1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Ders Kitaplarının Konsepti Değiştirilmelidir!
Ders Kitaplarının Konsepti Değiştirilmelidir!

Ders Kitaplarının Konsepti Değiştirilmelidir!

Islah-Haber’in eğitim soruşturmasının 2. bölümüne edebiyatçı-yazar Nehir Aydın Gökduman'ın verdiği cevap...

11 Ekim 2012 Perşembe 13:18A+A-

Islah Haber “Eskisiyle-Yenisiyle Türkiye’de Eğitim Sistemi” soruşturmasına devam ediyor. Soruşturmamnın omurgasını teşkil eden “Eğitim-Öğretim Sisteminin Kadim Sorunu: Resmi İdeolojik Kuşatma” başlıklı ikinci bölüme edebiyatçı-yazar Nehir Aydın Gökduman da katıldı.

İşte Nehir Aydın Gökduman’ın verdiği soruşturmada yer alan sorulara verdiği yanıtlar:

OKUL VE AİLE EĞİTİMİ ARASINDA DOKU UYUŞMAZLIĞI YAŞANDI

Seçmeli derslerden iki tanesi olan Kur’an-Siyer dersi ve Kürtçe özellikle dikkat çekmektedir. Türkiye’de temel sorunlardan ikisi olan Kürt sorunu ve İslami kimlik eksenli taleplerin karşılanmasında sizce bu değişikliklerin katkı oranı nedir? Bu düzenlemenin kamuoyunda oluşturduğu etkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geç kalınmış bir proje olsa da halk nezdinde olumlu karşılandı. Cumhuriyet tarihinden bu yana çocuğunun eğitiminde söz hakkı tanınmamış ebeveynler için küçük de olsa atılmış bir adımdı ne de olsa… Her ne kadar medyada, okullarda bu derslerin tercih oranları hakkında spekülatif haberler çıksa da bunlar her zamanki gibi karalama nitelikliydi. Kur’an eğitimi çocuk doğduğu andan itibaren aile yaşamında temellenmesi gereken bir olgu. Müslüman ebeveynlerin çocuklarının eğitiminde birincil görevi, onları Allah’ın dinine yönlendirmekse; yakın tarihe kadar bu görevin sancılı bir işleyişle yürütülmeye çalışıldığını görürüz. Müslümanlar çocuklarının kimliğini İslam olarak çıkartırken bunu pratiğe yansıtmada hep sorun yaşadılar ve bunun sonuçlarına katlanmak zorunda bırakıldılar. Her zaman okul ve aile eğitimi arasında doku uyuşmazlığı yaşandı. Mesela çocuğu ilkokula başlamış pek çok Müslüman aileden gülümseyerek dinlemişizdir; çocuk okula başlar ve o güne kadar aileden edindiği dinî ahlaki kazanımların etkisiyle, okuldaki bir takım tabuları açık kalplilikle sorgulayıverir! Sonrasında o bildiğimiz trajikomik durumlar çıkar ortaya…

SİYER VE KÜRTÇE DERSLERİNİN İÇERİĞİ MERCEK ALTINA ALINMALI

İşte böyle bir sürecin ardından, yeterli olmasa da ilköğretimde Siyer ve Kürtçe seçmeli derslerin konması taleplerimizin değer bulması bakımından önemli bir eğitim atağı olarak görülebilir. Dilerim, daha ilkokul bir’den itibaren asimilasyon gerçeğiyle yüz yüze gelmiş çocuklarımızın özgürleşmesinde katkısı olur. Ancak bu derslerin tatbikinde bazı sıkıntılar da yaşanabileceği göz ardı edilmemeli... Gerek Kur’an eksenli Siyer anlayışının verilmesinde (ki hurafe boyutu dikkate alındığında Siyer çalışmaları oldukça ilgiye muhtaç) gerek laik, Kemalist eğitim sisteminin Siyer ve Kürtçe derslerine olabilecek yansımalarında süreç olumsuza da evrilebilir. Bu konuda bilinçli; tepkili ve isteklerini çekinmeden ortaya koyabilen bir halk desteğinin canlı tutulması elzemdir.

SADECE ÜNİVERSİTELERDE DEĞİL, EĞİTİMİN TÜM KADEMELERİNDEKİ OKULLARDA MESCİTLER OLUŞTURULMALI!

