
İngiltere'nin İsrailli savaş suçlularını niçin tutuklamadığını biliyor musunuz?
Ocak ayında, bir İsrailli asker, Hind Receb Vakfı (HRF) tarafından yapılan suç duyurusu üzerine Brezilya'daki bir yargıcın polis tarafından gözaltına alınması emrini vermesi üzerine, İsrail büyükelçiliğinin yardımıyla Brezilya'dan kaçtı.
Ayesha Khan’ın The Electronic Intifada’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Suç duyurusunda, askerin “sistematik bir yıkım kampanyası sırasında Gazze'deki sivil evlerin toplu olarak yıkılmasına katıldığı” iddia ediliyordu.
Temmuz ayında Belçika, Gazze'de işlenen savaş suçlarının hukuki sorumluluğunu takip etmek için özel olarak kurulan HRF ve Global Legal Action Network (GLAN) tarafından yapılan şikâyeti değerlendiren ilk Avrupa ülkesi oldu.
Belçika savcılığı, Belçika polisine, Antwerp yakınlarındaki Tomorrowland Festivali'ne katılan iki İsrailli askeri tespit edip tutuklaması ve sorgulaması talimatını verdi. Askerler sorgulamanın ardından serbest bırakıldı, ancak Belçika Federal Savcılığı, “dosyaları Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) sevk edeceğini” açıkladı.
HRF, 23 ülkede benzer tutuklama taleplerinde bulundu.
Bu arada Kolombiya'nın Bogota kentinde, Temmuz ayında 12 ülke, Lahey Grubu'nun talebi üzerine, diğer önlemlerin yanı sıra, suçların işlendiği yerden bağımsız olarak tek tek devletlerin savaş suçlularını yargılamasına olanak tanıyan bir hukuk ilkesi olan evrensel yargı yetkisini destekleyen bir bildiri imzaladı.
Bu tür adımlara yanıt olarak, İsrail ordusu, yurtdışında tutuklanma korkusuyla birçok askerine seyahat etmemelerini tavsiye etmek zorunda kaldı. İsrail medyası, İsrailliler için yurtdışında tatil yaparken tutuklanmaktan kaçınmanın yollarını anlatan bir rehber bile yayınladı.
Livni ve Birleşik Krallık
Bu rehber, İsrailli savaş suçluları Birleşik Krallık'a seyahat ederse pek bir işe yaramayacaktır. Birleşik Krallık, bu hafta Filistin devletini resmen tanıyacağını açıklamasına rağmen, şimdiye kadar İsrailli yetkilileri veya askerleri sorumlu tutmak için hiçbir adım atmadı.
İsrailli yetkililere dokunulmazlık tanınmasının bir tür emsali uzun bir geçmişe sahiptir. 2009 yılında, 2008-2009 yıllarında İsrail'in Gazze'ye düzenlediği askeri saldırının Filistinli kurbanlarının avukatları, Birleşik Krallık'ı ziyaret edip Yahudi Ulusal Fonu'nda bir konuşma yapması planlanan İsrail eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni hakkında tutuklama emri çıkarılması için Birleşik Krallık mahkemesine başvuruda bulunmuş ve başvuruları kabul edilmiştir.
Livni, Gazze'de 3 hafta süren ve 333'ü çocuk olmak üzere 1400 Filistinlinin öldürüldüğü “Dökme Kurşun Operasyonu” sırasında İsrail'in savaş kabinesinin bir üyesiydi.
Livni, tutuklama emri hakkında bilgilendirilince İngiltere gezisini iptal etti.
Olay İsrail'de öfkeye, Londra'da ise utanç yaratırken, dönemin başbakanı Gordon Brown Livni'yi arayarak özür diledi. Brown, başbakan olmasına rağmen İşçi Partisi'nin İsrail Dostları grubunun bir üyesiydi ve Jewish Chronicle gazetesi tarafından “artık uzak ve eski moda görünen, dindar Hıristiyan Siyonizm etikiyle yetiştirilmiş” olarak tanımlanıyordu.
Tutuklama emrine yanıt olarak, Brown'ın Dışişleri Bakanı David Miliband, insan hakları örgütlerinin, avukatların ve STK'ların Birleşik Krallık mahkemelerinden İsrailli savaş suçluları için tutuklama emri almasını engellemek için yasayı değiştireceğini ve evrensel yargı yetkisini sınırlayacağını söyledi.
