
İsrail hapishanelerinden İngiltere mahkemelerine kadar, sağlık çalışanları susturulamayacak
Gazze'de doktorlar çocukları tedavi ettikleri için hapse atılıyor; İngiltere'de ise doktorlar bu çocukları öldüren silah satışlarının durdurulmasını talep ettikleri için tutuklanıyorlar.
Dr. Omar Abdel-Mannan’ın Middle East Eye’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
İsrail güçleri tarafından kaçırılmasından yaklaşık dokuz ay sonra, Gazze'nin kuzeyindeki Kemal Advan Hastanesi'nde çok saygın bir çocuk doktoru olan Dr. Hüssam Ebu Safiya, İsrail hapishane hücresinde çürüyor.
Avukatı Gheed Kassem, vücut ağırlığının üçte birini kaybetmiş, vücudu çıbanlar ve tedavi edilmemiş enfeksiyonlarla kaplı, güneş ışığına, duşa ve ilaca en temel erişimden bile mahrum bırakılmış bir adamdan bahsediyor. Ayda sadece 30 dakika güneş ışığına çıkmasına izin verilen adam aç bırakılıyor, işkence görüyor ve yasal savunma hakkından mahrum bırakılıyor.
Ebu Safiya'nın avukatı aracılığıyla dışarı sızdırılan son sözleri akıllardan çıkmıyor: "İnsanlık adına girdim ve insanlık adına çıkacağım. Hastanenin içinden kaçırılan benim. Allah'ın izniyle, topraklarımızda kalmaya ve halka sağlık hizmetleri sunmaya devam edeceğiz, çadırda bile olsa."
Bu, bir suçlunun değil, bir doktorun sesidir - yıkılmış bir hastanenin önünde beyaz önlüğüyle kaçırılmış, tüm dünyanın gözü önünde bir İsrail tankına doğru yürümesi emredilmiş bir doktorun. Bu kasıtlı bir gösteriydi. Mesaj açıktı: Gazze'de ilaç bile suçtur.
Ebu Safiya yalnız değil. İsrail'in Ekim 2023'te başlayan saldırısından bu yana, yaklaşık 1.600 sağlık çalışanı öldürüldü ve yüzlerce kişi daha yasadışı olarak gözaltına alındı, bunların çoğu kayboldu.
Gazze'deki doktorları, hemşireleri ve sağlık görevlilerini kasıtlı olarak hedef almak, ikincil bir zarar değil, bir politikadır. Bir sağlık sistemini yıkmak için, önce onu ayakta tutanları yok etmelisiniz.
Ancak sağlık çalışanlarına yönelik savaş Gazze sınırlarında bitmiyor. İngiltere'de de benzer bir saldırı devam ediyor - daha incelikli, daha az kanlı, ama aynı kumaştan kesilmiş.
Son haftalarda, iki düzineden fazla sağlık çalışanı - hem görevde olanlar hem de emekliler - İngiltere polisi tarafından tutuklandı. Suçları neydi? Terörle mücadele yasası kapsamında yakın zamanda yasaklanan bir eylem grubu olan Palestine Action'ı (Filistin Hareketi) destekleyen karton pankartlar taşımak. Tutuklananlar arasında British Medical Journal'ın eski genel yayın yönetmeni de vardı.
Savaş suçlarına karşı sesini yükseltenler
Bu kişiler suçlu ya da terörist değiller. Hayatlarını başkalarını korumaya adamış, gururlu bir geleneğin içinde sağlam duran şefkatli profesyoneller: savaş suçlarına ve sistematik adaletsizliğe karşı sesini yükselten sağlık çalışanları.
Tutuklanmaları, vicdanın eşi görülmemiş bir şekilde suç sayılması anlamına geliyor. Palestine Action yasağına karşı çıktıkları için sağlık çalışanlarını tutuklamak, muhalefet ile terörizm arasındaki çizgiyi silmek demektir.
Bu sadece Filistin ile ilgili değil. Bu, İngiltere'de sivil özgürlüklerin sistematik olarak aşındırılmasıyla ilgili. Karton pankartlar taşıdıkları için sağlık çalışanlarını aşırılıkçı olarak damgalayan bir hükümet, en temel demokratik korumaları terk etmiş bir hükümettir.
Bugün Filistin; yarın iklim protestoları, sendika eylemleri veya akademik konuşmalar olabilir. Mesaj basit: dayanışma kendisi şüpheli.
