
Gazze ve vicdanın ölümü
Mars'ta yaşam ararken Gazze'de yaşamı yok ediyoruz. Bu tek cümle, çağımızın hastalığını özetliyor.
Ismail Salahuddin’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
Tarihte, kendimizle ilgili tüm yanılsamaları ortadan kaldıran anlar vardır. Gazze, böyle bir andır. Neredeyse iki yıldır dünya, ekranlarında bir soykırımı canlı olarak izliyor. Çocukların enkazdan çıkarıldığını, ailelerin çadırlarda açlık çektiğini, hastanelerin toza dönüştüğünü gördük. Bilmediğimizi söyleyemeyiz. Her görüntü, her çığlık, her rakam bize gerçek zamanlı olarak ulaştı. Yine de öldürme devam ediyor, sessizlik devam ediyor, hayat devam ediyor.
Gerçek dayanılmaz ama inkâr edilemez: Gazze'yi yüzüstü bıraktık ve bunu yaparak insanlık olarak kendimizi de yüzüstü bıraktık.
Frantz Fanon bir keresinde sömürgeciliğin bir makine değil, bir insan gerçekliği olduğunu ve karşı karşıya kaldığında çıplak şiddetle yanıt verdiğini yazmıştı. Gazze, günümüzde bu gerçeğin en saf kanıtıdır. İsrail'in sömürge savaşı adalet veya diyalog dilini konuşmaz; bombalar, kuşatma ve açlık yoluyla konuşur. Günümüzde soykırım sadece nefret sloganlarıyla değil, “güvenlik”, “yan hasar”, “askeri gereklilik” gibi bürokratik jargonlarla da geliyor. Batılı hükümetler barıştan bahsederken bombaları tedarik ediyor. Birleşmiş Milletler ölenleri sayarken, ölümü durdurmak için hiçbir şey yapmıyor. Medya kuruluşları resmi açıklamaları tekrar ederken, çocuklar enkaz altında gömülüyor.
Talal Asad'ın hatırlattığı gibi, seküler modernite bu sanatı mükemmelleştirmiştir: ahlaki olduğunu kendine inandırarak kitlesel katliamlar yapmak. Şiddeti yasallık kisvesine bürümek, kanı istatistiklere dönüştürmek, zulmü politika gibi göstermek. Gazze, bu ahlaki yozlaşmanın açıkça sergilendiği bir sahne haline gelmiştir.
Edward Said, Filistin'in hiçbir zaman sadece toprak meselesi olmadığını, bunun bir anlatı meselesi olduğunu, acıların hikâyesini kimin anlatacağı meselesi olduğunu yazmıştır. On yıllardır Filistinliler kendi hayatlarını, kendi ölümlerini anlatma hakkından mahrum bırakılmıştır. Acıları her zaman şüpheyle karşılanmış, başkaları tarafından yeniden çerçevelenmiş, açıklanmıştır. Bugün, Filistinliler kendi katliamlarını canlı yayınlasalar bile, aynı model devam etmektedir. Tanıklıkları reddedilmekte, acıları başkalarının güvenliği olarak yeniden şekillendirilmektedir.
Said bunu kültürel silinme, siyasi şiddete zemin hazırlayan bir susturma olarak nitelendirmiştir. Gazze, onun kehanetinin en kesin kanıtıdır: Filistinliler, yok edilseler bile, seslerinin yeterli olmadığı söylenmektedir.
Belki de kendilerini ilerici olarak adlandıranların sessizliği kadar suçlayıcı bir şey yoktur. İnsan hakları, hoşgörü ve adaleti vaaz eden Batı'nın liberal demokrasileri, soykırımı destekleyen güçlerdir. Kitap raflarını ırkçılık ve iklim çöküşü eleştirileriyle dolduran entelektüelleri, Gazze hakkında sorulduğunda aniden “karmaşıklığı” keşfederler. Her küresel trajedi hakkında açıklama yapan üniversiteler, “Filistin” kelimesi söylendiğinde sessizliğe bürünürler.
Bu bir gözden kaçma değil, maskenin düşmesidir. Liberal ilerlemecilik, empati konusunda her zaman seçici olmuştur; güçlülere cömert, sömürgeleştirilenlere ise acımasızdır. Gazze bu maskeyi paramparça etti. Ortaya çıkan şey tarafsızlık değil, suç ortaklığıdır.