Brown'un İşçi Partisi hükümetinin ardından gelen Muhafazakâr-Liberal Demokrat koalisyon hükümeti tarafından yapılan değişiklikle, mahkemelerin doğrudan tutuklama emri çıkarabilmesi yerine, evrensel yargı yetkisi kapsamında herhangi bir tutuklama emri çıkarılmadan önce Başsavcı'nın (DPP) onayı alınması gerektiği belirtildi.
Hükümet, bunun “sistemin, siyasi bir açıklama yapmak veya utanç yaratmak için yetersiz kanıtlara dayanarak ağır suçlar için arama emri isteyen kişiler tarafından suistimal edilmesine artık izin vermeyeceğini” iddia etti. Ancak bu açıklama, İngiliz mahkemelerinin çabalarını baltalamakla kalmayıp, samimiyetsizdi: Mahkemeler, iddia edilen suçların işlendiğini gösteren yeterli kanıt sunulduğunda, evrensel yargı yetkisi kapsamında tutuklama emri çıkarır.
Bu nedenle, Livni 2011 yılında Birleşik Krallık'a geldiğinde ve avukatlar ve insan hakları grupları yine onun tutuklanması için arama emri talep ettiğinde, bu kez DPP'nin onayını beklemek zorunda kaldılar.
DPP, Keir Starmer'dı.
Özel dokunulmazlık
Şu anda Birleşik Krallık başbakanı olan DPP Starmer, Dışişleri Bakanlığı Tzipi Livni'ye geriye dönük olarak “özel görev” dokunulmazlığı vermeden önce, talebi birkaç gün boyunca düşündü. Bu, Livni'nin Birleşik Krallık'ta tutuklanamayacağı anlamına geliyordu. 2023 yılında İngiliz muhalefetinin lideri olarak İsrail'in Gazze'deki sivil nüfusa yiyecek, su ve elektrik vermeyi reddetme hakkına sahip olduğunu öne süren Starmer, bu durumdan kurtuldu.
Bu, Birleşik Krallık'ta evrensel yargı yetkisi kapsamında bir tutuklamayı engellemek için “özel görev” dokunulmazlığının kullanıldığı nadir bir durumdu. Bu dokunulmazlık, Birleşik Krallık hükümeti tarafından davet edilen ve diplomatik dokunulmazlık hakkına sahip olmayan yabancı yetkililerin kısa süreli resmi ziyaretlerini kapsamayı amaçlamaktadır.
Ancak, “jus cogens” normları (Latince “zorunlu hukuk” anlamına gelir), uluslararası teamül hukukunun en üst düzeyini temsil ettiğinden, bu dokunulmazlık hiçbir zaman soykırım gibi ciddi uluslararası suçlar için genel bir koruma sağlamayı amaçlamamıştır.
Jus cogens hiçbir şekilde sapma yapılmasına izin verilmeyen, evrensel olarak kabul edilen temel ilkeleri ifade eder. Uluslararası Adalet Divanı'nın 2006 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Ruanda arasındaki çatışmalarda insan hakları ihlallerine ilişkin duruşmasında teyit ettiği gibi, bu ilkeler arasında soykırım ve diğer “büyük çaplı, ciddi ve bariz” insan hakları ihlalleri yer almaktadır.
Bu açık sınırlamalara rağmen, Birleşik Krallık hükümeti o zamandan beri savaş suçlarıyla suçlanan İsrailli bakanları korumak için defalarca “özel görev” dokunulmazlığını kullanarak, onların Birleşik Krallık topraklarında hesap vermekten kaçmalarını sağlamıştır.
En son olarak, Şubat ayında İsrail ordusunun “Operasyonlar Direktörlüğü” başkanı General Oded Basyuk ve geçen yıl Aralık ayında İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi bu dokunulmazlıktan yararlanmıştır. Her iki isim de Gazze'deki İsrail soykırımının merkezi figürleridir.