Yine Yüksek Öğrenimde İnkılâp Tarihi dersinin kaldırılması söz konusu; bunu ve ayrıca “Her üniversiteye bir ibadethane!” projesiyle ilgili değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz?

Üniversitede öğrenciyken, neden İnkılâp Tarihi ve Beden Eğitimi derslerine girmek zorunda olduğumu sorgulardım. Yani yirmi yaşına gelmiş bir bireyi eşofman giyip neden spor salonunda koşmaya zorlarsınız ya da İnkılâp Tarihi dersinde on iki yıl boyunca öğrettiğiniz şablonlar yetmemiş gibi yeniden üzerine basa basa ezberini istersiniz; anlaşılır gibi değildi. İslam’la tanıştığımda ise ilk karşı karşıya geldiğim hoca, İnkılâp Tarihi hocası oldu; sonrasında da bedenciyle bozuştuk…

Mescit konusu da en az bu derslerin varlığı kadar sıkıntılıydı. Özellikle hastane ortamlarında, morgların hemen bitişiğine yapılan mescitlerde namaz kılmak zorunda bırakıldık. Mescitler ancak ölümü hatırlatan yerlere uygun görülürdü yani. Hayatın içinde olmasına, en işlevsel alanlarda yer bulmasına izin verilmezdi. Okul içlerinde ise kocaman alanlardan soyutlanmış, öğrencilerin kendi gayretleriyle oluşturdukları küçücük odalardı ancak.

Köprü altından çok sular aktı ama eğitim-öğretimdeki tabular öyle kolay yıkılmadı. Çocuklarımız da üniversitede aynı kaderi paylaşmaya devam ettiler.

Ebeveynler olarak pek çok alanda olduğu gibi okullardaki mescitler konusunda da çocuklarımızı yalnız bıraktığımızı düşünüyorum. Mescitler yalnızca üniversitede gerekli değil ki; ilköğretim, ortaöğretim hepsi için geçerli. Çocuklarımız mescitlerle ne kadar küçük yaşta hemhal olursa o kadar iyi sonuç alıyoruz. Ama bu okullarda mescidin adı bile yok! Mesela benim oğlum ortaokulda namazlarını üç yıl boyunca müstahkem odasında kıldı. Liseye yazdırmaya gittiğimde ise öyle bir oda bile bulamayacağından endişeliydim. O yüzden danışmadaki görevliyle, “Oğlum namaz vakitlerinde yakındaki camiye gidecek, dışarı çıkmak istediğinde problem olmasın.” diye konuştuğumu hatırlıyorum. Sanırım sonraki günlerde harita odası gibi bir yerlerde kıldı namazlarını… Hatta bir keresinde aynı yerde bir öğretmeniyle karşılaşmış. Namaz kıldıklarını anlayarak birbirlerine gülümseyip geçmişler... Koca, anlı şanlı Anadolu liselerindeki tablo böyleydi…

Yine de umutvarım. Özgürlüklerimiz konusunda yürütülen mücadele inşallah yeni yeni karşılığını buluyordur. Eğitim ve öğretim militarist kuşatmadan, siyasi hesaplardan bağımsız gibi görünen bir forma bürünüyor; ya da en azından öyle görünüyordur… Bu değişiklerin (küçük adımlar gibi görünse de) bizim talep ve eylemselliğimizle daha da şekilleneceğini umuyorum. Neden “Her Okula Bir Mescit!” şiarıyla bu projeyi taçlandırmayalım!

DERS KİTAPLARININ GENEL KONSEPTİ DEĞİŞTİRİLMELİDİR!

Bütün bu olumlu adımlara karşın ilk-orta öğretim ve liselerde başörtüsü sorunu varlığını koruyor. Öte yandan başta Andımız olmak üzere belirli gün ve haftalarda yapılan resmi törenler ve kişi kültü de varlığını korumaktadır. Sizce eğitim alanındaki düzenlemelerde henüz “dokunulmamış” bu tip uygulamalara da bir gün dokunulacak mıdır?

