktı.

Aquarius gemisi

İtalya hükümetinde etkin olan hem aşırı sağcı Lega Nord (Kuzey Ligi) lideri, Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini, hem de aşırı solcu M5S (MoVimento 5 Stelle-5 Yıldız Hareketi) Başbakan Yardımcısı ve Ekonomik Kalkınma Bakanı Luigi di Maio yakın geçmişte Fransa karşıtı eylemlerle anılmıştı. Birbirlerine karşı siyasi bir rekabet içerisinde bulunan bu iki lider, zaman zaman İtalya’nın dış ilişkilerinde iyi polis, kötü polis rolü üstlenseler de söz konusu Fransa olduğunda Macron’u tek bir ağızdan eleştirmekten çekinmediler.

2018 Haziran’ında 629 mülteci yolcusuyla İtalya limanlarına alınmayıp Akdeniz’de bekletilen Aquarius gemisi, sağcı lider Salvini’nin tüm Avrupa’da olduğu kadar kendi ülkesinde de eleştirilmesine sebep olurken, özellikle Fransa’nın İtalya’yı sorumsuzlukla ve kendi çıkarını düşünmekle suçlamasına sebep olmuştu. Bu suçlamalar neticesinde Fransa’nın Roma Büyükelçisi, İtalya Dışişleri Bakanlığına çağırılmıştı. O dönemde de ortaya atılan, yabancı düşmanlığı ve milliyetçilik cüzzamı iddialarına karşı Salvini Fransa’yı ikiyüzlü olmakla itham ederken, iddiasına dayanak olarak Fransa’nın da mültecilere kapıları açmamasını göstermişti. İktidar ortağı diyebileceğimiz Di Maio ise özellikle Sarı Yelekliler sorunu ortaya çıktıktan sonra, Salvini’yi bu konuda destekler açıklamalarda bulundu. Di Maio mülteci krizlerinin temelinde Fransa’nın Afrika’daki sömürgeciliğinin yattığını dile getirmekten çekinmedi. Esasen her iki lider de parti ideallerini yansıtır eylemler sergilemiş olsalar da özellikle Fransa ve mülteciler konularında birliktelik göstermeleri çoğu çevrede manidar bulundu.

Salvini'nin kibirli olmakla suçladığı Macron’un partisi, Avrupa Parlamentosu seçimleri için Ekim 2018’de bir klip yayınladı. Avrupa birleşsin mi ayrılsın mı tartışmasının sorgulandığı klipte Orban ile Salvini bir tutuldu. Macron’a karşı en büyük rakibi, aşırı sağcı, Marine Le Pen’i desteklediğini açıklayan Salvini’ye karşılık, Macron gelecek mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde esas düşmanın Salvini olacağını açıkladı. Fransa’nın Avrupa Bakanı Nathalie Loiseau ise tüm bu kargaşada ülkesinin bu “saçma rekabete” sürüklenmek istemediğini dile getiriyordu. Ancak, görülen o ki bu tuhaf rekabet, esasında su yüzeyine çıkmayı bekleyen çok daha derin bazı yaraları ortaya çıkardı.

Leonardo Da Vinci nereli?

Bu yıl Leonardo Da Vinci’nin 500. ölüm yılında anılacak olması bahanesiyle, bu sefer de iki ülke arasında sanatçının eserleri ve bu eserlerin kimin olduğuna dair bir tartışma başladı. 2 Mayıs 1519 tarihinde Fransa topraklarında vefat eden Leonardo Da Vinci’nin öldüğü ve eserlerinden bazılarını verdiği Fransa’nın bir sanatçısı mı, yoksa doğduğu Floransa’nın bir sanatçısı mı olduğu tartışması, sanatçının ünlü eseri Mona Lisa’nın İtalya’ya iade talebi ile iyice açığa çıktı. İtalya bu tartışmaları Da Vinci’nin “ulusal” bir deha olduğunu söyleyerek noktalamak isterlerken, Fransa ise bu seneyi Fransa’da Da Vinci senesi olarak ilan etti ve sonbahar aylarında Louvre müzesinde sadece sanatçıya adanmış bir sergi planladı. Ancak, İtalya’nın bu sergiyi desteklemek adına sanatçının İtalya’da bulunan eserlerini Louvre’a bir süre için verip vermeyeceği de kuşkulu.

Sarı Yelekliler, Aquarius, Da Vinci derken, bu “saçma rekabet” eski defterlerin de karıştırılmasının önünü açtı. Sanat eserleri söz konusu olunca Napolyon Bonaparte’ın 1789 Fransız Devrimi sonrası İtalya’dan Fransa’ya taşıdığı eserlerin de tartışmalı olduğu İtalya tarafından dile getirilmeye başlandı. Salvini, Fransa’yı Mitterand döneminden beri teröristleri desteklemekle suçlarken, şu an Fransa’da 10 terör suçlusunun saklandığını da iddia etti ve resmi bir özür beklediğini açıkladı. Ancak bu rekabet gerçekten de saçma bir rekabet midir yoksa tam da Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi bu rekabetin ortaya çıkarılmasının altında başka sebepler mi yatmaktadır? Emmanuel Macron seçim bildirgesinde, ilerici politikalar izleyenler (progressive) ile popülist söylemleri benimseyenlerin arasında bir seçim geçeceğini vurgularken, 56 yıl önce 22 Ocak 1963’te De Gaulle ile Adenaur arasında imzalanan Elysee antlaşmasının yıl dönümünde, Angela Merkel ile Aachen Antlaşmasını imzalamıştır. İki ülke arasında daha fazla iş birliğinin hedeflendiği antlaşma, özellikle seçimlerde tarafların belli edilmesi manasını da taşırken, son dönemde ortaya çıkan İtalya, Fransa rekabetinin de derinlerinde seçim stratejilerinin yattığını göstermiştir.

[Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. M. Nail Alkan AB alanındaki araştırmalarını Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nde (ANKASAM) sürdürmektedir]

 

HABERE YORUM KAT