1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. İngiltere bir zamanlar “süfrajetleri” hapse atmıştı. Şimdi “Filistinli aktivistleri” hapse atıyor
İngiltere bir zamanlar “süfrajetleri” hapse atmıştı. Şimdi “Filistinli aktivistleri” hapse atıyor

İngiltere bir zamanlar “süfrajetleri” hapse atmıştı. Şimdi “Filistinli aktivistleri” hapse atıyor

Tarih izliyor. Ve Filistin nihayet özgürlüğüne kavuştuğunda -ki kavuşacak- hatırlanan isimler İsrail'i bombalarla silahlandıranlar olmayacak. Susturmaya çalıştıkları kişiler olacak. Tutukladıkları. Yürüyüş yapanlar. İyileştirenler.

08 Temmuz 2025 Salı 22:58A+A-

Sümeyye Gannuşi’nin MEE’de yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


Makalenin sesli analizi

Tarihteki en dönüştürücü mücadeleler, güçlüler ışığı gördüğü için değil, halk baskıyı sürdürdüğü için kazanılmıştır. Süfrajet (İngilizce: suffragette), 20. yüzyılın başlarında özellikle Birleşik Krallık'ta kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi için mücadele eden militan kadın hakları savunucularını tanımlamak için kullanılan bir terimdir.

Londra'da sakin bir Cumartesi günü, Parlamento Meydanı'ndaki Gandi heykelinin altında, polis 83 yaşındaki Rahip Sue Parfitt'i tutukladı. Suçu neydi? Elinde şöyle yazan bir pankart tutmak: "Soykırıma karşı çıkıyorum. “Palestine Action’ı” (Filistin Hareketi) destekliyorum." Onu götürürlerken gülümsedi - ağırbaşlı, sakin ve korkusuz.

O gün tutuklanan iki düzineden fazla kişiden biriydi - çoğu kadın ve yaşlı, çoğu pankart ve vicdandan başka bir şey taşımıyordu.

“Suçları”, tek bir kişiye bile zarar vermemiş olmalarına rağmen İngiliz hükümeti tarafından terör örgütü olarak damgalanan “Palestine Action” ile dayanışma içinde olmaktı.

Yöntemleri mi? Sprey boya, kırmızı boya, bina kapılarına kilit vurma, silah fabrikası makinelerine zarar verme, yol barikatları - hepsi de İngiltere'nin İsrail'in Gazze'yi yok etmesindeki rolünü sona erdirmeye yönelik şiddet içermeyen bir kampanyanın parçası.

İroni neredeyse dayanılmaz: bu yasak İçişleri Bakanı Yvette Cooper tarafından emredildi ve Britanya'da kadınların oy kullanma hakkını kazanmasının yıldönümünde parlamentoda ezici bir çoğunlukla desteklendi. Kadın milletvekillerinin çoğu Filistin Hareketi'nin suç sayılması yönünde oy kullandı - ve birçoğu daha sonra militan direnişin süfrajet mirasını kutlayan fotoğraflar için gülümsedi.

Bu miras hiç de yerinde değildi.

Emmeline Pankhurst liderliğindeki “Kadınların Sosyal ve Politik Birliği” bombalar yerleştirdi. Posta hizmetlerini aksattılar, kamu binalarını ve politikacıların evlerini ateşe verdiler, camları kırdılar, kendilerini parmaklıklara kelepçelediler, İngiltere Kilisesi binalarına saldırdılar ve golf sahalarını ve erkeklere özel kulüpleri tahrip ettiler. Siyasi toplantıları kesintiye uğrattılar, yasaları çiğnediler ve protesto için aç kaldılar.

Muhalefeti susturmak

“Palestine Action” hiçbir zaman bu tür taktiklere yaklaşmadı. Yine de bugün terörist bir tehdit olarak yaftalanıyor.

Baron Peter Hain'in ifade ettiği gibi: “Filistin Hareketi üyelerinin Brize Norton'daki askeri uçaklara boya püskürtmesi - süfrajetlerin eylemleriyle kıyaslandığında - son derece ılımlı görünüyor.” Ancak bugün kadın milletvekillerinin çoğu süfrajetlerin eylemlerini sözde kutlarken, eylem ruhlarının suç sayılması yönünde oy kullanıyorlar.