Evet, ne yazık ki başörtüsünde istenen homojenite sağlanamadı. Kısmi özgürlükler nispeten yüz güldürse de sistemin merkezine yerleşmiş o hantal ve ketum anlayış izlerini her yerde göstermeye devam ediyor. Henüz ortaokul sıralarında okurken İnkılâp Tarihi kitabında bir resim vardı. Belleğimde yerini hep koruyan bu resmin bir tarafında çarşaf giymiş bir hanım ve fes takmış bir bey, diğer tarafında ise modern bir tayyör giymiş bir hanım ve fötr şapkası takmış bir bey yer alıyordu. Yan yana bu iki resmin bulunduğu sayfa “Kılık Kıyafet Kanunu ve Kazanımlarımız” gibi bir başlık taşıyordu. Ve resimlerden çarşaflı ve fesli olan çiftin üzerine kocaman bir çarpı işareti atılarak “Bu Yanlış!”, yandaki modern giyimli çiftin altına ise “Bu Doğru!”yazılarak akıllara ziyan bir tespite gidilmişti. İşte ne zaman başörtüsü mücadelesinde bir şeyler yapmak için gayret göstersek bu resim izleğimde canlanırdı ki meğer tarihsel bir anekdot olarak hatırımda saklamama pek de gerek yokmuş. Çünkü daha çok yakında, ilkokul ikiye giden kızımın hayat bilgisi kitabında da benzer bir resme rastladım. Konu yine Kılık Kıyafet Devrimi’ydi ve o bildik sahne! Tek farkı, resmin biraz şen şamata çizilmiş olmasıydı ve birinin üzerinde çarpı işareti yoktu. Ama anlatılmak istenen durum gayet net ortadaydı.

Şu durumda, yalnızca andımız, başörtüsü, kişi kültü varlığı üzerinden değil, (bunlar belki en önemli semboller ama) ders kitaplarının genel konsepti üzerinden de ciddi bir tahlile gidilmesinde talepkar ve tutarlı olmamız gerekiyor. Çocuklarımızın zihnine küçük yaşta nakşedilen başörtüsü düşmanlığını ders kitaplarına geçirme ve bunu ‘hayat bilgisi’ olarak sunma cüretini kim kimden alıyor? Alttaki resmi tarayıcıdan geçirirken “Anne, ya bu resim tararken silinir de kitabımdaki sayfa boş kalırsa?” diye endişeye kapılacak kadar saf ve kitaplarına gönülden bağlı çocuklarımızın taptaze dimağına yazık değil mi?

 

egitim-kilikiyafet_boyle-giyiniyorduk-giyiniyoruz_carsaf-sakal-modernaile.jpg

ANNE VE BABALAR ÇOCUKLARININ YALNIZCA OKUL BAŞARILARINA KİLİTLENMEMELİ

Peki, tüm bunlara karşı özellikle ebeveynler olarak ne yapıyoruz? Çocuklarının eğitimiyle yakından ilgilenen anne ve babalar yalnız okul başarılarına kilitlenmemeli. Okul araç-gereçlerini, büstleri, antları, törenleri, resmi ritüellerde yağmur-çamur demeden çalınan bandoları, resmi geçitleri vs. sorgulamalılar… Öğretmenlerimiz ve idarecilerimiz öğrencilerin ve velilerin taleplerine karşılık verebilmeli… Bu korku heyulasının dağılması için topyekûn bir uğraş içinde olabilmeyiz. Yoksa birileri eğitim-öğretimde tabular sorgulanıyor dediğimiz şu süreçte bile bildiğini okumaya devam ediyor… Biz hâlâ buradayız der gibi...

BARDAĞIN HEM DOLU HEM BOŞ OLAN TARAFINI GÖREBİLDİĞİMİZ ÖLÇÜDE ÇABAMIZ İVME KAZANIR

Eskisi-yenisiyle Türkiye’deki eğitim sistemini İslami kimlik eksenli talepler ve Kürtçe gibi farklı diller açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin yürürlüğe koyduğu son değişiklikleri yeterli buluyor musunuz?

Yeterli demek için bir alanda ciddi yol almak gerekir ki, şu anki eğitim hamleleri Hükümetin eğitim politikasında yaptığı hayırlı başlangıçlar olarak nitelenebilir. Bunu da inşallah özgürlüklerimiz alanında daha aktif uygulamaların geleceğine yoralım. Ve tabii ki yormakla kalmayıp bu sürece aktif olarak katılalım. Ayrıca yapılan işleri olumlamakla birlikte bu kendimizi sınırlayacağımız anlamına gelmez… Bugüne kadar yalnızca Hükümet politikalarıyla hareket eden sivillerden olmadık. Bu alanda da ölçüyü bilmeliyiz. Bardağın hem dolu hem boş olan tarafını görebildiğimiz ölçüde çabamız ivme kazanır.