Ders acıdır: liberal ilerlemeciler, iddia ettikleri gibi vicdanın koruyucuları hiç olmadılar.
Ancak ihanet sadece Batı'ya özgü değildir. Meşruiyetlerini Filistin davası üzerine inşa eden Arap yöneticiler, bunu gün ışığında terk etmişlerdir. Anlaşmalar imzalar, istihbarat paylaşır, silah satın alır ve buna “modernleşme” derler. Filistinli anneler çocuklarını gömerken, onlar Amerikan başkanlarıyla poz verir. Gazze yanarken, İsrail ile ilişkilerini normalleştirirler.
Onların ihaneti, akrabalık kisvesi altında olduğu için daha da acıdır. Bunu pragmatizm, zorunluluk, gelecek olarak satıyorlar. Gerçekte ise bu korkaklıktır, kanla satın alınmış kârdır ve tarih, Filistinliler açlık çekerken Arap liderlerin anlaşmalar imzaladığını hatırlayacaktır.
Sözde Küresel Güney, yani kendilerini sömürgecilik karşıtı direniş söylemiyle saran ülkeler bile, pratikte çok az şey yaparken Filistin'i bir sembol olarak kullanmışlardır. Açıklamalar yapılır, bayraklar sallanır, konferanslar düzenlenir, ama ticaretin kesilmesi, boykot veya yaptırım riski söz konusu olduğunda, sessizlik geri döner.
Böylece Gazze, sadece Batı'nın ikiyüzlülüğünü değil, küresel ikiyüzlülüğü de ortaya çıkarmıştır. Kuzey ve Güney, Doğu ve Batı — hepsi bu ahlaki çöküşün içinde yer almaktadır.
En dayanılmaz gerçek şudur: Gazze sadece bir halka karşı savaş değil, masumiyet kavramına karşı bir savaştır. Okullar sığınaklara dönüştürüldüğünde bombalanırsa, bebekler elektriksiz kuvözlerde ölürse, binlerce çocuk isimsiz olarak sığ mezarlara gömülürse — Filistin'den daha büyük bir şey öldürülmektedir.
Çocuklar, insanlığın son sınırıdır, bazı değerlerin hala kutsal olduğunun kanıtıdır. Onları bilerek ve sistematik olarak öldürmek, artık hiçbir şeyin kutsal olmadığını ilan etmek demektir. Masumiyet cezasız bir şekilde yok edilebiliyorsa, insanlık çoktan kendini yok etmiştir.
Yine de, bu dehşetin ortasında, Gazze'nin çocukları hala şiirler yazıyor, hala enkazda resimler çiziyor, hala yarını hayal ediyor. Hayatta kalmaları bile bir direniş eylemidir. Mahmud Derviş'in yazdığı gibi, “Tedavi edilemez bir hastalıktan muzdaripiz: umut.” Bu umut, direnişin kendisidir, enkaz altında bile onurun silinemeyeceğinin kanıtıdır.
Günümüzün grotesk bir yanı var. Milyarderler Mars'ta koloniler kurma hayalleriyle servetlerini harcarken, Dünya'daki yaşam terk ediliyor. Roketler diğer gezegenleri keşfetmek için, insansız hava araçları şehirlerarası paket teslimatı için tasarlanıyor, ancak Gazze'deki açlık çeken ailelere ekmek ulaşamıyor. İlerleme, yenilik, insan dehası hakkında konuşuyoruz. Ancak kitlesel mezarlarla bir arada var olan ilerlemenin ne değeri var? Soykırımı tolere eden medeniyet nedir?
Mars'ta yaşam ararken Gazze'de yaşamı yok ediyoruz. Bu tek cümle, çağımızın hastalığını özetliyor.
Vicdan bir mülk değildir. Konuşmalarda, yasalarda veya kurumlarda sakladığımız bir şey değildir. Eylemlerle yenilenen bir tercihtir. Gazze bu sınavdı ve dünya bu sınavdan kaldı.
* Ismail Salahuddin, Delhi ve Kalküta'da yaşayan bir yazar ve araştırmacıdır. Müslüman kimliği, komünal siyaset, kast sistemi ve bilgi siyaseti üzerine çalışmalar yapmaktadır.











HABERE YORUM KAT