Ve tüm bunlar olurken, Birleşik Krallık hükümeti İsrail'in saldırılarına aktif olarak suç ortaklığı yapmaya devam ediyor. İngiliz silahları, parçaları ve diplomatik desteği, Gazze'deki hastanelerin yıkılmasına ve sağlık çalışanlarının öldürülmesine olanak tanıyor. Bakanlar, yurt içinde sağlık çalışanlarına ders verirken, yurt dışında onları susturmaya ve aç bırakmaya yardım ediyorlar. Bu çelişki, ahlaki güvenilirlik iddiasını paramparça ediyor.
8 Eylül'de, Birleşik Krallık'taki sağlık çalışanları cevap verdi. Binlerce kişi Londra ve diğer şehirlerdeki Royal Colleges'ın önünde nöbetler ve protestolar düzenledi ve acil eylem çağrısı yapan dilekçeleri imzaladı. Sessizlik suç ortaklığıdır, dediler - ve konuşmayı reddederek, kurumlarımız savaş suçlarına ortak oluyor.
İnsanlığa karşı görevimiz
Kraliyet Kolejleri ve tıp kurumları artık tavırlarını belirlemelidir. Üyeleri İngiltere'de tutuklanırken ve meslektaşları Gazze'de işkence görürken, boş boş oturup basmakalıp sözler söylemeye devam edecekler mi? Yoksa harekete geçip, hükümete baskı yapacak, ifade özgürlüğünü savunacak ve her yerde sağlık çalışanlarının korunmasını talep edecekler mi? Bunun dışında her şey ihanettir.
Sağlık çalışanlarının görevi hiçbir zaman kliniklerle sınırlı kalmamıştır. Güney Afrika'daki apartheid karşıtı kampanyalardan Irak Savaşı'na karşı protestolara kadar, mesleğimiz her zaman adaletsizlikle mücadele etme sorumluluğuna sahip olmuştur. Yaraları, onlara neden olan güçleri adlandırmadan iyileştirmek, mesleğimizi terk etmek demektir.
Ebu Safiya'nın hücresi ile Londra'daki polis minibüsleri arasındaki paralellik daha açık olamazdı. Gazze'de doktorlar çocukları tedavi ettikleri için hapse atılıyor. İngiltere'de ise doktorlar, bu çocukları öldüren silah satışlarının sona erdirilmesini talep ettikleri için tutuklanıyor. Her ikisi de tıbbın adaletten ayrılamayacağını ısrarla savundukları için cezalandırılıyor.
Yine de, her şeye rağmen, sağlık çalışanlarının sesleri susturulamadı. Ebu Safiya'nın hapishane hücresinden İngiliz mahkemelerinin önündeki karton pankartlara, Royal Colleges'daki nöbetlerden binlerce kişinin imzaladığı dilekçelere kadar, ortak bir mesaj açık: tıp insancıldır ve insanlık suç sayılamaz.
Soru, mesleğimizin geri kalanının onlarla birlikte durup durmayacağıdır. Meslektaşlarımızın protesto etmeden hapishanelere ve polis minibüslerine sürüklenmesine izin verecek miyiz? Hükümetin yurtdışında İsrail'i silahlandırmasına izin verirken, yurt içinde muhalefeti suç saymasına izin verecek miyiz? Yoksa Ebu Safiya'nın ısrar ettiği gibi, sağlık çalışanları olarak görevimizin insanlığa karşı olduğunu, yani hayatı korumak, acıyı dindirmek ve bedeli yüksek olsa bile gerçeği söylemek olduğunu mu savunacağız?
Yemin ve vicdanla bağlı olan sağlık çalışanları, soykırım ve sistematik şiddet karşısında asla susturulmamalıdır. Bu görevi yerine getirmek sadece mesleğimizin bütünlüğü için değil, insanlık için de gereklidir.
*Dr. Omar Abdel-Mannan, Londra'da yaşayan İngiliz-Mısırlı bir pediatrik nörologdur. 2011 yılından bu yana Gazze ve Batı Şeria'ya çok sayıda tıbbi ve eğitim heyetine katılmıştır. Sağlık hakkı ve Filistin'in yasadışı işgalinin sona erdirilmesi için mücadele eden sağlık profesyonelleri ve destekçilerinden oluşan küresel bir taban hareketi olan “Health Workers 4 Palestine'in” kurucusu ve başkanıdır.











HABERE YORUM KAT