Temel uluslararası suçlar sadece uluslararası hukukta suç olarak kabul edilmez, aynı zamanda 2001 tarihli Uluslararası Ceza Mahkemesi Kanunu (UCM Yasası) ile Birleşik Krallık iç hukukuna da dâhil edilmiştir, bu da iç mahkemelerin Birleşik Krallık hukuku kapsamında savaş suçları ve soykırımı yargılayabileceği anlamına gelir.
Ancak, UCM Yasası, Birleşik Krallık başsavcısının onayı olmadan herhangi bir yargılama yapılmasına izin vermemektedir.
Bugüne kadar UCM Yasası sadece İngiliz askerlerini yargılamak için kullanılmıştır. 2005 yılında, İsrail ve diğer ülkeler için de hukuki çalışmalar yapmış olan dönemin başsavcısı Peter Goldsmith, tutuklulara “insanlık dışı muamele” yaptıkları gerekçesiyle İngiliz askeri personeli hakkında UCM Yasası'na göre bir savaş suçu olan suçlamada bulunmuştur.
Onbaşı Donald Payne, Basra'daki bir gözaltı merkezinde Iraklı sivillere kötü muamele yaptığı suçunu kabul ettikten sonra mahkûm edildi. Bu siviller arasında, İngiliz askerlerinin elinde ağır yaralanmalar sonucu hayatını kaybeden otel çalışanı Baha Mousa da vardı.
Cezalandırılan tek asker olan Payne, 12 ay hapis cezasına çarptırıldı ve ordudan ihraç edildi.
Önemli kanıtlar
İsrailli askerlerin savaş suçu işlediklerine dair önemli kanıtlar olmasına rağmen, bunların çoğu kendileri tarafından kaydedilmiş olmasına rağmen, başsavcı UCM Yasası uyarınca İsrailli askerlerin yargılanmasına izin vermeyi reddetti.
İngiltere'nin şu anki başsavcısı Baron Richard Hermer'dir. Starmer'ın arkadaşı olan Hermer, başbakan tarafından atanmış ve bu görevi üstlenebilmesi için İngiltere parlamentosunun üst meclisi olan Lordlar Kamarası'nda ömür boyu lordluk unvanına aday gösterilmiştir.
Hermer, kişisel ve ailevi bağları sayesinde İsrail ile doğrudan bağlantıları vardır. Temmuz 2023'te Jewish Chronicle'a “şu anda IDF'de görev yapan sevgili aile üyeleri” olduğunu doğruladı.
Geçen Temmuz ayında İsrail'e giderek İsrailli yetkililerle görüştü ve Birleşik Krallık'ın İsrail'e silah ihracatı konusundaki tutumunun değişmek üzere olduğunu uyardı. Bununla birlikte, Birleşik Krallık'a döndüğünde, İsrail'e silah ihracat lisanslarını askıya almayı reddetti ve önce hangi silahların “savunma amaçlı” hangilerinin “saldırı amaçlı” olduğunu belirlemesi gerektiğini öne sürdü.
Sonuçta, Starmer hükümeti kendi yasal yükümlülüklerine rağmen kısmi bir silah satış yasağı getirdi.
Böylece, diğer ülkeler İsrailli savaş suçluları şüphelilerine evrensel yargı yetkisini uygulama yönünde ilerlerken, Birleşik Krallık İsrailli askeri personeli ve yetkilileri en iğrenç uluslararası savaş suçlarından yargılanmaktan korumaya devam ediyor.
Buna, Birleşik Krallık hükümetinin İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına dair “sonuca varmadığını” belirten son açıklaması da dâhildir. Bu açıklama, BM komisyonunun İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına dair teyitinden sadece bir hafta önce yapılmıştır.
İngiltere'nin kendi askerlerini savaş suçlarından yargılarken, İsrailli askerleri sorumlu tutmayı ısrarla reddetmesi dikkat çekicidir. Sonuç olarak, İsrailli askerlere İngiliz vatandaşlarına tanınanların çok ötesinde koruma ve ayrıcalıklar tanınmakta, bu da İngiltere'yi ve halkını İsrail'e boyun eğdirerek aşağılamaktadır.
Böylece İngiltere hükümeti hem adaleti hem de egemenliğini terk etmektedir.
*Ayesha Khan, İngiltere'de yaşayan bir avukattır.







HABERE YORUM KAT