Bunun az sayıdaki istisnasından biri, Filistin Hareketi'ni açık yüreklilikle savunan ve İngiltere'nin suç ortaklığını sert bir dille kınayan Yeşiller üyesi Barones Jenny Jones. Süfrajet mirasının gerektirdiği her şeye sahip: ilkeli, meydan okuyan, siyasi korkaklığa batmış bir mecliste rahatsız edici gerçekleri söylemeye istekli. Baskıya direnenlerin yanında yer alıyor, baskıyı finanse edenlerin değil.

Pankhurst'ün duruşmalarından birinde konuşurken aklında olan kadın yasa koyucu tipidir: “Burada bulunmamızın nedeni kanunları çiğnememiz değil; burada bulunmamızın nedeni kanun koyucu olma çabamızdır.”

Cooper gibiler, aralarında Parfitt ve Filistin Hareketi'nin kurucularından Huda Ammori gibi kadınların da bulunduğu kampanyacıları hedef alırken Jones'un devletin ikiyüzlülüğüne dikkat çekmesi şaşırtıcı değil: protestonun suç sayılması, apartheid'ın silahlandırılması, muhalefetin susturulması.

Parlamentoda ifade ettiği gibi: “Filistin Hareketinin ortadan kalkmasını istiyorsanız, İsrail'e silah göndermeyi ve etnik temizlik yapan yabancı bir hükümete askeri destek vermeyi bırakın.”

Bu sadece ikiyüzlülük değil. Bu şiddetli bir ahlaki tersine çevirmedir.

Cumartesi günü aynı protestoda, daha birkaç hafta önce Refah sınırında Mısır güvenlik güçlerine yardım ulaştırmak için Gazze'ye girmesine izin vermeleri için yalvaran Galli bir hemşire de vardı. Şimdi Birleşik Krallık'a dönmüş, kalbi kırık ama yılmadan protestolarına devam ediyor.

Hareketin yüzü bu: soykırımın olağanüstü müstehcenliği ve kendi hükümetlerinin bunu mümkün kılan suç ortaklığı karşısında duygulanan sıradan insanlar.

Büyüyen hareket

Sadece bir hafta önce, punk ikilisi Bob Vylan sahnede İsrail ordusuna atıfta bulunarak “IDF'ye ölüm” sloganı atarak Glastonbury'de şok dalgaları yarattı. Bu sözler binlerce kişi tarafından yankılandı ve BBC'de canlı olarak yayınlandı.

Filistin festivalin her yerindeydi - şarkı sözlerinde, bayraklarda, sahneden yapılan konuşmalarda. Kalabalıklar alkışladı. Kurumlar paniğe kapıldı. Başbakan Keir Starmer sloganı kınamak için acele etti ve Beyaz Saray bile olaya müdahil oldu.

Elbette aynı Batılı siyaset kurumunun kınamadığı şey, bu sloganlara yol açan suçlardı: hastanelere atılan bombalar, kitlesel açlık ve enkazdaki ceset parçaları.

İki gün sonra Londra'daki yüksek mahkeme, İngiltere'nin F-35 savaş uçaklarına - Gazze'yi dümdüz etmek için kullanılan uçaklara - parça tedarik etmesinin yasal olduğuna hükmetti.

Mesaj açıktı: “Soykırım faillerine karşı slogan atmak bir skandaldır. Soykırımcı bir orduyu silahlandırmak ise yasaldır.”

Ancak Filistin yanlısı hareketi boğmaya yönelik tüm çabalara rağmen - polis minibüsleri, yasaklama emirleri, medya karartmaları - hareket giderek büyüyor.

BBC'nin Filistinli sağlık görevlileri hakkında uzun süredir gizlediği ve nihayetinde yayından kaldırdığı bir belgesel nihayet Channel 4 tarafından yayınlandı. Belgesel, doktorların ve hastanelerin İsrail güçleri tarafından sistematik olarak hedef alındığını üzücü ayrıntılarla ortaya koyuyordu. Yorumcu Gary Lineker'in dediği gibi: “BBC utanç içinde başını öne eğmelidir.”

Bu arada, İsrail'in kendi gazetesi Haaretz, İsrailli askerlerin yemek için toplanan aç Filistinlileri vurma emrini nasıl aldıklarını anlatan ifadelerini yayınladı. Militanları değil - çocukları, ebeveynleri, sivilleri.

Gazze'deki ölü sayısı şu anda 56,000'i aşmış durumda. Ve İngiltere bunu durdurmaya çalışan insanları tutukluyor.

Ama gidişat değişiyor. Kamuoyu sadece değişmekle kalmıyor, aynı zamanda Batı müesses nizamının etrafında çöküyor. Birleşik Krallık'ta İsrail'e yönelik net teveccüh şu anda -46 seviyesinde. İngilizlerin neredeyse yarısı İsrail'in soykırım yaptığına inanırken, çoğunluk İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun tutuklanmasını destekliyor.

Avrupa genelinde de durum aynı; İsrail'e yönelik net destek Almanya'da -44, Fransa'da -48, Danimarka'da -54, İtalya'da -52 ve İspanya'da -55 seviyesinde.

ABD'de de değişim çok keskin. Mart ayında yapılan bir Pew anketine göre Amerikalıların yüzde 53'ü İsrail'e artık olumsuz bakıyor ve bu oran üç yıl öncesine göre 10 puandan fazla artmış durumda. Reuters/Ipsos anketi ise her 10 Amerikalıdan dördünün artık İsrail'in sorunlarının “bizi ilgilendirmediğini” düşündüğünü ortaya koydu.

Durdurulamaz değişim

Filistin'i özgürleştirme mücadelesi artık sadece Gazze'de ya da işgal altındaki Batı Şeria'da verilmiyor. Batı dünyasının kalbinde de aynı derecede kritik bir mücadele veriliyor: giderek uyanan bir halk ile onu bastırmaya kararlı bir kurum arasında.

İsrail projesi bağımsız bir ulusal mesele değildir. Özünde batılı bir sömürge girişimidir. Ve son iki yıl, hayatta kalmasının batılı hükümetlerin -özellikle de ABD'nin- siyasi ve askeri desteğine ne kadar bağlı olduğunu gözler önüne serdi.

İşte bu yüzden cephe şimdi Londra, Paris, Berlin ve Washington'dan geçerek parlamentolara, üniversitelere, medya kuruluşlarına ve mahkeme salonlarına kadar uzanıyor. Bu, ahlaki otorite için bir savaş, güç ve hakikat arasında bir çekişmedir. Ve bunun sonucu Filistin'in kaderini şekillendirecektir.

Ancak tarih bize başka bir şey daha öğretiyor: köleliğin kaldırılmasından kadınlara oy hakkı verilmesine ve sivil haklar hareketine kadar en dönüştürücü mücadeleler, güçlüler ışığı gördüğü için değil, halk onlara sıcaklığı hissettirdiği için kazanılmıştır. Acımasız ve sürekli kamuoyu baskısı, uzun süredir kapalı tutulan kapıları zorla açmıştır.

Filistin'de de öyle olacak.

Halk şimdiden liderlerinin önüne geçmiş durumda. Ve er ya da geç liderler de - isteseler de istemeseler de - onları takip edeceklerdir.

Kamuoyu, zaman içinde, iktidardakilere kendi iradesini dayatacaktır. Bu yıllar alabilir. Yavaş yavaş gelebilir. Ancak bu değişim çoktan başladı ve durdurulamaz.

Tarih izliyor. Ve Filistin nihayet özgürlüğüne kavuştuğunda -ki kavuşacak- hatırlanan isimler İsrail'i bombalarla silahlandıranlar olmayacak. Susturmaya çalıştıkları kişiler olacak. Tutukladıkları. Yürüyüş yapanlar. İyileştirenler.

Rahip Sue Parfitt gibi, onu götürdüklerinde gülümseyenler. Adaletin ne anlama geldiğine ihanet etmeyi reddeden Barones Jenny Jones gibileri.

Kimlerin özgürlüğün yanında durduğunu ve kimlerin özgürlüğe engel olduğunu hatırlayacağız.

 

* Sümeyye Gannuşi, Tunus asıllı İngiliz yazar ve Orta Doğu siyaseti uzmanıdır. Gazetecilik çalışmaları The Guardian, The Independent, Corriere della Sera, aljazeera.net ve Al Quds'ta yer almıştır.

HABERE YORUM KAT