REEL HAYATLA ÖRTÜŞMEYEN HER MÜNZEVİLİK KOLAYCILIĞI TEMSİL EDER

Müslümanlar gerek resmi zorunluluk gerekse de meslekî amaçla eğitimden istifade etmektedirler. Eğitim alanının özgürleştirilmesi noktasında Müslümanlar olarak bu alana dönük mücadelemizin sacayakları neler olmalıdır?

Bu konu belki de Müslümanların eğitim algısının en sorunlu bölümü. Özel sektörde özgürlüklerimizin genişletilmesi noktasında pek çok proje gün yüzüne çıksa da gerek eğitim metodu gerek kurumsallaşma boyutunda istenen kalitenin sağlanamadığı bir vakıa... Bunun da Müslümanların yalnızca zaaflarıyla değil daha çok, uzun asimilasyon sürecinde alana yeterince vakıf olmamalarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Mesela bizim çok iyi romancılarımız, öykücülerimiz yok dedik yıllarca. Neden? Yaşadığımız ülkede sistem içi araçlardan ne kadar yararlanabildik? Yurt içi ve yurt dışı eğitim seferberliklerinde kaçımız yer alabildik? (Bugün bile bazı eğitim bursları, kişilerin ‘ad’larına bakılarak veriliyorsa üstelik…)  İnsan hakları, eşitlik, hak-hukuk bağlamında ne ölçüde var olabildik? Bugün kültür, turizm, tiyatro, sinema denince neden aklımıza bizden pek bir isim gelmiyor? Arka planda çok da iç açıcı bir manzara yok da ondan!

Tüm bunlara bakarak eğitim sisteminin ıslahından umudu keserek kendi dar oluşumlarının içine hapsolan normu benimsemek de bana göre intihardır. Çünkü reel hayatla örtüşmeyen her münzevilik kolaycılığı temsil eder ve çoğula hitap eden çözümler getirmez.

Diğer yandan sistem içi eğitimi tabulaştıran ve kurumun her alanında her ne pahasına olursa olsun, var olmayı hedefleyen ve bunu da mücadele ruhu olarak lanse eden çevreler de sorunun müsebbiplerindendir.

Tüm bunlara rağmen Müslümanların en önemli eğitim atağının; tektipçi, sorgulamayan, irdelemeyen bir nesil hedefleyen sistem örüntüsünü sürekli gündemleştirmek ve değişimi hedeflemekten geçtiğini düşünüyorum. Bu ilhamın da bize ‘OKU!’ emriyle seslenen Kur’an’dan, Rasul’ün örnekliğinden ve toplumun gelenek-görenek ve kültüründen alınması gerektiğine inanıyorum.

Özelde, vakıf-dernek, okul vb. kurumları açarken başta amaçlanan eğitim olgusunun ticari ve politik kaygılara kurban gitmeden yürütülmesi de bu sürece katkıda bulunacaktır. Yani niyet, samimiyet ve geniş bir perspektif eğitim sorunsalını çözümlemede bize pencereler açabilir.

Eğitim alanında örgütlü olarak faaliyet yürüten onlarca sendika ne tür bir ihtiyacı karşılamaktadır? Bakanlığın, eğitim sisteminin yapısal ve ideolojik dönüşümü için bu sendikalar ne tür bir duruş ve söylem içerisindedirler?

Sendikaların dünden bugüne tasarladıkları özgürlükler bağlamında gelişim gösterdiğini görsek de düşünsel hakların genişletilmesinde pek etkin olmadıklarını düşünüyorum. Etkin olduklarında da herkes kendi ideolojisi üzerinden hak talep ettiğinden sorunun çözümü gerçek anlamda sağlanamıyor. Sendika denince aklıma daha çok maddi özgürlükleri gündemleştiren; para-insan-iş gücü dengelerini baz alan oluşumlar gelsin istemiyorum ama hafızamda çok da iyi örnekler yok.

Umarım bundan sonrasında daha sağduyulu ve amacına münhasır sendikaların, sendikacıların fonksiyonelliğinde ilerlemeler sağlanabilir.

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum